Ahu Öztürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahu Öztürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2018 Cumartesi

SA5839/ÇY10-AÖ32: Selim Ağa ve Çocuklarının Hikayesi




Tarih 1920’ler. Daha Cumhuriyet ilan edilmemiş, Osmanlının son dönemleri. Hikaye, Doğu Akdeniz taraflarında, Elbistan ovasında bir köyde geçiyor.

Köyün evleri kerpiçten ve tek katlı imiş. Neredeyse her evin bahçesi varmış, fakat sayılı kişiler bahçelerine bostan eker ya da meyve ağaçları dikerlermiş. Köyün üst yanından bir Çay akarmış. Çay boyunca söğüt ve kavak ağaçları sıralanırmış. Köyü çepeçevre dolaşan bir de ark varmış. Bu ark tarlaları sulamak içinmiş.

1 Şubat 2018 Perşembe

SA5574/ÇY10-AÖ31: Anasının Nazlı Kızı

"Anam, ben senin hala nazlı kızınım. Hiç büyümedim. İçimde masum, şefkatine muhtaç, saçları melikli bir kız var."


O benim yârimdi. Daha on beş yaşında avuç kadar yüreğim onun için büyük büyük atıyordu. Akraba idik. Sık sık karşılaşır birbirimize uzun uzun bakardık. Güzel kızdım. Siyah uzun saçlarımı anam her sabah önüne alır sanki pamuk okşuyormuş okşar, sonra iki yana ayırıp melik örerdi. 

Anamın nazlı kızıydım. Evin önünde bir kağnı arabası dururdu. Anama küsersem çıkıp oraya otururdum. Anam hiç kızmadı bana, küsmezdi. Küsünce eve gelmeyeceğimi bilir, usulca yemeğimi kağnın üzerine koyup giderdi.

14 Mayıs 2017 Pazar

SA4323/ÇY10-AÖ30: Sefil Memet

"Öğretmenlere evin bir köşesine yaptığı kütüphaneyi de gösterdi. Babasından kalan kitapları, şehre her indiğinde aldığı kitapları anlattı."


Güneş batmış, hafiften rüzgar esmeye başlamıştı. Şaş Memet, otlattığı koyunları önüne katıp yavaş yavaş evin yolunu tuttu. Köye iki saat mesafe uzaklığındaki dağ yamacına gitmişti bugün. Yarım saat ilerledikten sonra biraz dinlenmek için durdu. Koyunlardan yeni doğum yapanlar vardı. Birkaç kuzu sürekli annelerini emiyordu. Biraz mola vermek onlar için de iyi olacaktı.

Memet, bir taşın üzerine oturdu. Kitap okumayı çok seviyordu; babasından kalma bir sürü kitabı vardı ve mutlaka yanında kitap taşırdı. Dağ bayır demez, bulduğu her fırsatta okurdu.

12 Mayıs 2017 Cuma

SA4317/ÇY10-AÖ29: Söyleşi; Badminton Milli Sporcusu Murat Saka




Takdim

Benim gibi sporla pek alakası olmayan insanların Badminton’u ilk kez duyacağına eminim. Murat Saka ile tanıştığım vakit bu spor dalından haberdar oldum. Milli bir sporcu ile tanışıp söyleşi yapmazsam olmazdı. Hem kendimi bilgilendirmek hem de bilmeyenleri bilgilendirmek maksadı ile ben sordum o cevapladı.

Ama önce kısaca tarihini paylaşmak istiyorum,

20 Mart 2017 Pazartesi

SA4114/ÇY10-AÖ28: Tek Kişilik Devlet; Muallâ

"Küçük devletinin etrafını içten ve dıştan saran düşmanlar işgal etmiş, savunmasız kalıp esir düşmüştü. Gururlu bir esirdi Muallâ, herkes yenildiğini düşünse de o kazandığını düşünüyordu."


Evlilik; dört duvar arasında küçük bir devlet inşa etmekti. Dışarıdan gelecek düşmanlara karşı güven ve sadakatten örülmüş surlar, iç ve dış güveliği sağlayacak sevgi ve saygı askerleri, ekonomik krizler için birlik ve sabır, refah günlerde şükür ve duadan oluşan, kendine has bir düzen içerisinde kurulmuş bir devletti.

Muallâ bunları düşünüyordu, cama vuran yağmur damlalarında buğulu gözlerinin aksini izlerken. Nelerden vazgeçmişti bu evlilik uğruna, daha on yedi yaşındaydı gençliğinin baharında taze bir fidandı kendisinden on beş yaş büyük bir adama aşık olduğunda. Babasının tüm karşı çıkışlarına rağmen evlenmişti.

1 Şubat 2017 Çarşamba

SA3928/ÇY10-AÖ27: Söyleşi: Antika Nedir?

"Bizim insanımız antika ürünleri beğeniyor, hoşlarına gidiyor, fakat bu konuda fazla bilgi sahibi değiller, soran olduğu zaman severek ürünün tarihini, ne şekilde kullanıldığı ve kime ait olduğunu anlatıyorum."


Sunum

Üsküdar Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu antika fuarına tanıştığım samimi ve güler yüzlü iki insan. Baba ve oğul. Serhat ve Serhan Kaya. Fuara asıl gidiş amacım değişik bir kaç objeyi fotoğraflamaktı, çekingen çekingen birkaç poz geçerken güler yüzlü Serhat Abi, "Gel istediğin her şeyi çekebilirsin” dedi. Standlarında oldukça çok çeşitli ürün vardı. Fotoğraf çekip de çektiğim konu hakkında bilgi sahibi olmamak olmazdı, ben de antika ve antikacılık hakkında kendilerinden bilgi edinmeye çalıştım. 

16 Ocak 2017 Pazartesi

SA3870/ÇY10-AÖ26: Balkız'a Mektuplar

"İhmalkarlık, umursamazlık herhalde çağımızın hastalığı."


Sevgili Balkız,

Başlanması gereken satırlarım yazılması gereken cümlelerim var. Satır başına selamlarımı eklesem, İstanbul selamı, gerisini biliyorsun işte bir fanini saçma sapan kelamları.

İstanbul bugün güzeldi, her yerde kar vardı ve güneş açmıştı aynı zamanda, keşke burada olsaydın muhteşem bir manzara..

Biraz önce yağmur yağdı, yağmur,güneş ve kar, zannederim benim görmediğim bir yerlerde gökkuşağı çıkmış olmalı.

5 Aralık 2016 Pazartesi

SA3716/ÇY10-AÖ25: Mecnun Leyla

"Çınladı sokaklar Leyla’nın sesiyle, İstanbul çınladı, dünya çınladı.."


Şimdi ki zamanlarda geçer hikaye. Geçmiş aşklara selam edip. Kızın adı Leyla oğlanın adı Mecnun ama kız “Leyla” olmasına Leyla idi, ama oğlan “Mecnun” değildi.

Leyla çok sevdi Mecnun’u, Mecnun kaçtı Leyla’dan.

O vakit bu vakit, gel zaman git zaman... Cihangir'in karanlık bir sokağında buluştular bir gece. Kız sarılıyor, öpüyor, sevgi sözcükleri fısıldıyordu Mecnun'un kulağına.

19 Eylül 2016 Pazartesi

SA3445/ÇY10-AÖ24: Ağladı Kadın

"Sustu kadın, adama 'mutsuz son'lu bir roman okur gibi, sustu."


"Ağlama!" dedi 'adam' gözlerinden papatyalar düşen 'kadın'a. "Her başlangıcın bir sonu var ve her son bir başlangıç içindir, unutma!" diye fısıldadı.

Dışarıda sonbahar yağmurları yağarken, rüzgar gazelleri başka diyarlara uçururken. Ağladı kadın, gözyaşlarını yağmura ısmarladı. Dillerine zincir vurdu, sustu..

12 Eylül 2016 Pazartesi

SA3418/ÇY10-AÖ23: Hülyâ’dan Kâbus'a

"Galiba insanları fazla incelemek ruh sağlını bozabiliyor."


O kadar dalmışım ki, gözlerim dışarıya bakıyor, ama aklım nerelerde. Otobüse binip ilk boş koltuğa oturmuştum; karşımdaki koltuk boştu, ne kadar zaman geçmişti oraya ne zaman gelip birisi oturmuştu bilmiyorum. Dalgınlığımdan bir anlık çıkıp karşımda oturan adamla gözgöze geliyorum, içim ürperiyor, korkuyorum birden. 

Gözlerinin beyazı sanki sarıya boyanmış, kahverengi olan gözlerinin üzerine de ince gri bir tül çekilmiş sanki ve arkasında gözlerini dışarıya çıkarmasını sağlayacak yaylar var gibi duruyor. Biraz daha gözlerini büyük açsa üzerime düşebilirler ki kalın kahverengi kenarlı gözlükleri bunu engellerdi sanırım.

9 Eylül 2016 Cuma

SA3408/ÇY10-AÖ22: Bir Özür Borcum Var Kendime

"Kafiye uyumlu yalanlar, dolanlar, hece ölçüsüyle kurgulanmış şiirimsi palavralar."


Bir özür borcum var kendime; insanlara inandığım için.

Hâlâ, hâlâ saf kaldığım için, kötülük nedir, zalimlik nedir, kandırmaca oyunları nedir bilmediğim için.

Bir evin tozlu tavanarasında açılıp okunmamış bir kitap misali kalmışım bunca zaman; saflığımla, iyi niyet ve samimiyetimle. Dışarıda insanlar tozlu bile değiller; mide bulandıran irin içindeler. Sokaklarda, caddelerde akıp gidiyorlar kirlerini ona buna bulaştıra bulaştıra.

28 Ağustos 2016 Pazar

SA3354/ÇY10-AÖ21: "Kadınları Anlamak Zor Değil Azizim"

"Sessiz sakin evin tadını sürmek niyetindeydi, ama her akşam evde bir şeyler yapmak istediğinde bazı şeylerin çalışmadığını fark ediyordu."


Hüseyin kırkbeş yaşlarında, uzun boylu, kır saçlıydı. Sessiz, mütavazi, evinden işine, işinden evine giden evli ve üç çocuk babası bir adamdı.

Gençlik yıllarında bir kızı çok sevmiş lakin ailelerin olur vermemesi yüzünden bu izdivaç gerçekleşmemişti. Zaman geçmiş Hüseyin “sevdiğini alamadıysan aldığını seveceksin” sözüne hürmet edip evlenmişti.

21 Ağustos 2016 Pazar

SA3329/ÇY10-AÖ20: Savaş Çocukları

"Bizim payımıza “kaderleri böyleymiş” deyip uzaktan izlemek mi düşüyor?"


Şimdi yazacaklarım yazım kurallarını ihlal edecek, başı ortasına uymayacak, ortası sonuna, sonu başına. Tıpkı insan haklarını ihlal eden ülkeler, insanlar gibi ben de ihlal edip kanına gireceğim kelimelerin. Ümran bebeğin gözlerinden yaş akması haktı, ama yaş yerine kan aktığı gibi..

Sahi nasıldı insan hakları, neydi o, kimlere uygulanıyordu ve kime göre ihlal ediliyordu? Aylan bebek vardı bir de derin denizlerde boğulan, hakkı ihlal edilen. İki küçük çocuk .. Çocuklar “insan” olmuyor mu yoksa? Kafam karıştı şimdi.

13 Haziran 2016 Pazartesi

SA3033/ÇY10-AÖ19: “Çelenk” İstemem, Göndermeyin!

"İnançlarımızda, adetlerimizde, geleneklerimizde olmayan ne varsa bize empoze edilmiş, ruhumuza işlenmiş."


Açılış, cenaze, düğün gibi törenlerin girişinde görürüz 'Çelenk’i. Büyükçe yuvarlak içerisinde yapraklar, çiçekler olan, ayaklı bir şey. Sevincin veya üzüntünün fazla olduğunu göstermek için midir bilinmez, çoğunlukla hali vakti yerinde olan kesimler tarafında törenlere gönderilir ve üzerlerine koca harflerle gönderenin isimleri yazılır. "Gelemedim; ama bakın ben buradayım" der kapının bir köşesinde. 

Tören bitince ya çocukların hışmına uğrar ya da gelen geçen çiçeklerini koparır ve en nihayetinde birkaç saat içerisinde  çöp olur.

8 Haziran 2016 Çarşamba

SA3009/ÇY10-AÖ18: Bir PÖH Röportajı: Nusaybin’de “Özel” Bir Yürek

"Bu vatana hizmet ederek ölmek huzur vericidir. Polis olmasaydım ve beni çağırsalardı seve seve giderdim hainlerle savaşmaya."


Sunum:

Mardin’in Nusaybin İlçesinde görevli Özel Harekat Polisi O. M. ile operasyonlarda yaşadıklarını konuştuk.

Ahu Öztürk: İlk olarak  Özel Harekat polisleri neye göre seçiliyor, en önemli kriterler, aranan özellikler nelerdir onu sormak istiyorum?

6 Haziran 2016 Pazartesi

SA3001/ÇY10-AÖ17: Yahudi Düşmanı Gurbetçi Hasan

"Sevgisiz, ilgisiz, baskıyla mı büyütmüşlerdi, yoksa çok mu serbest?" Bir müddet kendilerine bu soruyu cevap arayacaklar belkide suçu kendilerinde değil Hasan’da bulacaklardı.


Hasan, gurbetçi bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesi ve babası sofu denilebilecek kadar dindardı. Babası yumuşak huylu, sabırlı bir adamdı. Annesi babasının aksine daha baskın, sert karakterli birisiydi. İkisinin arzusu da, duası da çocuklarının hayırlı bir evlat olması, kendileri gibi İslamı yaşamaya çalışan bir fert olmasaydı.

Vakit çabuk geçmiş Hasan bir anda delikanlılık dönemine gelmişti. Almanya’da yaşamalarından sebep, yakın çevrelerinde fazla Türk bulunmuyordu, Türk olanlar ise yavaş yavaş Türklüklerini kaybedip Almanlaşmışlardı. 

27 Mayıs 2016 Cuma

SA2952/ÇY10-AÖ16: Yaşamıyor Gibi Yaşıyorum

"Karıncalar hâlâ zihnimin içine seni taşıyorlar, duyuyorum ayak seslerini."


Geceden kalma hüzünlü gözlerle uyandım sabaha. Adını sayıklamışım belli, nasıl da sen kokuyor nefesim. Hasretin ağır gelmiş bedenime, kaldıramıyorum yataktan kendimi. Usulca doğrulup göğe uzatıyorum ellerimi, sana “günaydın”ım göklere ulaşan hayır duam oluyor. Sevmedin diye beddua edecek değildim. Dualar gönderirken sana pencereme kumrular kondu, nasıl şımarık ve arsızlar, sanki biliyorlar hasretten can çekişen halimi, kıskandırmak için nasıl da uğraşıyorlar.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

SA2931/ÇY10-AÖ15: Bir Mektup Zarfı, İki Pul Lütfen!

"Elinde eski pulları veya zarfı olan varsa kesinlikle saklamalı diye düşünüyorum. Tarih kokan şeyler kıymetlidir."


Mektup zarfları ile bütünlemiş daha sonrasında kedi başına bir devrim yapmış pul. Zarflar gizemli şeyler sakladığından mıdır bilinmez, pek bir önemli görülmemiş halbuki onlar daha değerli olmalıydı. Posta pulu, posta gönderilerinde posta ücretinin ödendiğini göstermek amacı ile kullanılan bir tarafı yapışkanlı, diğer tarafı çoğunlukla resimli ve yazılı kâğıt etikettir bilindiği üzere.

Pul, ilk olarak 1840 yılında Birleşik Kral Emirliği'nde kullanılmaya başlamış pulun üzerinde ise genç Kraliçe Viktorya'nın resmi bulunmakta imiş. 

11 Mayıs 2016 Çarşamba

SA2876/ÇY10-AÖ14: Kabus'tan Cennet'e

"Bu kabustan uyanıp tekrar uyumalıyım, pembe rüyalar görmem gerek.."


Burnuma barut ve kan kokuları geliyor. Etraftan çığlıklar ve çocukların ağlamaları duyuluyor. Ardından kulakları sağır eden bir ses... Bomba sesi olmalı, kulaklarım çınlıyor, duyma yetimi kaybediyorum galiba. Gökten ateş parçaları düşüyor birden. Füze mi onlar? Gitmeliyim, kaçmalıyım buradan, kimseyi kurtaramam, üzgünüm, gitmeliyim.

Başka bir kapıdan giriyorum, yıkık binalar sanki deprem olmuş gibi, enkaz altından ölü bedenler.. Allah’ım yoksa kıyamet mi kopmuş burada? Su yok, yollar çukur, akşamları zifiri karanlık, buz tutmuş sanki her yer. Neredeyim ben? Yardım edemem size, ölülere bakamam ben; korkarım.

28 Nisan 2016 Perşembe

SA2812/ÇY10-AÖ13: Barış Manço Müzesi: Moda 81300

"Kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Müzelerin soğuk bir yüzü vardır genelde, ama burası insanın içini ısıtıyor. Barış Manço’nun enerjisi hâlâ o evde."


Kadıköy Moda’da ki mektup adresi “Moda 81300” olan evini herkesin bildiği üzere müzeye çevirmişler. Uzun zamandır gitmek istediğim bir yerdi. Nihayet nasip oldu. 

Önce Kadıköy Rıhtımdan yukarı Boğa heykelinin oraya doğru yavaş yavaş adımlarla çıktım. Malum Moda’ya çıkmak için tranvaya binmediğiniz takdirde biraz fazla yürüyüş yapmış oluyorsunuz. Bahariye bitiminde sizi kuşların uçuştuğu, benim gördüğüm kadarıyla yaşlı dede ve teyzelerin hava alma yeri olarak kullandığı bir Moda parkı sizi bekliyor. 

Seçkin Deniz Twitter Akışı