Merhamet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Merhamet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2018 Pazartesi

SA6756/KY58-GÖKA133: Merhametçi

"Müslüman diyarları merhametten azade bir manzara gösterse de inanıyoruz ki, tanyeri karanlığın en zifiri olduğu yerden aydınlanacak. Onlar layığı veçhile hareket etmeseler de ellerindeki miras sayesinde, merhamet medeniyetinin en büyük adayı Müslümanlar."


Evet, bugün dünyanın şiddetten ve kirlerinden arındırılabilmesi, bir barış ve esenlik bir yurdu olabilmesi için “acıyı ortaklaşmak” manasında bir merhamet anlayışına, bir merhamet medeniyetine lüzum var. Merhamet, insanın fıtratında kökleşmiş bir halde (Rum/21) zaten bulunuyor. 

Çocuklar önceleri merhameti bilmiyor sanılır, merhametin yavaş yavaş öğrenildiğine inanılırdı ama son araştırmalar, bu fikrin insana ve yavrusuna menfi bir bakışın tezahürü olduğunu gösteriyor. Çocukların da merhamet sahibi oldukları artık ispat edilebiliyor. İş ki fıtratımıza mündemiç merhametin tomurcuklanmasına, serpilip gelişmesine fırsat verecek bir beşerî besi yeri hazırlayabilmekte. Nasıl yapacağız bunu, üstelik şu berbat dünyada?...

4 Ağustos 2018 Cumartesi

SA6600/KY58-GÖKA124: Acizlik Endişesi Salgını

"Şimdiki halimizin asıl sorumlusu, kolektif aklın temsilcisi devlet anlayışına kafa tutan, savaş açan, dukalıklarını ilan eden en zenginlerdir. Devletler düzenine karşı mücadele ediyorum diye marjinal Sol’u, etnikçi azıtmaları kucağına alan, besleyip büyüten en zenginler."


“Avrupalıların ‘bir tehdit altında, ama riski olmayan bir dünyadan, tehdidi kalmamış ama riskli bir dünya’ dönemine girdiğimizi anlamaları için acaba daha kaç yıl geçmesi gerekecek? Düzensizliği meydana getiren çok sayıda unsur var. Felaketlerin hepsi tabii ki aynı anda gelmeyecek, pek çoğu mantıksal bir zincir gibi belki birbirine bağlanmayacak, ama geleceği tehdit ederek ve asgari bir düzen ümidini ortadan kaldırarak bizi yeni bir ortaçağa taşıyacak. Öyle bir ortaçağ ki milliyetçilerin değil, kabilelerin egemen olduğu bir ortaçağ; toprak, kan ve kimlik sorunlarının yeniden gündeme geldiği bir ortaçağ.” 

Fransız işadamı ve yazar Alain Minc’in “Yeni Ortaçağ” kitabından bu sözler. 

30 Temmuz 2018 Pazartesi

SA6574/KY58-GÖKA123: ‘Yeni Ortaçağ’ ve Kapadokya Üniversitesi

“Akıl-ahlak-adalet-adap” prensiplerinden ayrılmayacaklarını söyleyerek başlıyorlar.


“Yeni Ortaçağ: Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, rastlantı, bulanıklılık. Yeni Ortaçağ: Zengin toplumların mafyalar ve yolsuzluklarla kemirilmesinden Rus kargaşasına varıncaya dek, her türlü otoritenin dışında sayılan giderek artan ‘gri alanlar’ın gelişimi. Yeni Ortaçağ: Aklın kurucu ilke olarak, uzun zamandan beri kaybolduğu sanılan ilkel ideolojiler, boş inançlar yararına silinip yok oluşu. Yeni Ortaçağ: Kriz, sarsıntı ve spazmların sanki günlük yaşantımızın dekorları gibi geri gelişi…”

 Fransız işadamı ve yazar, Sarkozy, Macron gibi siyasetçilerin danışmanı Alain Minc, günümüzü “Yeni Ortaçağ” olarak niteliyor ve aynı adı taşıyan kitabında bunları söylüyor. Semptomların kaynağını teşhisinde ve ifade edişinde sorunlar var ama tespitlerine kim itiraz edilebilir?

28 Temmuz 2018 Cumartesi

SA6563/KY58-GÖKA122: ‘İnsan İnsanın Kurdudur’

"Her ilerleme, her keşif, aynı zamanda beraberinde yeni sorunlar getiriyor risklerimiz her gün biraz daha artıyor."


Tecessüsle izlediğim, her fırsatta cumburlop daldığım tartışmalardan birisi, “doğa durumu” diye de bilinen, insanın doğasına ilişkin olanı. Teoloji çevrelerinde tartışma, “kötülük problemi” (teodise) başlığı altında sürdürülüyor. İnsan nedir? İnsanı meleklerden ve diğer canlılardan ayırt eden hususlar nelerdir? İnsanın doğuştan getirdiği potansiyeller var mıdır? İnsan fıtraten iyi midir, yoksa kötü mü?..

Bu sorular, gerçekten de kışkırtıcı ve zihin çelici. Batı’da bu tartışma, düşünürleri çok yorgun düşürdü. Bir süreden beri, her şeyi şakaya vurmaktan başka çaremiz kalmadı diyen, kendilerini “ironisist” diye adlandıranlar, “insanın doğası, özü diye bir şey yok kardeşim, vazgeçin artık onu bulma sevdasından” diye feveran edip duruyorlar. Müslüman dünyada da tarih boyunca bu tartışmanın oldukça farklı biçimlerini görmek mümkün ama insanın, en güzel şekilde (ahsen-i takvim üzere) yaratılmış olmakla, sefillerin en sefili (esfel-i safilin) düzeyine indirilmek arasında salınabileceği (Tin/4-5) hususunda genel bir fikir birliği ve sükûnet var.

23 Temmuz 2018 Pazartesi

SA6533/KY58-GÖKA121: Merhamet Medeniyeti

"Bugün psikoloji çevrelerinde merhametin, vicdanla, empati ve diğerkâmlıkla (alturizm) bağlantıları, ilk ne zaman ortaya çıktığı ve geliştiği, merhamet zaafının psikolojik sorunlarla bağlantıları araştırılıyor. Memnunuz çok. Lakin merhametin kültürümüzü rengine boyayan dinimizdeki derin ve vazgeçilmez anlamının da bilinmesini isteriz."


Küreselleşen ve tek başına kurtuluşun imkânsız hale geldiği bir dünyada, insanlığa kavramlarımızı yeniden hatırlatmak ve geleneğin ihyası için bir teklif götürmek lazım gelir dedik ve son dönemde Pozitif Psikoloji merkezli olarak parlayan bir kavram olan merhameti örnek verdik. Merhameti doğru anlamamız gerektiğinden bahsettik. Çalışalım.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

SA6523/KY58-GÖKA120: Böyle Bir Dünyada Merhametten Bahsetmek

"Biz onların hatasına düşmemeliyiz. Onlar bizi yok saydılar, kendilerinden önce hiçbir medeniyet yaşamamış gibi davrandılar. Kendileri dışındaki medeniyetlerden ve İslam’dan öğrenmeyi reddettiler. Biz onlar gibi yapmamalıyız."


Thomas More, 500 yıl önce içimizdeki hayvanın tamamen ehlîleşeceği, evcilleşeceği, herkesin birbirine medenice davranacağı ütopik bir toplum tasarladı. Norbert Elias, “Uygarlık süreci” eserinde, Avrupa’nın kaba sabalıktan nasıl kurtularak incelik ve zarafeti hakim kıldığını analiz etti. Batı tasavvuru, şiddet ve saldırganlıktan arındırılmış bir tablo, yani bir dünya cenneti hayalini ciddi ciddi kurdu. Onların hayalleri, bize ve dünyanın geri kalanına gerçekmiş gibi sunuldu ve dalga dalga zihinlere yerleşti(rildi).

16 Temmuz 2018 Pazartesi

SA6498/KY58-GÖKA119: 15 Temmuz’da Seyirci Olanlar, Bu Yazı Size!

"Eğer bu darbe girişimi şehit ve gazilerimiz sayesinde önlenemeseydi, ülkemizde bir işgal girişiminin, gözün gözü görmediği bir kaos halinin vuku bulacağını aklı başında herkes kabul ediyor. O meşum günde kahramanlarımız canlarını hiçe sayarak hepimiz için mücadeleye koştular. Ama bir kısmımız öyle yapmadık, bilerek ya da çeşitli nedenlerle “seyirci” kalmayı tercih ettik.  Bugün daha çok seyircilerin sesi çıkıyor."


“Gerçek yaşamda, asla birbirlerinden uzun süre ayrı düşmeyen ve çoğu kez birbirinin sıcaklığıyla faydalı kucaklayışını arayan şeyler: İlki ‘kötülük yapmak’, ikincisiyse kötülüğe karşı gelmekten yahut yapılmasını engellemekten imtina etmek…

(Kötülüğün asıl faillerini seyircilerden ayırmak lazım geldiği, üzerinde çokça durulmuş bir konu. Bu fark, yasaların cezalandırabileceği eylemler ile yasalarda bahsedilmeyen sadece ahlaken utançla damgalanacakları ayırt etmek için gerekli ve hukuk tarafından uygulanıyor. Ancak) failin tartışmaya kapalı suçu ile ‘seyirci’nin utanç verici olsa da mazur görülüp affedilebilecek kabahati arasında geniş ve sert tartışmalara açık bir alan bulunuyor. 

15 Temmuz 2018 Pazar

SA6497/KY58-GÖKA118: 15 Temmuz: Travmadan Zafere

"15 Temmuz'da halkımız, travmanın altında ezilmedi, modern zamanlarda eşine benzerine rastlanmadık biçimde ayağa kalktı, büyük bir kahramanlık ve dayanışma sergiledi."


15 Temmuz'da ne olduğunu tam olarak değerlendirebilmek için yeteri kadar mesafe açıldı. Olayların sıcaklığından bir nebze olsun uzaklaştık. 15 Temmuz'da devlet-toplum ilişkilerini kökünden değiştirecek, kaderimizi ve bundan sonraki gidişatımızı derinden etkileyecek, yıllar yıllar boyu konuşacağımız bir halk ihtilali olduğu artık daha net görünüyor. İhtilali başlatan, özellikle Ankara ve İstanbul'da ciddi bir travmatik etki yapan paralel çetenin darbe girişimiydi. 

15 Temmuz ihtilalini daha iyi anlayabilmek için, travmatik boyutunu da konuşmalıyız. Önce “travma” hakkındaki genel bilgilere şöyle bir bakalım.

10 Ocak 2015 Cumartesi

SA1088/DT28: Yolda kalmış Eşekler

"Yolda kalmış olanlar da onlar değildi, insana sığındığı halde donarak ölmeye terk edilmiş olanlar değildi, bizdik..."


İnsanların gözlerine bakmaktan hoşlanmıyorum artık; büyüdüm çünkü ve hangi bakışın hangi şeyleri anlattığını biliyorum. Ben büyüdükçe gözlerimdeki bakışlar da değişti tabi. İçimden gözlerimi kullanarak dışarıya bakan o meraklı çocuk, insanların gözlerini kaçırdıklarında küstüklerini ya da bakmaya cesaretli olmadıklarını öğrendi.

Yüzlerce, binlerce başka bakışın sığıp-sıkıştığı çok az anlam vardı; hüzünlü, sevinçli, korkak, cesur, öfkeli, mülayim, âşık, mağdur, mazlum, gaddar, zâlim, merhametli, vicdansız, meraklı, umursamaz, özgüvenli ve yalancı. Belki birkaç daha fazla anlam; hepsi bu. Milyarlarca insan için çok az. Demek ki sınırlı bir dünyamız var; ne kadar modern ve çağdaş olursak o kadar çok azalıyordu içimizin sesleri.

13 Temmuz 2014 Pazar

SA772/PZ24: Yolda Kalmış-Yoksul-Yetim-Yaşlı Bizim İmtihanımızdır

“Allah ancak yoksula, yolda kalmışa, yetime, yaşlıya yardım edeni sever. Allah’ın sevdiği kullardan olmak büyük bahtiyarlıktır.”

Bizim dükkân ufaktı. Raflar, yan yana dizilmiş şeker, pirinç, mercimek, fasulye, bulgur çuvalları, teraziyi üstüne koyduğum masa, bir de camekânlı büyükçe bir buzdolabı. Daraba vardı; yaz-kış Adana’nın havası dükkânın içindeydi. O vakitler neredeyse tüm dükkânlar böyleydi, cam-vitrin gibi şeyler yoktu. 70’lerden 80’in ortalarına kadar da öyle kaldı.

Dükkân’ın içi küçüktü, ama gelen giden o kadar çok olurdu ki, bazen ben oturacak yer bulamazdım. Çay söylerdim her gelene, gazoz açardım; aç olana da ya tavada pişirdiğim menemeni, bulgur pilavını ikram ederdim ya da kebap söylerdim. Bizim dükkân hem handı, hem lokantaydı o zamanlar. Adıyaman’dan, Diyarbakır’dan, Siverek’ten gelirler yoksul insanlar. Akraba, tanıdık derken köyden Adana’ya gelen herkes bizim dükkâna uğrar nefeslenirdi.

19 Şubat 2014 Çarşamba

SA562/DT24: Geçmişte Olmak İstiyorum, Çocuklarımı da Alıp…

“Annem, balık kızartırdı koridordan bahçeye açılan sahanlıkta. Gaz ocağının üstündeki tavada mis gibi kokardı istavrit, hamsi…”

"Lütfen yazıyı okurken aşağıda ekli müziği de açınız"

(Gaz Ocağı)

Anket yaparlardı öğretmenlerimiz, ilkokul ve ortaokulda iken. 80 Darbesi’nden sonrasını daha net hatırlıyorum. Bu anket sorularından birkaç tanesi kalmış aklımda. ‘Size ait odanız var mı?’, ‘Annenizin eğitim durumu nedir?’, ‘Babanızın eğitim durumu nedir?’, ‘Eviniz Kira mı?’ Bu sorulardan zevkle cevapladığım sadece bir tanesi vardı. Evimiz kira değildi, bize aitti; hemen işaretlerdim. Kendim ikna olmamış bir halde, ‘Evet’ dediğim diğer soruda ise ‘Kendime ait odam var!’ seçeneğini...

Sonradan öğrenecektim tabi, gecekondu deniyormuş bizim ev gibi evlere. Gecekonduda oturmak da iyi bir şey değilmiş. Gelişmemişlik düzeyini gösteriyormuş, apartmanda oturmalıymışız. Ama biz kira ödemiyorduk, ev bizimdi. Kim umursardı ki? İstatistikler daha önemliydi. Ev sahibi olmamızın ne önemi var? Öğrendiğimde çocukluğumun bu en keyif verici cevabı da öylece sıkıntılı hatıralar arasına girdi.

Seçkin Deniz Twitter Akışı