Ahmet Haydar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Haydar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2020 Çarşamba

SA8840/AH25: The Outpost-Son Karakol; Afganistan’da Amerikan Zorbalığı’nın Sonu

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonuç olarak filmin kuru gürültüsüne gömülen, ancak bütün insanlığın bilmesi gereken bir gerçek var: Afganistan, hainlerine ve ödediği ağır bedele rağmen  işgalcileri Rusya ve ABD'yi ayrı ayrı zamanlarda rezil ederek 'yendi'.


Filmi izlerken çok karışık şeyler düşünüyordum. Bu bir film değildi, doğru izlenmesi gereken bir belgeseldi; Amerikan İmparatorluğu’nun yenilgisini anlatan nesnel olmayan bir belgesel, güneş doğmadan en az bir saat önce okunan sabah ezanını güneş doğarken okutan bir cehalete ek olarak film süresince sık sık ve zamansız bir şekilde fonda yankılanan ezan seslerine işlenen İslam düşmanlığını yayan propaganda videosuydu.

8 Ağustos 2020 Cumartesi

SA8774/AH24: Tom Hanks-Greyhound; Hollywood’da bir Kırılma Ânı

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Editörlerin -ki kesinlikle eminim, editörlerden daha çok kurgu üzerindeki etkisini hissettiren senarist ve yapımcı Tom Hanks’in- filmin nesnelerine ve başrol oyuncusunun karmaşık duygularına başarılı bir şekilde yüklediği simgeler bir kırılma ânının yaşandığını gösteriyor."

Alman Gri Kurdu (GrayWolf; U-Bot Denizaltısı) ve Amerikan Tazısı’nın (Greyhound; Savaş Gemisi) Ölümcül Savaşı/ Atlantik 1942

Baştan sona asık ve kaygılı suratını izlediğimiz, zafer elde ettiğinde bile gülümsediğini görmediğimiz Kaptan Ernest Krause rolündeki Tom Hanks’in, senaryosunu yazdığı ve yapımcılığını Gary Goetzman’la paylaştığı bu filmde neyi amaçladığını anlamak şaşırtıcı. Bir filmin ruhuna sinmiş olan şeyi keşfedebilmek gerçekten dikkat ve bilgi gerektiren bir öz geçmiş hikayesini zorunlu kılıyor.

29 Aralık 2019 Pazar

SA8246/AH23: Ateist Döngü’ye Hizmet Eden Bir Film: AD Astra-Yıldızlara Doğru

"Filmin akışında sonraki yüzyıllarda kurulan uzay kolonilerinin normalleştiğini görüyorsunuz. Roy’un iç sesinin Ay’da kurulan kolonide karşılaştığı şeylere verdiği tepki şöyleydi: “İçkiden ve tişört satan mağazalardan kaçıp buraya gelmiştik” İnsan insandan kaçtığı için uzayda koloniler kuruyordu, ama yine de kaçamıyordu kendisinden ve ürettiği hastalıklardan."


Satürn kuşağının altında uzaya demirlemiş olan ‘Lima Projesi’ gemisinin içinde 90. dakikada başlayan ve sonra dışında devam eden, gelecekteki şimdi için tarihin en iyi, en ünlü uzay komutanı olan efsane bir astronot baba (H. Clifford McBride'ın) ile onun yolunda ilerlemeyi hayatının amacı haline getirmiş olan astronot binbaşı oğlu (Binbaşı Roy McBride) arasındaki kesintili sohbet, 104 dakika boyunca izlediğim 100 milyon dolarlık maliyetle çekilen bu görsel efekt yığınının hangi amaçla çekildiğini anlamamı sağladı.

20 Eylül 2017 Çarşamba

SA4894/AH22: 'Tepedeki Şehir'in Katliamcısı: Drone of USA

"2004 yılından bu yana ABD'nin Pakistan'da düzenlediği 416 drone saldırısında 3 bin 450'den fazla müslüman kişi hayatını kaybetti."


Bir dramın ya da trajedinin belgeselini izlerken ne hisseder insan? Zulmün, insanlık dışı katliamların acımasızlığını gözleri ile gören biri ne hissederse onu hissettim, filmi izlerken ve filmin en çarpıcı sahnelerinin yaşandığı final bölümünde. Amerika Birleşik devletleri 100 yıldır insan öldürüyordu, ancak bu kez Drone'ların mekanik acımasızlığı masum, sivil, çocuk, kadın, yaşlı demeden her türlü savaş dışı uygulamalarla müslüman insanları öldürüyordu. Bu bir savaş değildi birinci ya da ikinci dünya savaşı gibi; Kore ya da Vietnam da yerini tutmuyordu bu benzersiz vahşetin.

7 Şubat 2016 Pazar

SA2460/AH21: Dehşet Verici Gerçeklik; Önce Fidan Sonra Erdoğan: Darbe-7 Şubat 2012

"Darbe", Paralel Yapı (Cemaat)nın devleti dilediği gibi yönetmeyi ve aslında 'söz dinlemeyen' Erdoğan'ı başbakanlıktan indirip tutuklamayı amaçlayan dehşet verici bir gerçeği anlatıyor.




Bu filmin hemen her gün TRT1’de Prime Time’da gösterilmesi gerek. Çünkü başka türlü olanı anlatmak -geçen dört yıl ve Erdoğan’ın paralel örgütlerle mücadelesinde neredeyse yalnız kaldığı dikkate alındığında- mümkün değil. Halkın yeterince bilinçlendiğini sanmıyorum; hatta zamanın acımasız unutturuculuğunun gittikçe daha etkin bir şekilde belirgin bir duyarsızlık ürettiğini görebiliyoruz.

Elbette bu gücün yayıldığı devlet kademeleri, siyasî yapılar, dernekler ve odalarda kadrolanmış elemanları tasarlanmamış bu duyarsızlığı ‘korku’ pompalayarak pekiştirmekte. O halde tek yol Darbe ve benzeri filmlerin sayısını arttırmak ve izlenmesini sağlamak.

20 Ocak 2016 Çarşamba

SA2373/AH20: The Revenant-Diriliş; Oscar Uğruna Çiğ Karaciğer Yemek


"Hepinize iyi seyirler; sıkılmazsanız, haşin soğuk kış şartlarında hayatta kalmanın nasıl mümkün olduğunu da göreceksiniz."


Sinema’nın ya da Hollywood’un bir karar vermesi gerek; teknolojiyi gerçek-doğal platolarda, gerçek sahnelerde kaliteli görüntü almak için mi kullanacaklar, sinemayı 60-70 metrekarelik teknoloji-bilgisayar üssü odalarda dijital olarak mı inşâ edecekler? Dijital teknoloji ile üretilen filmlerin çok da fazla sanat –eğer dijital sanata sanat denmeyecekse- kaygısı yok, doğal olarak da ödül kaygısı oyunculuktan daha çok senaryo, kurgu ve biraz da yönetmenlik dalına kayıyor.

Galiba DiCaprio Oscar alabilmek için birçok teklifi elinin tersiyle iterken, bu filmin hikâyesinden ve görüntü yönetmeni ile yönetmeninin ısrarlı ‘doğal’ arayışından etkilenmiş; muhtemelen Oscar’a odaklanabilmesi için bu hikâyede yer almak gerektiğine karar vermiş. Peki, The Revenant’taki oyunculuğu ile Oscar alabilir mi? Altın Küre'de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldığına göre, Oscar almasının da mümkün olduğunu düşünenler çoğunlukta. Aksi halde vejetaryen olduğunu iddia edilen DiCaprio’nun bir sahnede sığır karaciğerini çiğ çiğ yemesini izah etmek imkânsız.

15 Şubat 2015 Pazar

SA1164/AH19: Amatör ve Başarısız Bir Film; Kod Adı: K.O.Z

"Beyazların bu filme bir sanat yapıtı olarak bakmadıkları ve bu açıdan eleştirmedikleri ortada iken, bu kadar çok kırılgan bir filme bu kadar yatırım yapmak iyi niyetle açıklanamaz."


Uzunca bir süredir sinemaya dair yazmak istemiyordum. Zamanım elverdikçe sinema filmi, televizyon dizileri izliyordum; psikolojik, sosyolojik, ideolojik değişkenler içeren eleştirel analizler de yapıyordum, ancak bunları yazmak bana artık yük olmaya başlamıştı. Milyarlarca sinema-televizyon izleyicisine ulaşmak, "Bakın, size, toplumlarınıza şöyle şöyle şeyler yapılıyor, amaçları size ve hayatınıza zarar vermek; kendinizle, çevrenizle, toplumla, inançlarınızla yaşadığınız siyasi sistemlerle ilişkilerinizi 'subliminal' mesajlarla deforme etmek, sizi kaosa sürüklemek istiyorlar" demek istiyordum, ama bunun imkansız olduğunu biliyordum. Çünkü artık kendilerini kontrol edemeyecek derecede  'bağnaz-pastel-ilkesiz bir dünya' özlemiyle yanan milyarlarca hasta insan vardı.


Bir süredir yeniden yazmayı düşünüyordum; henüz doğan, bir süredir doğmuş olan ya da doğacak olan çocukların belki de benim yazdıklarıma, yazacak olduklarıma ihtiyacı vardı. 13 Şubat 2015'te vizyona giren Kod Adı: K.O.Z filmi yeniden başlamam için bir sebep verdi bana.

22 Haziran 2014 Pazar

SA730/AH18: Çağan Irmak Uzaktan ve Eksik Soruyor: “Tamam mıyız?”

“Dünyanın kralı olabilir hâlâ Çağan Irmak, yeter ki kendi döngülerini aşabilsin, kollarına iyiliğin kanatlarını taksın.”


Jenerik başlarken simsiyah ekranda kırmızı harflerle sessizce konuştu Çağan Irmak: “Arkadaşlarıma adanmıştır.” Filmi kendi duygularına dokunan safralar yüzünden çektiğini öğrenmiş oldum. Gözlerim dolu dolu Allah’ın sınırlarına riayet etmeyen ailelerin, insanların birbirlerine çektirdikleri acıları tartıp duruyordum.

Keşke her türlü vahşetle paramparça edilen, öldürülen Suriyeli, Arakanlı çocuklar da senin arkadaşın olsaydı da, filmlerini çekseydin Çağan!, dedim. Çocukluğundaki acıları daracık çevrendeki acılarla akraba tutan ve onlar adına sanat yapan Çağan, duyarlılıkların ne zaman seni çekip çıkaracak senin ve toplumun boğulduğu yerlerden? Ne zaman kan gölüne dönen dünyaya bakacaksın? Ne zaman daracık sosyete mekânlarından çıkıp romantizmin doruklarında gözyaşlarından çare arayacaksın? Sence insanlar filmlerini izlediklerinde ağlamaktan başka ne yapacaklar? Sonrası ne bunun Çağan? Yeni bir kısır döngü değil mi?

9 Nisan 2014 Çarşamba

SA627/AH17: Herkül Efsanesi -The Legend of Hercules-

“Filmlerdeki gibi mutlu sonla bitmiyor çoğu hikâyeler. Tanrısal gücün suflörleri genellikle yalancı çıkıyor…”


İmbik Teorisini işletmeye devam ediyorum. Mutlu sonla biten filmin, mutluluk gösterisi pek de sempatik. Antik çağların mümkün olmayan bembeyaz cibinliğinin mümkün olan rüzgârlarla hafif hafif sallanan aralıklarından görünen Herkül, karısı ve mutlu yüzlerle sevdikleri bebekleri.

Filmin dokumaları arasında kalan ve mutlu karelerle örtülen gerçek ise dehşet verici. Herkül babasını öldürmüştür, karısı da kocası Herkül’ün erkek kardeşini. Herkül kral babasını öldürmüştür ve kral olmuştur, karısı da kendisiyle evlenmek için kardeşi Herkül’le ölümüne mücadele veren kayınbiraderini öldürerek Herkül’le evlenmiştir.

31 Aralık 2013 Salı

SA513/AH16: Vatikan’ın Utancı: Madonna Ağlıyor/ Mea Maxima Culpa: Silence in The House of God

Benim Büyük Hatam; Tanrı’nın Evinde Sessizlik


Belgesellerin kanıtlara dayalı kurgularını her zaman ilgi çekici buldum. Her belgesel kendi tezlerini dayatmasına rağmen, bu tezlerin alt şebekelerinde hep kendi tezlerimi ürettim ve bu tezlere uygun kanıtlar buldum.’ Mea Maxima Culpa’yı birkaç ay önce izledim. Yazmak istedim. İlgili araştırmaları yaptım, ancak yazmak için uygun motivasyon zamanları bulamadım. Şu anda yazıyor olmamın da bir tek gerekçesi var. Gelecek zamanın araştırmacıları bu konuya mutlaka ilgi duyacaklar ve maalesef elimizde olanları anlatan Türkçe bir metin yok, onlara hatıra bırakmak için bu metni yazmaya karar verdim. Doğal olarak, bu bir ‘Belgesel’ anlatımından ziyade, belgeselin dayandığı temeli anlamaya yönelik bir çalışma olacak.

12 Ekim 2013 Cumartesi

SA442/AH15: Tanrılar Meclisi’nden Obama’ya Uzanan Tehditkâr El; Beyaz Saray Düştü -White House Down-

Neoconları Kristalize Eden Bir Hollywood Klasiği


Filmin sonunda kalan tortuları tahlil ederken yorulduğumu söyleyemem, ancak tahlillerimi belgelerken filme gereğinden fazla zaman ayırdığımı düşündüğüm de oldu.  Hollywood’un hiçbir sanat aktivasyonu nedensiz değil. Sandığımızın aksine küçük ayrıntılardan bütüne her şey bir amaca matuf. Bir Hollywood filmini tahlil etmek, sadece sinema bilgisi ile mümkün olan bir şey değil.

Çok kapsamlı ve ulta organize bir sanat faaliyeti olarak sinema, ekonomik, siyasî, sosyolojik, psikolojik unsurlar dahil edilerek hazırlanan dinî ve ideolojik bir konsept; bu sebeple bir Hollywood ürününü tahlil edecek olan bir eleştirmenin bütün bu alanlarda asgarî bir anlam pozisyonu almış olması gerekir. Bu da yetmez; eleştirmenin bu anlam pozisyonları arasındaki ilişkiyi de görebilmesi şarttır.

5 Eylül 2013 Perşembe

SA392/AH14: Oblivion; Farkında Olmamak ya da Dianetics Arınma

“Anlıyorum ki; ABD batsa da Hollywood psişik mesajlardan vazgeçmeyecek gibi görünüyor.”


Minik bir kanyon gölü. Domates, biber ve diğer sebzelerin bulunduğu minik bahçeyle meşgul bir kadın ve kadının az ötesinde organik oyuncaklarıyla oynayan üç-dört yaşlarında bir kız çocuğu.


Görsel efektlerle zenginleştirilmiş fotoğraf yeniden yaşanabilir dünyada yaşıyor olmanın sıcak renklerini taşıyor. Subliminal acze gerek duymayan açık bir mesaj. Evlenmiş bir kadın ve erkeğin doğal ortamlarda çocuklarıyla kimseden zarar görmeden yaşayabilecekleri eski bir dünya özlemi.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

SA355/AH13: Manipülatif Çarklar Çalışıyor; Killing Season- Öldürme Mevsimi

“Amerikalılar ve Sırplar, Bosnalı müslümanlar yüzünden birbirlerine acı çektirmişlerdi.”


Televizyon kanallarındaki Suriye haberlerinin alt/ana mesaj olarak kullanıldığını gördüğümde filmin neden çekildiğini anladım. Film bittiğinde, herkes Suriye’deki vahşete, katliama, soykırıma Amerika’nın neden seyirci kaldığını anlayacak ve karşılıklı acılarla dolu yeni öz geçmişler oluşmayacaktı.

Suriye, Amerikalı askerlerin ve Esed’in askerleri ile savaştığı bir yer olmamalıydı. Çünkü gelecekte, yardım için gitmiş olasalar da, hem amerikalı askerler hem de öldürecekleri Esed’in askerleri derin acılar yaşayacaklar ve kendilerini  ve birbirlerini affedemeyeceklerdi.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

SA334/AH12: Franz&Polina; Savaş Sunaklarında İki Kurban

“Savaşların çıkarlara hizmet ederken yok ettikleri hayatlarla beraber, bir sürü duygu var.”


Karla kaplı ormanlarda dolanıp duran ve mola veren kadınlı, erkekli, çocuklu bir topluluk ve doğum yapmak üzere olan genç bir kadın. Ergenliğin sarsak ruhunda bir erkek çocuk, elinde doğum için taşıdığı iki su kovasıyla gözleri kapalı olan kadına doğru ilerliyor, kovaları yere bırakıyor ve sessizce kadının arkasına geçiyor, sağ elini kaldırıp kadının saçlarına dokunuyor… Kadın birden gözlerini açıyor ve “Franz!” diye bir çığlık atıyor… Ekran kararıyor, bir kadın sesi Belarusça anlatıyor hikayenin kalan kısmını ve ben, jenerik akarken anlatılanları, alt yazı olmadığından  anlamıyorum.

25 Temmuz 2013 Perşembe

SA312/AH11: Siyah “Black” & Muhteşem Gatsby "The Great Gatsby"; İki Dramatik Duygusal Sarmal

“Her iki filmin temelinde insanın kendi doğal masumiyetini arayan bir aroma var.”


İnsan merhamet duyguları varken insandır; aksi halde hayvansı dürtülerinin esiri olur. Sevgi, merhametin ikiz kanatlarından biri. Siyah’ı izlerken merhametin, o masum insansılığın, çıkarlardan arınmış fedakarlığın tüm fotoğraf karelerini görmüş olmaktan dolayı çok memnundum. Şimdi onu anlatırken de öyle..

Ki; adı bile başlı başına sembolizmin zirvesi sayılabilecek, insan ve duygu sarmalını nefis bir şekilde anlatan Siyah, gözümde geçmiş tüm sinema değerlerini altüst eden bir Bollywood filmi. 

12 Temmuz 2013 Cuma

SA284/AH10: Konsorsiyum Dizgesi: Dan Brown, Dante, Cehennem, İstanbul, Gezi Parkı ve Mısır

The Mendacium; Sahte Kurgu –Konsorsiyum: “Cehennem'in Kapıları İstanbul'a Açılıyor!”


Kitapları da sinema filmleri gibi sonda kalan tortuyla hatırlamayı tercih ediyorum. Her film kısa ve canlı bir kitaptır, ayrıca kitaptan daha etkili ve kalıcı görsel ve işitsel zıpkınlar kullanır. Dan(iel) Brown’un son romanı Cehennem, İstanbul’la ilişkili olduğu için Türkiye medyasında sansasyonel bir ilgi gördü. Biraz kompleksif  biraz da operasyonel bir ilgiydi, PR çalışmasıydı medyada yankılanan ‘şeyler’.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

SA245/AH9: “Everybody's Fine - Herkesin Keyfi Yerinde” mi?

“Hiç kimse incinmek istemez!”


Amerikalılar, filmlerle dev aynasına taşıdıkları kendilerini yine filmlerle dev aynasından sıradan  insan basamağına indiriyorlardı.

Klasik bir Amerikan Noel’i; karlar, hindi, rengârenk ışıklar, mumlar ve Noel Baba şapkası. İki genç kızı, bir oğlu, bir damadı, iki torunu ve bir de torunlarından birinin annesinin ‘kız’ arkadaşı ile işçi emeklisi bir baba. Mutlu bir aile tablosu; “Everybody's Fine”

25 Nisan 2013 Perşembe

SA231/AH8: İnsan Ruhunun Değişmeyen Renkleri; Artçı Şok- AfterShock/Tangshan Dadizhen/ 唐山大地震

“Tanıdık, uzanınca hemen dokunabileceğimiz duyguları bugünün batı dünyasında görebilir miyiz?”
Bir insanın, coğrafyanın, siyasî sınırların, ideolojilerin, inançların ve fantastik mottoların uzağında, bütün diğer her şeyden bağımsız bir ruha sahip olduğunu, dünyanın herhangi bir bölgesindeki insanın ruhunun başka herhangi bir yerdeki insanın ruhundan hiç de farklı olmadığını öğrenmek ilginç bir deneyim.

Uzak, ulaşılmaz ve anlaşılmaz gelen bir buçuk milyarlık nüfusuyla Çin, 2000’li yıllara sarınan kapitalist zamandan sonra bile dünyanın geri kalanı için bilinmeyen bir ülke. Artçı Şok filminin, izleyen her kese anlattığı duyguların hepsi, herkes için tanıdık; insan, mikro eylemlerden başlayan ve mikro duygulardan toplumsal duygulara yürüyen etkileşim arenasında hiç değişmiyor.

30 Mart 2013 Cumartesi

SA217/AH7: Yeni Avrupa’nın Eski Filmi: Sefiller - Les Misérables

Alt tabaka, ahlaksız ve hırsızdı; yoksul kadınlar fahişeydi.


Kilisede, kilisenin o seküler haşmetinde geçmişindeki ‘hırsız’ damgasının utancıyla evlatlık edindiği kızdan ve zengin damadından kaçan yaşlı Jean Valjean son nefesini verirken tipik melodram havası kokuyordu. Sefillerde 'Kurtuluş'u kilisede resmeden Victor Hugo öyle ölmemişti ama… 

22 Mayıs 1885’te 83 yaşında ölürken "Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kâfidir."diyecekti; o bir deist ve aynı zamanda bir masondu.

11 Mart 2013 Pazartesi

SA201/AH6: Osman Sınav ve Mustafa Kutlu’dan Arkası Saklı Bir ‘Uzun Hikâye’

“Rakı ve Cuma Selamlığı aynı ruhta ikamet etmez, etmeyecek!”


‘Uzun Hikaye’nin siyah-beyaz son karesindeki gözlüklü, kır saçlı gülümseyen adamın gözlerinde donan sevincin sıcaklığı, ansızın boşluğa düşmüş bir film soğukluğu içirtmişti bana. Her filmin sonuna düşürülen uzamış, alıştırılmış mutlu sonun bu kez başka bir şekilde, belirsizliğe savrulmuş bir yumruk gibi her şeyi askıda bırakmasıydı şaşırtıcı, belki de alışılmadık olan. Sanki bir şaka yapmıştı Osman Sınav, donukluk çözülecek ve yürüyüp gidecekti uzadıkça uzayan sonrasını isteten hikâye…

Vagon evin kaybolmuş sofrasına el ele yürüyen yeni kaçakların geleceği muzdarip bir yolculuğun ilk adımlarını tırmanmalarına alışmıştık şimdiden, ama ya savcı?

Seçkin Deniz Twitter Akışı