Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Herkes insanlığın içinde bulunduğu bilişsel krizin farkında değildi. En önemli problemi tespit edecek kadar bilişsel farkındalığa ve bilişsel dengeye sahip olduğunu düşünen insanların bir araya gelmesi ve bütün insanlık için gerçek bir hedef belirleyebilmeleri şarttı."
İnsanlığın bütün olarak yaşadığı kaosun kanıtlı tek sebebi, modern ve teknolojik aklın ihtiyaç duyduğu doğru ve kesin bilgi yetersizliğiydi. İnsanın neden var olduğuna dair doğru ve kesin bilgiye sahip olmayan ve insan için ideal bir hayat felsefesi üretemeyen Batı kaynaklı medeniyetin, insanın bilgi ihtiyacını yönlendirmesi ve istismar etmesi sonsuza dek sürecek bir kaos olamazdı. İnsan yaratılışı gereği bu kaosa karşı çıkacaktı.
‘Tanrı’ algısına yönelik şeytanî saldırıların, bir ‘Tanrı’dan gelen veya gelmiş olan doğru ve kesin bilgiye olan ihtiyacı ortadan kaldırmaya yönelik olduğu gerçeği her geçen gün kendisini daha iyi hissettiriyordu.
İşte bu noktada doğru ve kesin bilgiye olan ihtiyacımızın bizi götüreceği tek korunmuş ilahî kaynak olarak Kur’an’ı anlama ihtiyacımızın ne kadar acil ve büyük olduğunu fark etmek zorundaydık; yanlış, şüpheli ve istismar edilmiş bilgi ile yüklü Tevrat ya da İncil değil, sadece Kur’an.
Tevrat ve İncil’in de kasıtlı olarak oluşturulmuş algısal ihtiyaçlar için üretilen sayısız yanlış ve şüpheli bilgi içerdiğini ve bu içeriğin doğurduğu ve beslediği zihinsel kaosun Yahudiler ve Hristiyanlar için ne tür felaketler ürettiğini, kiliseden ya da havradan kaçarak tasarladıkları ve uyguladıkları seküler ve laik sistemlerin insanlık için nasıl bir cehennem inşa ettiğini açık bir şekilde görüyorduk.
Bir tanrı, din ve ahlak algısı olmayan, insanın cinsel dokunulmazlığını istismar ederek onu insanlık dışı tutum ve davranışlara kışkırtan ve kendi çocuğunu şeytanî amaçların ve hazların birer nesnesi haline getiren batılı insan gibi doğulu insan da Müslüman olduğunu düşünen ve iddia eden insan da artık korkunç bir tehditle karşı karşıya olduğunu anlamak zorundaydı.
Eğer insan doğru ve kesin bilgiye olan ihtiyacının farkındaysa, hangi dinden, ırktan ya da kültürden olursa olsun doğru ve kesin bilgiye ulaşma olasılığının bir tek yolla mümkün olduğunu da fark ederdi.
Kur’an’ı anlama ihtiyacımız, doğal öğrenme ihtiyacımızın ikincil adımı olacaktı. Kur’an’ı anlamanın önündeki engelleri giderme ihtiyacımız da sonraki adımlarımızı doğuracaktı. Çünkü Kur’an, insana insan tarafından anlaşılması için gönderilen doğru ve kesin bilgiyi içeriyordu.
O halde asıl sorumuz, ‘Doğru ve kesin bilgi için insanlığın Kur’an’ı anlama ihtiyacı var mı?’ sorusu olmalıydı. Düşünmeliydik ve bu soruyu cevaplayarak din algısında reform yapmaya başlamalıydık.
Elbette düşünmek için bir hedefi olmalıydı insanın. Ve bu hedefin doğmasına neden olan problemin ya da problemlerin varlığının tespit edilmesi gerektiğini de bilmesi.
İnsanlığın yaşadığı derin çöküşün birden çok problem içerdiğini görüyordum, ancak bana göre bunlardan en önemlisi yeryüzünün her karış toprağında yaşanan bilişsel krizdi. Maalesef insanlığın içinde bulunduğu bilişsel krizin farkında değildi herkes; yaşadığı cehennemin farkında olamayacak kadar zorunlu ihtiyaçlar karmaşasında meşgul edilmişti çünkü.
Bilişsel kriz insanlığı kuşatmışsa, farkındalık da bilişsel denge gerektirdiğine göre herkesin içinde bulunduğu bilişsel krizin farkında olduğunu söylemek imkânsızdı bana göre. Bu durumun doğal sonucu olarak da insanın düşünmek için doğru bir hedef belirlemesi de imkânsızdı.
En temel bilişsel farkındalık, insana, insanın bizatihi kendi varlığına yönelik tehditleri idrak etme imkânı verirdi. Bilinci yerinde olan bir insanın yırtıcı bir hayvanın kendisine yaklaşırken ürettiği tehdidi doğrudan ve anında idrak ettiğini hepimiz biliyorduk, ancak bilinci yerinde ve dengede olmayan herhangi birinin aynı tehdidi algılaması, doğru yorumlaması ve tedbir alması beklenemezdi.
Şimdi, şu ânda, yaşadığımız çağda, insan, fiziksel varlığının ve kendisini anlamlı kılan cinsel varlığının tehdit altında olduğunu bütünüyle idrak edemediği gibi, bilişsel dengesini kaybettiğinin de farkında değildi.
Buna istişârî bir teknikle ‘bilişsel kriz’ diyebilirdik reform çalışmalarımızda.
Bütünüyle insanlığı kastediyordum, insanlığın kümülatif aklını ve bu akla bağlı olarak bilişsel farkındalığını sorguluyordum, bir veya iki insanın ya da birkaç bin insanın bunun farkında olması bir şeyi değiştirmiyordu. Felsefî akımları, ideolojik kalıpları ya da herhangi bir dinin artık anlam zemini bulamayan hükümlerini yeniden elden geçirecek büyük ve sürükleyici bir bilişsel farkındalık gerekiyordu.
Müslümanların, ‘en doğru inanca sahip olduğuna inanmak’ gibi bir rahatlığın ürettiği cehennemde Batı’ya milyonlarca kurban vermesine, aşağılanmasına rağmen, girdiği bilişsel krizi sorgulamaması insanlık için çok ciddi bir tehditti. Evet ‘en doğru’ inanca sahiptik; değiştirilmemiş son ilahî kitap bizim dinimiz olan İslam’ın temel kaynağıydı, ama hangimiz bu ‘en doğru’ inanca bağlanarak, onunla yaşayarak Batı’ya karşı doğru bir bilişsel tutum alabiliyor ve organize olabiliyorduk?
Biz Müslümanlar bilişsel krizin derinliklerinde çırpınırken bütün insanlığın gittiği yolu nasıl sorgulayabilirdik? İnsanlığın bilişsel krizde olduğunu nasıl fark edebilirdik? Bizim bilişsel krizlerimizin insanlığın ‘en doğru’ inanca olan güvenini sarstığını ve son umudunu da yitirmesine neden olduğunu nasıl idrak edebilirdik?
Biz, insanlığın en doğru inanca sahip bilişsel yerindeliği ve bilişsel dengesiydik; eğer biz insanın varlığına yönelik tehditleri fark etmez, problemleri doğru algılamaz ve yorumlayarak bir hedef belirlemezsek kim yapacaktı bütün bunları?
Sapkın cinsel mirasıyla Katolik Vatikan mı?
Gazze’de bütün çocukları öldürerek Müslüman Araplara soykırım uygulayan aşırı sağcı ve siyonist Yahudilerin Başhahamları mı?
Kadınları birkaç saat kiralayıp kullanacak bir şekilde onlara mûta nikahı kıyılmasına izin veren ve Allah’ın açıkça haram kıldığı zinaya dinî kılıf hazırlayan Şii İran’ın Velayet-i Fâkih’i mi?
Ya da çıplak bir dansözü güzellik yarışmasına göndererek Kelime-i Tevhid yazılı yeşil bayrağı yanına diken Sünnî Suud hanedanı mı?
Bin yıl önce ölmüş bir Sufî şeyhini/gavsını imdada çağırmak ruhları muhasara altında olan bazı Müslümanlar için sahte bir kurtuluş umudu sağlıyor olabilirdi. Belki bir Budist rahibini, Buddha’nın son reenkarnesini de düşünmek isteyenler de olabilirdi.
Karl Marx’ı diriltmek veya onun üstatlarının ruhunu çağırmak isteyenler olabilir, hatta aydınlanma denilen dönemin bütün bilgelerini, antik çağdaki filozofları yeryüzünün her yerinden toplayıp yeniden ve hep birlikte okuyabilirdi insanlar.
Irkçılığı en son zirvesine taşıyanlara omuz vermeyi de deneyebilirlerdi yeniden. Modern çağların dinsizliğini böbürlenerek yüceltmeye devam etmeyi seçenler de olabilirdi; ama bir şey değişmezdi.
İnsanlığın bu aşağılık gününü sağlayan herkesin ve her şeyin kurtarıcı olarak görüldüğü dönemin artık bittiğini ve hepsinin insanı bilişsel krize soktuğunu anlayamayacaktı onlar; problemi veya problemleri görecek bir bilişsel dengeye sahip olamayacaklardı.
Herkes insanlığın içinde bulunduğu bilişsel krizin farkında değildi. En önemli problemi tespit edecek kadar bilişsel farkındalığa ve bilişsel dengeye sahip olduğunu düşünen insanların bir araya gelmesi ve bütün insanlık için gerçek bir hedef belirleyebilmeleri şarttı.
Bilişsel krizin derinliklerinden çıkmalıydık; hedefimizin ‘en doğru’ inanca doğru tavizsiz bir yolculuk olduğunu söylemeliydik yol arkadaşlarımıza. Başkasının değil, şeytanın değil, Allah’ın yolunun yolumuz olduğuna hepimiz iman etmeliydik.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.