4 Ağustos 2018 Cumartesi

SA6600/KY58-GÖKA124: Acizlik Endişesi Salgını

"Şimdiki halimizin asıl sorumlusu, kolektif aklın temsilcisi devlet anlayışına kafa tutan, savaş açan, dukalıklarını ilan eden en zenginlerdir. Devletler düzenine karşı mücadele ediyorum diye marjinal Sol’u, etnikçi azıtmaları kucağına alan, besleyip büyüten en zenginler."


“Avrupalıların ‘bir tehdit altında, ama riski olmayan bir dünyadan, tehdidi kalmamış ama riskli bir dünya’ dönemine girdiğimizi anlamaları için acaba daha kaç yıl geçmesi gerekecek? Düzensizliği meydana getiren çok sayıda unsur var. Felaketlerin hepsi tabii ki aynı anda gelmeyecek, pek çoğu mantıksal bir zincir gibi belki birbirine bağlanmayacak, ama geleceği tehdit ederek ve asgari bir düzen ümidini ortadan kaldırarak bizi yeni bir ortaçağa taşıyacak. Öyle bir ortaçağ ki milliyetçilerin değil, kabilelerin egemen olduğu bir ortaçağ; toprak, kan ve kimlik sorunlarının yeniden gündeme geldiği bir ortaçağ.” 

Fransız işadamı ve yazar Alain Minc’in “Yeni Ortaçağ” kitabından bu sözler. 


Benzeri tespitleri 2002’de vefat eden bir başka Fransız düşünür Michel Henry, 1996’da söylüyor, yaşadığımız dünya tablosuna “Barbarlık çağı” diyordu. Henry’nin gerek adlandırması gerek teşhisi benim düşünceme çok daha yakın. Zira Minc’in “ortaçağ” dediği ve toptan reddetmeye meyyal olduğu dönem, Müslüman dünyanın temsilcisi olarak Osmanlı’nın sahne aldığı zamanlar ve insanlık tarihi açısından bakıldığında birçok müspet nokta ihtiva ediyor. Ayrıca Henry, Minc’in önemsemediği kutsalın yok oluşunu ve teknolojik aklın kutsallaştırılmasını dert ediyor:

“Barbarlık çağını yaşıyoruz. İnsanlık tarihinde ilk kez bilgi ve kültür birbirinden ayrıldı. Canavarlaşan bilim bütün hissi özellikleri ve yaşamı dünyamızdan kovdu. Yaşamın kendini geliştirmesinden başka bir şey olmayan kültür, modernliğin beşiği Avrupa’dan dışlandı. İdeolojiler insanın yok oluşuna övgüler yağdırıyor. Yaşama ıstırabını dindirmenin tek çaresi medyatik evrene sığınmak...” 

Henry’e göre bilim ve teknik, insandan ve yaşamdan kopuyor, özerk bir hal alıyor; sanat ölüyor, kutsal yok oluyor; üniversite memur üreten makinelere dönüyor. O yüzden hayretler içinde soruyordu Henry: 

“Yaşam, nasıl oldu da kendi kendini yok eder hale geldi?”

Yaşadığımız zamanlarda olan biteni “akışkan modernlik” başlığı altında incelemeye çalışan pek sevdiğimiz Zygmunt Bauman, geçen yıl vefat etmeden hemen önce kaleme aldığı “Retrotopya” kitabında, Hobbes’un Leviathan”ı yazdığı sıradaki dünya manzarasıyla bugün arasında bir benzerlik buluyor. 

“Hobbes’un Leviathan-öncesi dünyasını hatırlayalım; siyasetten ve siyaseten tasarlanmış ya da doğmuş iktidarlardan bihaber bir savaş meydanı: Özel olarak kimsenin yönetmediği ve özel olarak da kimsenin hedeflenmediği, herkesin herkesle savaşı… Bu hissimize bir isim koyamasak bile, hissediyoruz ki, dünyamız -insani bağların zayıfladığı bir dünya, siyaset ile iktidar arasındaki ilişkinin koptuğu bir dünya- yeniden bir savaş meydanıdır: Özel olarak kimsenin yönetmediği ve özel olarak da kimsenin hedeflenmediği, herkesin herkesle savaşı… Eskisinden farklı olarak artık üzerimizde devletin verdiği üniformalar yok, ayrıca yeni bir simimiz var: “Rekabet halindeki bireyler”…

Baumann, isim koymakta zorlandığı bu dünya tablosunu açıklamak için Anand Giridharas’ın nerdeyse evrensel hale geldiğini söylediği “acizlik anksiyetesi” duygusunu alıntılıyor. Giridharas’ın sözleriyle, “bu gergin ve çatışmalı zamanlarda Amerika’yı birleştiren bir şey varsa o da kudretin sizin olduğunuz yerden bir başka yerde olduğu şeklinde yaygın bir duygudur” acizlik anksiyetesi.

“Hobbescu dünyanın güncellenmiş versiyonu olan dünyamızda, hayat, haritası hiçbir zaman çizilmemiş ya da çizilmişse de kaybolmuş bir mayın tarlasında yürümeye benzer. Hatırlatırım patlayıcılarla öyle doludur bu tarla, patlamaların tekrar tekrar yaşanması kaçınılmaz olmasına rağmen, hiç kimse hiçbir şekilde bu patlamaların nerede ve ne zaman gerçekleşeceğini bilemez… Gerçekten de Hobbes’un dünyasındayız, hiç değilse o yoldayız. Fakat bu sefer kendimizi herkesin herkese karşı savaşı durumunda bulmamızın nedeni bir ulu Leviathan’ın yokluğu değil, çok sayıda, her zamankinden çok sayıda irili ufaklı Leivathanların eşanlı varlığıdır; diğer küçük Leviathanların kusur ve eksiklerini giderme kapasitesine sahip asıl Leviathan’ın ortada olmamasıdır.” (“Retrotopya”, Sel yayıncılık, Çeviren: Ali Karatay, sayfa:48-52)…

Baumann’ın vefatından hemen önceki gözlemleri ve tespitleri gerçekten reddedilecek gibi değil. Elbette Leviathan kavramını, hele hele bir “asıl Leviathan” ihtiyacını asla kabul edemem ama dünyanın yeni bir düzene ihtiyaç duyduğu, acizlik endişemizin kaynağının bu olduğu çok açık! 

Benim için açık olan bir şey daha var: Şimdiki halimizin asıl sorumlusu, kolektif aklın temsilcisi devlet anlayışına kafa tutan, savaş açan, dukalıklarını ilan eden en zenginlerdir. Devletler düzenine karşı mücadele ediyorum diye marjinal Sol’u, etnikçi azıtmaları kucağına alan, besleyip büyüten en zenginler.


Erol Göka, Prof. Dr, 04.08.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları




Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına  'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017



İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak




Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı