15 Şubat 2015 Pazar

SA1164/AH19: Amatör ve Başarısız Bir Film; Kod Adı: K.O.Z

"Beyazların bu filme bir sanat yapıtı olarak bakmadıkları ve bu açıdan eleştirmedikleri ortada iken, bu kadar çok kırılgan bir filme bu kadar yatırım yapmak iyi niyetle açıklanamaz."


Uzunca bir süredir sinemaya dair yazmak istemiyordum. Zamanım elverdikçe sinema filmi, televizyon dizileri izliyordum; psikolojik, sosyolojik, ideolojik değişkenler içeren eleştirel analizler de yapıyordum, ancak bunları yazmak bana artık yük olmaya başlamıştı. Milyarlarca sinema-televizyon izleyicisine ulaşmak, "Bakın, size, toplumlarınıza şöyle şöyle şeyler yapılıyor, amaçları size ve hayatınıza zarar vermek; kendinizle, çevrenizle, toplumla, inançlarınızla yaşadığınız siyasi sistemlerle ilişkilerinizi 'subliminal' mesajlarla deforme etmek, sizi kaosa sürüklemek istiyorlar" demek istiyordum, ama bunun imkansız olduğunu biliyordum. Çünkü artık kendilerini kontrol edemeyecek derecede  'bağnaz-pastel-ilkesiz bir dünya' özlemiyle yanan milyarlarca hasta insan vardı.


Bir süredir yeniden yazmayı düşünüyordum; henüz doğan, bir süredir doğmuş olan ya da doğacak olan çocukların belki de benim yazdıklarıma, yazacak olduklarıma ihtiyacı vardı. 13 Şubat 2015'te vizyona giren Kod Adı: K.O.Z filmi yeniden başlamam için bir sebep verdi bana.

İzlemeliydim, çünkü Türkiye'nin beyazlarına ait sinema-televizyon sektöründen bağımsız bir film imajı veriliyordu fragmanlarda; teknik ekiple ve oyuncularla yapılan heyecanlı röportajlar ve canlı yayınlar çıkıyordu ortaya. İlk defa açık bir şekilde, yaşayan ve hâlen devleti yöneten bir Başbakan-Cumhurbaşkanı'na yapılan organik bir darbe anlatılacaktı ve bu anlatı ona destek veren bir anlatı formatındaydı.


Gündemi sektirmeksizin takip eden objektif gözler için filmin içeriğinin sürpriz olmasına imkân yoktu. Filmin konusu 'Cemaat-Erdoğan' mücadelesiydi. Cemaat'in illegal örgütlenmesine karşılık Erdoğan'ın yasal pozisyonu işlenecekti. Merak ettiğim şey, ilk kez bu tarz bir filmin çekilecek olmasıydı; film nasıl olmuştu? Ya da olmuş muydu?

Senaristlerin hem avantajlı olduklarını düşünüyordum, alacakları psikolojik destekten;  hem de senaryo içeriğine dair verilerin açıklığı ve bolluğu yüzünden dezavantajlı olduklarını. Sanılanın aksine senaristlerin işi çok zordu. Çok boyutlu ve çok değişkenli, mazisi elli yıla dayanan bir serüveni bir-iki saatlik bir görsel çalışmada senarize etmek asla kolay değildi ve ciddi bir özgeçmiş gerektiriyordu.

Bir de tabi olayların gerçek iç yüzünü bilenlerin halkaları birbirine bağlayan ve çoğumuz tarafından bilinmeyen detaylarıyla ilgili destek verip vermeyecekleri meselesi vardı. Mesela Cumhurbaşkanı'yla ya da yakın çevresi ile senaryo hususunda bilgi alışverişi yapılmış mıydı? Cemaate sorulamayacağı belli olan sorular cemaate yakın çevrelere sorulmuş ve gerçeğe en yakın bilgi elde edilmiş miydi? Tabi, 'filmin gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktu'


Biyografik bir film olmadığı ve hiç kimsenin de böyle bir beklentisi bulunmadığı hâlde, filmin ikna ediciliğinin güçlü olması için senaristin bahsettiğim teknik verilere ihtiyacı vardı. Çekimler nasıldı, oyuncular, mekânlar, kostümler ve en önemlisi kurgu filmin yüklendiği sorumluluğu taşıyabilecek kalitede miydi?  Ana öyküden bağımsız yürüyen  öyküler var mıydı? Olgunun karmaşık yapısı dolayısıyla düğüm-çözüm sorunu nasıl aşılmıştı? İyi-kötü ayrımı hangi temel ilkelere göre yapılmıştı? Film nasıl başlamış, nasıl bitmişti?

Bir filmden çok şey beklemiş olmak belki bazılarına abartılı gelebilir, ama Kod Adı: K.O.Z kendisinden çok şey beklenen bir film olma özelliğini, iddialarından ve tarihe tanıklık etme özelliği bulunduğundan dolayı alıyor. Yanlış bir tanıklık, çok ciddi  gelecek zaman sıkıntıları oluşturacaktır çünkü. Bir J.F.K Filmi olamazdı bu film, bir belgesel de.

Filmi 14 Şubat 16:30 gösteriminde, yani dün izlediğim halde başlangıcı hatırlamıyor gibiyim; sanırım Utelsan'da yerli borsa programını tasarlayan bir mühendisin öldürülmesiyle başlamıştı; ancak hiçbir düğümü çözülmemiş sonunu iyi hatırlıyorum. Bir suikast sahnesinde silah sesi ile filmi bitirmek başarısız bir final çünkü; bu,  haftaya sonraki bölümü çekilecek bir dizi değildi. Seri olacaksa da bu başarısız son, serinin sonraki filmini izlemeyi değil, izlememeyi koşulluyordu. Zaten suikastin başarısız olduğunu herkes biliyordu.

Filmin içeriği, 110 dakikanın hızlıca geçip gitmesini sağlayacak kadar gerilim yüklüydü ve biz bu gerilimi de toplum olarak dört -beş yıldır yaşıyorduk zaten. Hafızam filmden daha doluydu ve nelerin seçilip anlatıldığına dikkat etmeye çalışıyordum.

Filmin en önemli sorunu senaryo ve zaman akışındaki kronolojik, fakat ikna edici olmayan, boşlukları çok dizgeydi. Kurgu tamamen amatörceydi; Utelsan(Aselsan) cinayetlerinden biri ile başlayan, 2009'daki Muhsin Yazıcıoğlu kazasına, oradan da 2010'da yeni atanan Mit Müsteşarı ile ilgili tartışmalara, 7 Şubat 2012'deki Mit Müsteşarını ifadeye çağırma olayına ve 2013'teki Gezi Olayları'na uzanan bu anlatının bu beş temel olaya giydirilmiş hikayesinde, emniyete, yargıya, Mit'e ve iş dünyasına, siyasete sızan Mehdi Cemaati'nin ve bizzat Mehdi Hocaefendi'nin devleti yönetmek ve İngiltere Kraliçesi'nin vaadi üzere Halife olmak için şantaj dahil her yolu denediğini ve bu uğurda dini kullandığını göstermek istemişti teknik ekip. Doğal olarak da bu yapının emirlerini yerine getirmeyen bir Başbakan'ın neden istenmediği anlatılacaktı.


Ana hikaye içindeki 'ikna eksikliği' iki yan hikayede de vardı. Kadını cemaate sızmış Mit mensubu, erkeği cemaatin fedakar bir ismi olan aşk hikayesi ve cemaat gazetesinde çalışan ancak cemaatin icraatlarına karşı olan bir gazetecinin, cemaatin polis müdürlerinden biri olan kardeşi ve kendi ailesi ile olan ilişkisi. Başbakan'ın ve gazetecinin babasının öğüt vericisi olan iki sıradan ihtiyar; 'iyilik' mesajlarını verirken de şablon bir dil ve sırıtan bir diyalog turuyla filmi zayıflatıyorlardı.

Filmin çelişkileri, filmin teknik sorunlarından çok daha fazlaydı. Mehdi Hocaefendi'nin ikamet ettiği ülke olarak ABD gösteriliyordu özgürlük heykeliyle, ancak cemaate emir veren ilginç bir şekilde İngilizlerdi. İsrail, Mavi Marmara hiç yoktu. Gezi Olayları'nda CIA, Mossad, BND, MI6, hatta bazı Arap ülkelerinin ve İran'ın istihbaratı aktif olduğu halde onlara dair herhangi bir vurgu yoktu. Sanki Erdoğan karşıtı küresel ittifak  bir el tarafından yok sayılmış, tek suçlu olarak İngiltere ortada bırakılmış gibiydi. Gezi Olayları varla yok arasında buharlaştırılmış ve 'Emri kim verdi'ye sıkıştırılmıştı.


İmamlar, film akarken stratejik tasarımlar yapıyorlardı, himmet seansları o ân yapılıyormuş gibi görünüyordu ve her şey bir anda olup bitiyormuş gibi elli yıllık bir olgu birdenbire anlatılıp geçilmek isteniyordu. Filmin düğümü ya da düğümleri yoktu. Bir şey birdenbire oluyor ve birdenbire yok oluyordu; o şeyin öncesi ve sonrası hakkında hiçbir bağ kurulmuyordu. Azerbaycan'daki olayların anlam zemini yoktu, filmin tümünden ayrı bir zaman diliminde geçiyormuş gibiydi olanlar.

Devletin her yerine sızmış olan bu yapının Başbakan'la neden ayrıştığı tartışılmıyordu. Oysa sadece medyadan yüzlerce veri derlenebilirdi. Siyah-beyaz geçmiş temel bileşenler derlenerek verilebilirdi.

Oyunculukların hemen hiçbiri başarılı değildi, derken müsteşarı tutuklamaya gelen emniyet müdürünü, Tolga Karel'i ayrı bir başlıkta değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Filmin teknik olarak en iyi puanını alabilecek tek oyuncu oydu.


Sahneler arası geçişlerde kullanılan ve kısmen yeni sayılabilecek teknikler dikkat çekerken, hareketli kameraların aktif modu filmin birçok kusurunu örtmekte başarılıydı. Görüntü kalitesi sahnelere göre değişiyordu. Gece çekimlerinde renkler ve mekânlar silikleşiyordu.

Müzik için söylenebilecek fazla bir şey yoktu. Gök gürültülerini aratmayan sesler aksiyon filmlerinden neredeyse birebir alınmıştı. Gazeteci'nin hemen hiç değişmeyen kıyafetlerinin yanında Başbakan'ın koyu renk kıyafetlerinin altına kahverengi ayakkabı seçilmesi kostümlere yeterince özen gösterilmediğini gösteriyordu.

Film bittiğinde, Erdoğan'ı dinî literatürle savunan, ancak işaret parmaklarımızı ABD'den ve İsrail'den uzaklaştırıp İngiltere'ye doğrultan niyeti görmüştüm ve bu niyet iyi bir niyet değildi.  İngiltere de bu konsorsiyumun içindeydi, ama filmde anlatıldığı gibi yalnız değildi.

Türkiye'nin çok tehlikeli ve çok hareketli bir dönemini anlattığını iddia eden bu film adından itibaren sorunlu bir film. Olgu Köstebek olgusu değildi, elli yıllık bir derinliği olan daha büyük bir şeydi.

Kod Adı: K.O.Z, yani Köstebek Operasyonu Zamanı filmi algısal olarak bu ülkede yeni düğümler atılmak için çekilmiş ve bu düğümlerde Erdoğan başka bir denge konforunun değişkeni olarak kullanılmak istenmiş; bunlar yapılırken de sanki elli yıllık kanlı bir devir cemaatin tasfiyesi ile unutturulmak istenmiş...

Gerçek hayattaki kırılma noktası olan Çözüm Süreci'ne hiç değinmeyen filmin bütün iyi niyetlerimi tek tek harcaması, ciddî ve kaliteli sinema yapımları bekleyen farkındalığı yüksek insanlarımızın, yapımcılar ve senaristler tarafından hâlen pek câhil görüldüğünü ve kolay yönlendirilebileceklerini sanmalarına işarettir. Bıyıkları sarkık özel tim komutanı da bu sanıya dahildir.

Hiç kimse unutmasın; devleti yönetenler de unutmasın. Türkiye eski Türkiye değil ve Türkiyeliler de eskisi gibi değiller; iyi insanların iyi ve kaliteli film beklentileri sürüyor. Beyazların bu filme bir sanat yapıtı olarak bakmadıkları ve bu açıdan eleştirmedikleri ortada iken, bu kadar çok kırılgan bir filme bu kadar yatırım yapmak iyi niyetle açıklanamaz.

Unutmadan; Yeni Şafak Gazetesi'nin reklamı çok soru işareti uyandırıyor. Özellikle gazetenin İngiltere'ye işaret eden parmakları  gözlerimizin önünde iken.

Maskelerin düşmediğini, aksine düşen maskelerin arkasındaki güçlerin yeni maskelerle saklandığını izledim.

Gri'nin Elli Tonu gibi İd'e hitap eden filmleri izlemek için bilet gişesinin önünde kuyruk oluşturan genç çiftleri çekecek filmler yapamadığımız sürece, sinema sanatından bahsetmemiz mümkün olmayacak gibi görünüyor. 


Filme ayrılan Elli kişilik salonda koltukların yarısı boş... Toplumun Süper İd'i filme rağmen henüz çok aktif. Filmin mümkün olan her karesinde Atatürk kadrajda.


İmame dağıldığında tesbih dağılacak mı? 


Bu soru yerli yerinde duruyor.



Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 15.02.2015, Sinema Notları 18



Kod Adı: K.O.Z İzlekleri:

4- http://www.yenisafak.com.tr/aktuel/koz-rekorla-geliyor-2079012

Seçkin Deniz Twitter Akışı