Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
“Ve onlar tuzaklarını kurdular;
oysa dağları yerinden oynatacak nitelikte olsa bile, onların tuzakları Allah
katındadır. Sakın Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma!
Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir. O gün yer, başka bir
yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar olan
Allah’ın huzuruna çıkarlar.”
Kur'an, İbrahim Suresi, 46-48. Ayetler
5. Bölüm/Dağ
İD hangi ara I-95 S’e çıktı anlamamıştım. The Jefferson Hotel ile bu transit yol arasındaki bağlantı noktası çok da uzak değildi, ama bu kızın iş yapma becerisi, odaklanma sorunlarını anında yok ediyordu. Otel’den çıkmış, arabaya binmiş ve hızla kuzeye doğru yola koyulmuştuk. Washington yaklaşık iki saat uzaklıktaydı. Saat 09:40’tı ve sağımdan vuran Temmuz güneşi yakıyordu.
‘Bütün
bunlar neydi böyle? Neler oluyor, anlatmak ister misin?’ diye sordu İD, hiç
ummadığım kadar sakin bir sesle. Araba ile bütünleşmişti ve herhangi bir
mekanda oturmuş sohbet eder gibi bir rahatlığı vardı.
Ben henüz
üzerimdeki gerginliği atamamıştım. Çok sinirliydim. ‘Birazdan anlatacağım!’
diye cevap verdim. O da sustu ve hızlı bir şekilde arabayı kullanmaya devam
etti. Son toplantıya girip öyle bir tepki vermek, yaptığımız her şeyin çöpe
gitmesine neden olabilirdi. Ne var ki olanlardan sonra çok da önemsemiyordum
artık, Cevval’in iş kaygıları da Amerikalılarla yapılacak olan anlaşma da
umurumda değildi. İş mi yapıyorduk, şantaj ve tehditle boyun eğdirilecek
köleler miydik?
Bana
açıkça saygısızlık yapılmıştı, şantaj ve tehditler her zaman midemi bulandırırdı
ve ben de çok şiddetli tepkiler verirdim. ‘Zaza!’ derdi Mahir, sanki kendisi
başka türlü davranıyormuş gibi. ‘Delisin sen!’
Delilikle
ilgisi yoktu bunun. Bir iş ilişkisinin ahlakı olmalıydı karşılıklı saygıya
dayanan; bir de iş ilişkisinin ilkeleri. Yüzeyde riyakâr bir nezaket, arka planda
her şeyi yapabilecek sinsi bir düşmanlık ancak Batı’nın karakteri olabilirdi.
Biz Müslümandık ve nettik; ahlak bize Allah’ın emrettiği idi. Bunun Zazası,
Türkü, Japonu, Amerikalısı olmazdı. Şeytan Amerika neden ahlaklı olsundu ki?
Adı üstünde ‘şeytan’.
'Şeytan
Amerika' yüz elli yıldır olduğu gibi şimdi de Erdoğan üzerinden Türkiye’ye
düşmanlık yapmaya devam ediyordu. Katil, soyguncu, sömürgeci Batılılara sorduğum
tek soru vardı: ‘Erdoğan ve Türkiye size ne yaptı?’ Bir tek cevap vereceklerdi,
ama hep konuyu değiştiriyorlardı. Bildikleri tek şey insanları aşağılamak,
birbirine düşürmek ve öldürmekti.
‘Öldürmekten
başka ne yapabilirsin sen Amerika? Söylesene, en iyi bildiğin şey öldürmek
değil mi? Sadece katilsin sen!’ dedim sesli bir şekilde.
İD tekrar
sordu: ‘Ne oldu?’
‘Aslında
iki tür insan var!’ dedim İD’ye. ‘Biri 'Hizmetkâr' diğeri 'Hünkâr'. Maalesef yedi
milyar insanın çok azı hariç tamamı hizmetkâr.’
‘Hünkâr
nedir?’ diye sordu İD. ‘Kral gibi bir şey mi?’
‘Evet!’
dedim. ‘Osmanlı İmparatorluğu’na ait bir kavram, Padişah, Sultan, Hükümdar
anlamında kullanılır. Ancak içerdiği anlam daha geniş ve daha kapsamlıdır, ‘Kral’ı
da yönetir. İmparatorlukta birçok kral ‘Hünkâr’a bağlıdır, atamalarını da
Hünkâr yapar.’
‘Benle
ilgisi ne?’ dedi yine sakin bir şekilde.
‘Amerikalılar
gittiğimiz her yerde ikimizin fotoğraflarını çekmişler, birer sevgili olarak
görünmemiz için gereken açıları seçmişler ve yanılsamalar oluşturarak karıma
göndermişler!’ dedim. ‘İlk oturumda neler yaptığımı gördüler. Cevval'in üzerindeki
etkilerimi de biliyorlar. Buradaki toplantıda ve sonraki muhtemel toplantılarda istediklerini
elde etmek amacıyla bana şantaj yapmak, dikkatimi dağıtmak için! Senle ilgisi şu;
seni kullanarak beni de kendilerine hizmetkâr yapmak. Dünyaya ‘hünkâr’ olmaya
devam etmek istiyorlar!’
İD sakin
kalarak beni şaşırtmaya devam ediyordu:
‘Hiç
şaşırmadım!’ dedi. ‘Peki görüntüler karına ulaştı mı, sen nasıl öğrendin?’
‘Bizim
istihbaratçılarımız da çalışıyor, onlar yakalamışlar!’ dedim. ’Ki onlar
engellemese de gönderilenlerin karıma ulaşmaları imkânsız!’
‘Nasıl
imkânsız!?’ diye heyecanlanarak sesini yükseltti İD. ‘Bunu engellemenin bir
yolu mu var?’
‘Evet var,
üstelik birden fazla yolu var!’ dedim. ‘Herkes teknolojiyi, telefonu,
elektronik iletişimi tanımlandığı gibi kullanmak zorunda değil. Eğer sen de
istersen insanların sana ulaşmalarını engelleyebilir ya da kontrol edebilirsin.
Bu tıpkı birden fazla telefon hattına ya da elektronik mektup adresine sahip
olmak gibi bir şey.’
‘Çok zeki
bir insansın sen!’ dedi İD hayranlıkla.
‘Ben her
insanın zeki olduğunu düşünüyorum, ama!’ diyerek itiraz ettim. ‘Zekâ'nın azı da çoğu da yok, bu yüzden bana iltifat
etmene de gerek yok!’
‘Nasıl
yaaaa!’ dedi hemen itiraz ederek. ‘Her insan nasıl zeki olabilir? Herkes senin
düşündüğün gibi düşünemiyor işte!’
O an İD’nin
zihninin akışına uymayı seçmiştim. Beni dinlendiriyordu onun zihinsel şemasının
işleyişine uygun zihinsel akışla düşünmek; üzerimdeki gerilimi azaltıyordum.
Çok sade ve derinliksiz olan bakış açılarında kimi zaman saf bir çocuğun
sadeleştirici gündemi öne çıkıyor, kimi zaman da etkileme gücü çok fazla olan
bir kadının cazibesi yükseliyordu. Tek risk hangisinin ne zaman öne çıkacağını
bilememekti. Bu riski de bu yolculukla göze almıştım zaten.
İnsanlığın
en büyük yanılgılarından birine, zekâ ve akla dair çözümlememi ona tane tane
anlatmaya başladım:
‘Bak, dinler
misin beni, söylediklerim aklına yatar mı bilmiyorum.’ dedim sesimi
düzleştirerek. ‘Sizinkiler insanın bedenini ve ruhunu mikro analiz yöntemiyle
paramparça yaptılar ve her bir parçasını yeniden tanımlayarak insanı özgürlüğü
için her şeyi yapacak şekilde yaratılmış olan ‘kendisinden’ uzaklaştırdılar,
ama bu suçun işlenmesinde tek sorumlu olanlar Batılılar değil, Batılıların ilk
öğretmenleri olan Doğuluların bu işte çok daha büyük sorumlulukları var!’
‘Anlamıyorum
dediklerini!’ dedi İD.
‘Zekâ ve
Akıl’a dair Batı’nın ürettiği her türlü teori kökenini öncülü olan İslam
medeniyetinden alır, İslam medeniyeti de bu tarz teori üretme hastalığını
‘Kur’an’dan değil, tam tersine Antik Yunan, Antik Mısır, Antik Hint, Antik Çin
ve daha çok Antik Yahudi öğretilerinden ya da çevirilerinden almıştır. Batı'daki
aydınlanmanın köklerinde her ikisi de satanistlerin etkisinde olan ‘Endülüs Sufizmi’ ve bir de Farabi, İbn-i Sina gibi isimlerin önderlik ettiği ‘Meşşâî Felsefesi’;
Sufizm’in döngüsü batıdaki ‘Hümanizm’i doğurdu ve insanı insancıl söylemlerle öldürdü,
‘Meşşâî Felsefesi’ de ‘Batı Bilimi’ni geliştirdi; Batılılar ikisini de kullandılar!’ dedim.
‘Amaçları
neydi peki?’ diye sordu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.