Üç Günlük Dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üç Günlük Dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Haziran 2018 Cumartesi

SA6370/PZ27: Tayyibe Düşman Olan Millete Düşmandır

"Tayyib hepimizin önümüze kattığımız, bize lider ol dediğimiz adamdır, o da vazifesini yapmıştır, daha iyisini de yapacaktır. Tayyibe düşman olan millete düşmandır. Tayyib ne yapmışsa millet için yapmıştır, gevezeliğe lüzum yoktur."


Tayyib kime, ne yapmış? Niye üstüne gidiyorlar bu kadar? Biz neler gördük 30'lardan 40'lardan bugüne kadar. Amerikası, İngilteresi, Rusyası, Almanyası bu memleketi parça parça ettiler. Sokaktaki gençler kime benziyor, müslümana benzetmemek için neler yaptılar, gün gün yaşadık, gördük. Birbirlerine vurdurttular o fidan gibi delikanlıları. 60'lı 70'li yıllarda aynı silahı bir gün sağcıya öbür gün solcuya verenleri bu millet bilmiyor mu sanıyorlar? Ne yapmış Tayyib, çocuklarımızı korumuş kollamış... Ne yapacaktı daha?

2 Kasım 2015 Pazartesi

SA1987/PZ26: Dünya’da Rahat Yok

Dünya’da rahat yok işte. Bir derdi başından savarsın ötekisi başlar.”



Dünya’da rahat yoktur, kim rahat beklerse bilsin ki bu böyledir. Her bir işini yoluna koyarsın, dersin ki tamam, bundan sonra rahat edeceğim, çok geçmez arkasından başka bir şey çıkar, hayat böyledir bir şey diyemezsin. Evi yaptık, el kapısından kurtulduk, dükkanı açtık derken bizim beşinci çocuk oldu, anasının sütü yok. O vakte kadar ineğimiz yoktu, hasbelkader idare ediyorduk, fakat süt lazım, her gün sütü nerden bulup da çocuğa içireceksin. Öyle şimdiki gibi bol süt yok. Dükkanda şişede, kutuda pastörize süt var, satıyordum, ama çocuğa taze süt içirmek lazım.

29 Mart 2015 Pazar

SA1239/PZ25: Hısım-Akraba Rahmettir, Berekettir

"Şimdilerde ise herkes hısım-akrabasından uzağa kaçıyor; halbuki böyle yapa yapa herkes yalnız kalıyor, kimsenin haberi yok."


İnsana hısım-akraba lâzım, insan yalnız olmaz. Allah insanı aile efradı ile yaratmıştır, insan insanı doğurtur, onu gömer; onun hastalığına şifa arar, sıkıntısına derman olur. Velhasıl yalnızlık Allah'a mahsustur, bunu bilmek insanı hem Allah'a hem insana muhtaç kılmış olan Allah'ı hakkı ile bilmenin yollarını açar. Fakat hısım-akraba dedin mi orada durmak da lâzım.

Sene 70'te, baktım köyde artık bize rahat yok buradan da gideceğiz. Hısım-akraba rahat vermedi, memleketimizden çıktık, geldik bu köye yerleştik, rızkımızın, huzurumuzun peşinde çalıştık, durduk. Fakat işte insanoğlu, rahat durmuyor. Bizim hanımın akrabaları da memleketten çıkıp gelmişler bizim köye, Mihmandar'a, burada yerleşecekler; fakat gel gör ki, köyde benden başka doğulu yok, köylü ne ev veriyor kiralık ne de satıyor. Hepsi yörük. Bana da mülk satmıyorlar, hasbelkader kiralık, topraktan, yağmurda damı akan bir ev vermişler oturuyoruz. Bir avluda birkaç hane var, çoluk çocuk herkes bir arada.

13 Temmuz 2014 Pazar

SA772/PZ24: Yolda Kalmış-Yoksul-Yetim-Yaşlı Bizim İmtihanımızdır

“Allah ancak yoksula, yolda kalmışa, yetime, yaşlıya yardım edeni sever. Allah’ın sevdiği kullardan olmak büyük bahtiyarlıktır.”

Bizim dükkân ufaktı. Raflar, yan yana dizilmiş şeker, pirinç, mercimek, fasulye, bulgur çuvalları, teraziyi üstüne koyduğum masa, bir de camekânlı büyükçe bir buzdolabı. Daraba vardı; yaz-kış Adana’nın havası dükkânın içindeydi. O vakitler neredeyse tüm dükkânlar böyleydi, cam-vitrin gibi şeyler yoktu. 70’lerden 80’in ortalarına kadar da öyle kaldı.

Dükkân’ın içi küçüktü, ama gelen giden o kadar çok olurdu ki, bazen ben oturacak yer bulamazdım. Çay söylerdim her gelene, gazoz açardım; aç olana da ya tavada pişirdiğim menemeni, bulgur pilavını ikram ederdim ya da kebap söylerdim. Bizim dükkân hem handı, hem lokantaydı o zamanlar. Adıyaman’dan, Diyarbakır’dan, Siverek’ten gelirler yoksul insanlar. Akraba, tanıdık derken köyden Adana’ya gelen herkes bizim dükkâna uğrar nefeslenirdi.

8 Haziran 2014 Pazar

SA716/PZ23: Düğün Telaşı Zordur

“Hadi gel, dünür iki kadının dırdırını kes bakalım Müftü Efendi!”

Davetiyeler artık böyle:)
Hayattaki en zor şeylerden biridir kız evermek. Erkek evladı everirsin evinde bir kişi artar, ama kızını everdiğinde evinden gider, bir kişi eksilir hânenden. Senelerin acısı, sevinci, kederi, heyecanı aklına üşüşür o vakitlerde. Yüzün asılır elinde olmadan. Aklında sürüyle soru. Senden tarafta olanlar bir sürü şey söylerler, karşı taraftan olanlar bir sürü şey. İki insanı evermiyorsun, iki aileyi, iki sülaleyi everiyorsun bu hesapla. Önce karşı taraf diye bakıyorsun dünüre, düğünden sonra da aile olarak.

Amma zor, çok zor. Dilin kemiği yok, huyların zabtı zor. Her kafadan bir ses çıkar, en son evereceğin gençlerin haberi olur. Onların derdi başkadır, bizlerin derdi başka. Sinisi, kap-kacağı, yastığı, makinesi, örtüsü derken, çeyizinin telaşı başka bir yana, o şunu dedi bu şunu dedi kafasını şişirir insanın.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

SA677/PZ22: Anlatsan Olmaz, Dertlerin Depreşir; Anlatmasan…

“Ölüm kadar büyük acı yok belleyenler, ölümden daha büyük acıların saymakla bitmeyeceğini de bilsinler.”


İnsanı ayakta tutan imanıdır, duasıdır, sabrıdır. İman yoksa, kime dua edeceksin, ne için sabredeceksin? Dua etmişsin, duanın kabulü için sabretmen lazım. İman yoksa dua da yok, sabır da. İnsanın içini söken dertler geldiğinde kaçacak yerimiz yok, gidecek kapımız yok Allah’tan başka.

Ölüm gelir haber vermeden; hastalık başından eksik olmaz insanın, ama bir de devası olmayanı çıkarsa karşına, ne yapacaksın? İçin içini yer, ruhun sıkışır, çaresiz dolanıp durursun olduğun yerde. Yaş insana tecrübe verir, korkaklığını alır, sabırsızlığını alır. O yüzden bizim gibilerin yüzü pek çabuk hareket etmez, değişmez. Sonrasını çok görmüşüz o meselelerin. Başka çaremizin olmadığını biliriz. Dudaklarımız kıpır kıpırdır, dua ederiz, bekleriz. Gözümüzden birkaç damla yaş süzülür, geçmişimize bakıp dertlerimizi hatırlarız.

29 Mart 2014 Cumartesi

SA614/PZ21: Rey Vakti Haysiyet Vaktidir

“Kimse kusursuz değil, Tayyip de değil, lakin onun eline su dökecek başka bir kimse daha bu memlekette rey alacak kıratta değil.”

Senelerce rey attık. Ölçtük, biçtik, hesabettik, bize yakın gelen partiye rey verdik. Hanım sorardı, kime vereceğiz? Kadın kısmı alakadar olmazdı seçimlerle, parti bilmezlerdi. Biz ne dersek, hangi şekle mührü bas dersek, onlar da mührü oraya basarlardı. Tabi, kavga varsa evlerde, kadınlar kocalarının işaret ettiği yere mührü basmazlardı. Yahut kadın kocasına küsse gider kocasının kızdığı partiye basardı mührünü.

Biraz mahalle tantanası, biraz karı koca hırgürü arasında seçimler yapılırdı. Konu komşudan başka yakın akraba gelir giderdi, rey isterdi bir kısım adamlar için. Söz vermezdik kimseye, reyimizi de dillendirmezdik. Günü gelir giderdik sandığa. Rey bizimdi, hesabı da biz verecektik. Rey verdiğimiz parti hakka riayet etmezse biz de mesul olacaktık. Ağır bir vebaldi, niye bu vebalin yükünü başkasının aklıyla hareket edip rey veren taşısın ki? Madem taşıyacak kendi aklının çizdiği yola baş kor.

12 Ocak 2014 Pazar

SA524/PZ20: Câhilin Kerameti, Âlimin Ferâseti ve İffeti

“Bir insana intisap gayreti cehaletten başka ne ki?”

İnsanın mayasında iki şey bulunur, bu iki şeyden hangisi galip gelirse insanın hayatı öyle geçer. Bunlardan bir tanesi hükümdar olma isteğidir, bu isteğe ram olan kimseler ölene dek kimseyi kaale almazlar. Onlar emrederler, başkaları yapar. İşlerin en doğrusunu onlar bilir, başkası hep eksik bilir. Onlar hasbelkader yanlış da yapsalar işin günahını yükleyecek birini hemen bulurlar. Öteki şey ise bir hükümdara kul olma isteğidir. Bu isteklerine mağlup olanlar hiç mesuliyet almazlar, emredileni yaparlar; başlarına gelene hiç itiraz etmezler. Hükümdarlarından başka hükümdar da istemezler.

Hükümdarlarla kulları bir ömür beraberce yaşamaya meyillidir. İnsanın atalarına bakın, hiç değişiklik görmezsiniz. Şu kadar uzun ömrümde, hakkıma, etrafımdakilerin hakkına el uzatanlarla hep mücadele ettim. Kimsenin aklına itibar etmedim. Etrafım cahildi; okuma yazması yoktu koca köyün. İki tane molla vardı, bir de askerde Ali Okulu’ndan yeni yazı öğrenenler. Ali Okulu’ndan okuma yazma öğrenenler de bir mektubu yola düzecek kadar maharetli değillerdi.

11 Kasım 2013 Pazartesi

SA472/PZ19: Sonradan Öğrendim Babasızlığın Ne Olduğunu

“Öyleydi işte o zaman; geçti, geçti, ama deldi de geçti.”


Babamın arkadaşıydı, dükkana gelmişti; onu oturtmuş, ondan bana babamı anlatmasını istemiştim. “Baban rahmetlik mertti, ağzındaki lokmayı çıkarır, dostuna yedirirdi; ceketin yoksa sırtındaki ceketi çıkarır giydirirdi.” demişti. Babamı hayâl meyal hatırlıyordum. Şöyle başını hafifçe sağa yatırarak yürürdü. O da yetim büyümüştü, sahipsizdi. Bir kız kardeşi vardı sadece, yani halam; benim fazladan anam vardı. Seferberliğe gitmiş Ali dedem, sonra haber alınamamış. O yüzden babamı tanıyan kim varsa, onlardan bana babamı anlatmalarını isterdim.

Kebap ikram ettim, çay sonra… bir de gazoz açtım, karşısına oturdum, onu dinledim. Gülümseyerek anlattı, ben de gülümseyerek, özlemle dinledim. Onu uğurlarken bir de yeni bir ceket hediye etmiştim. Yüreğim ferahlamıştı. 70’li seneler.

27 Eylül 2013 Cuma

SA427/PZ18: İnsana Ferâset Lâzım

“Ferâset başka bir şey, tek başına tahsille olmuyor; biraz  terbiye gerek, iman gerek.”


İnsan buldukça daha fazlasını ister, ne yaparsın; mayası budur. Yeniler odun yakmasını bilmez, kömürün tozunu yutmamışlardır. Klimalı, doğal gazlı rahata alışmışlar, e sıkıntı azalınca insanın huzuru artmıyor demek ki, bizim zamanımızın terörü, yokluğu huzurumuzu bu kadar bitirmemişti. Rahat batar insanoğluna.

Havalar soğumazdan evvel, güzün en büyük sıkıntımız odundu. Ararsın, paranla bulamazsın. Oduncu yağmur yedirene kadar bekletir odunu; yağmurdan evvel yok satar, yağmur düştü mü Eylül’de, Ekim’de, bakarsın oduncunun kantarları çalışıyor, at arabaları sıra sıra bekliyor. Odun’un hem kilosu pahalı hem de çekeri fazla. Oduncu’ya kız vermek ya da oduncudan kız almak evlâ işlerden. Para varsa yazdan, ağustostan kuru kuru alırsın odunu. Karaborsaya da düşmez; ıslak ıslak da yakmazsın.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

SA322/PZ17: Âte

“Ana da baba da çocuğun yanında gerek…”


Rahmetlik anama biz ‘Âte’ derdik, çocukluğunda ‘Âtık’ ya da 'Âtıkiy' derlermiş, adı Altun’du. Ne dertler çektik beraber, Allah taksiratını sonsuz merhametiyle affetsin. Hem babalık yapmıştı iki çocuğuna hem de analık. Babam 44’te öldü, anam 2004’te; altmış sene kol kanat gerdi bize. Köyün o zahmetli yazında, kışında sırtında çalılar, çuvallar eksik olmazdı.

Öküzümüz yoktu; tarla sürüleceği zaman, anam öküzü olan akrabalarından rica eder, gelir tarlalarımızı sürerlerdi. Dayı, amca yok; anamın akrabalarından Ramazan vardı, o koşar gelirdi çift sürüleceği vakit. Anam da kışın keçiler için kesilen meşe yapraklarıyla dolu meşe dallarını sarıp deste yapmak için yardıma giderdi, onlara. Hiç kimsenin yardımını karşılıksız bırakmazdı.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

SA281/PZ16: Çeyiz Hazırlamayan Kız Rüyasında Mutluluk Görmez

"Namusu olmayan toplum ne olur? Bir şey olmaz; namussuz toplum olur."


“Ekmek aslanın ağzındaydı, şimdi midesine indi!” derlerdi. Vakit, 80’lerin ortası. Etraf şenlikli, millet harıl harıl çalışıyor, amma sıkıntı çok. Kazanç var masraf da artıyor. 70’lerde bir su parası bilirdik bir de elektrik parası. O iki faturayı da zamanında ödeyen neredeyse yok. Zengin kısmı yokluk bilmez zaten, fatura derdi de yok. Fatura masraf demek; ekmeğimizi güç bela kazanıyoruz.

Çocuklar büyüdü çarşıdaki okullara gidiyorlar, yol parası harçlık derken gider kalemi büyüyor. Kızları evlendirdik; çeyiz hâkeza. Yatak yapılacak çeyizlik, kaput bezi derdik iç yüzü için, o alınacak, dış yüzü bezi alınacak, pamuk alınacak, yorgancılar çalışacak; bardak, tabak, çanak artık ne lazımsa temin edilecek… 

10 Haziran 2013 Pazartesi

SA253/PZ15: Dünya Üç Günlüktür; Heder etmeyin!

“Kimse kimsenin ne ekmeğine mani olsun ne de giydiğine, yediğine, içtiğine karışsın. Fakat bir cemiyet adabı müşterek olsun.”


Basri Ağa’nın oğlu Adnan’ı idamla yargıladılar; ne kadar Türkeşçi varsa hepsi ya memleket dışına kaçtı ya da hapse girdi. Adnan da epey vakit kaçtıktan sonra yakalandı ve yargılandı. Neyse ki; beraat etti de babası rahmetlik Basri Ağa inme inmeden kurtuldu bu sıkıntıdan. Varını yoğunu harcamıştı. Sene 82 Allah-u alem.

Ecevitçilerden de vardı idamla yargılanan. Mamak’ta bir sağcı bir solcu koyarlarmış hücreye. Gözaltına aldıklarında saçlarını sıfır numara traşla keserlerdi. Solcu gençlerin saçları, sakalları uzundu, sağcı gençlerin de bıyıkları dudaklarının kenarından aşağı doğru sarkardı. Yani bir gence baktığında hangi fikirden olduğunu anlardın.

22 Nisan 2013 Pazartesi

SA229/PZ14: Geçmiş Geçmez Hiç

Fakat ne bilirdik ki, işler gittikçe kötüye gidiyor. 83-85 arası zahmetli seneler oldu.


Vakti, geçince anlatmak kolay gibi gelir insana; fakat öyle değil. Zor geçmiş vakitleri sonradan anlatmak da zordur. O vakte gidersin, o hâlleri yeniden yaşarsın. Suratın asılır, için daralır yine. Sonra gelir kalbine vurur, beynine vurur; çöreklenir kalırsın yerinde. Kalp krizi, beyin kanaması, felç falan diyorlar ya; hepsi üzüntüden. Yaşlılar bundan ötürü zayıftır; bedenleri kolay kırılır, duyguları hemencecik tarümâr olur.

18 Mart 2013 Pazartesi

SA209/PZ13: 80 Darbesi Kanatıyor Hâlâ

“Tadı damağımı yakıyor o vakitlerin. Ruhum daralıyor yine.”


Halk neticelere bakar. İşi var mı, canı emniyette mi, çoluk çocuğunun rızkını temin ederken arkasını kollayan bir devlet emniyeti var mı, dinini-imanını muhafaza edebiliyor, emir ve nehiyleri mahiyetiyle, lâyıkı ile yerine getirebiliyor mu, neslini şerden uzakta tutabiliyor mu? 80 darbesi geldiğinde hiçbirimiz bu suallerin cevabını iç ferahlığı ile veremiyorduk; anlattım, hiçbirimiz emniyette değildik. Asker, devletin yapması gerekeni beş sene gecikerek yaptı, her gün akan kan durdu.

26 Şubat 2013 Salı

SA189/PZ12: “Silin O Hâinin Adını!”

"Beş sene akan kanı bir gecede durduracakken durdurmayan, darbe yapana kadar bekleyen bir ordu komutanı bu adam. Bu adam isteseydi bir tek genç ölmezdi bu memlekette."
Ömür bitmemişse kimse kimsenin canını alamaz. O saat gelince ne bir saat ileri ne de geri alınabilir, buyuruyor Allah. Amennâ. Ömrümüz varmış demek ki. Bizden bir sokak ötedeki bakkalı vurduklarında, aklıma çoluk çocuk gelmişti. Kimseleri kalmayacaktı Allah’tan başka. Kardeş yok, amca yok, dayı yok. Anam, hanım hadi neyse de en büyüğü on dört yaşında, en küçüğü yeni doğmuş kızımız, yedi çocuk meydanda kalacaktı. Büyük oğlumuz daha 8 yaşında. Ölümden korkumuz yok ama…

30 Ocak 2013 Çarşamba

SA165/PZ11: Milletin Kalbini Beş Senede Yerinden Söktüler


“Aklından, kalbinden Allah’ı, Allah korkusunu çıkardığınızda çocuk ne olacaktı? Terörist olacaktı.”


İnsan çocuk sahibi olana kadar başkadır, çocuk sahibi olduktan sonra başka. Çocuk, insanın gaddarlığını söküp atamıyorsa karakterinden o insandan hayır gelmez. Esnaflık, insanı insan sarrafı yapar. Her türlüsünü görürsün insanın. Hırsızını, arlısını, arsızını, kumarbazını, ayyaşını, kadınını, erkeğini, namuslusunu, yalancısını.

Çocuk sahibi olup da merhametten eser göstermeyen insanlara hiç itimat etmedim. Sözlerini tutmazlar, yalandan kaçmazlar; ancak yarına bir ceset bırakırlar. İnsandaki asaleti onlarda bulamazsınız. Soyun sopun Allah indinde itibarı yoktur amma terbiye, edep soydan soptan öğrenilir. Yetimi, öksüzü de Allah terbiye eder. 

3 Ocak 2013 Perşembe

SA143/PZ10: Medeniyet Öyle Çok Uzun Boylu Bir Şey Değil

"Evimize kilidi 74 harbinden sonra vurduk biz."


70’ler karışık senelerdi. Geçmiş zaman, Demirel’le İnönü çekişiyor derken, 12 Mart Muhtırası geldi. Bizim büyük oğlan bir yaşında daha.  Erbakan’ın meclise girdikten sonra 70’te kurduğu  ilk partisi Milli Nizam Partisi de o zaman kapatıldı. Erbakan’ın adını sanını duyalı iki sene olmuştu. 69’da Adalet Partisi’nden vekil olmak istemişti de Demirel’in, o veto etmişti.  O da Konya’dan bağımsız aday olmuş meclise girmişti.

16 Aralık 2012 Pazar

SA125/PZ9: Evlâdın Hayırlısı

“Halbuki yanlış düşünüyormuşuz; kız da evlattı, erkek de. Hangisinin hayırlı çıkacağını kim bilebilirdi ki? Nice sıra sıra oğlu olan insan tanıdım, açtılar, açıkta kaldılar; öyle gözleri kapıda ölüp gittiler.”


Allah ihlaslı niyetle kafasına iş koyana yardım eder. Bize de etti. Dükkânı açtık; ama iş bununla bitmedi. Yine borç harç. Bina inşaat hâlinde.. Dükkânın tabanını kendim doldurttum; betonu döktük, badanayı yaptık.  Raflarını yaptırmaya bir marangoz getirmiştim. Dünyanın parasını istedi. Baktık olmayacak; gittik malzemeyi kendimiz aldık, rafları çaktık. Eski zaman kim ne bilir lüksü, ne bilir rafın iyisini…

30 Kasım 2012 Cuma

SA111/PZ8: Çukurova’nın Bereketli Toprakları’ndan Esnaflığa

"İşinin hakkını vereceksin. Bu memlekette zaten bu meziyet azaldığı için sefalette uzun boylu kaldık."

"Esnaflık dürüstlük ister, temizlik ister. Köy yeridir, evde karı-kız kısmı bulunur, kimsenin evinin içine gözün kaymayacak; namuslu adam olmak ister. Kadın mutfağa bırakıver der, gider. İtimat etmiştir sana evin erkeği..."

Rençberlik güzeldir; ne yersen iştahınla yersin. Kilo derdin olmaz, kanın aktığı için hastalık, huzursuzluk yanına uğramaz. Belin yorgunluktan da olsa ağrımaz. Hastalık, tembellikten, yatmaktan gelir. Rençberin genci yaşlısı da olmaz. Köydeki ihtiyarların şehirdeki ihtiyarlar kadar hastalığı yoktur; doktor bilmezler. Yedikleri içtikleri bellidir. Sütü inekten, keçiden içerler; yumurtayı, eti dağın toprağın kucağında beslenen havyandan yerler; bostanın sebzesi ahır gübresinden, sudan alır gıdasını; ağaç meyvesini dumansız verir.

Seçkin Deniz Twitter Akışı