3 Ocak 2013 Perşembe

SA143/PZ10: Medeniyet Öyle Çok Uzun Boylu Bir Şey Değil

"Evimize kilidi 74 harbinden sonra vurduk biz."


70’ler karışık senelerdi. Geçmiş zaman, Demirel’le İnönü çekişiyor derken, 12 Mart Muhtırası geldi. Bizim büyük oğlan bir yaşında daha.  Erbakan’ın meclise girdikten sonra 70’te kurduğu  ilk partisi Milli Nizam Partisi de o zaman kapatıldı. Erbakan’ın adını sanını duyalı iki sene olmuştu. 69’da Adalet Partisi’nden vekil olmak istemişti de Demirel’in, o veto etmişti.  O da Konya’dan bağımsız aday olmuş meclise girmişti.

İnönü’nün artık kulakları iyice duymaz olmuştu ama hırsı, o iflah olmaz hırsı bir darbe daha yedirdi bu millete. 73’te İnönü’yü deviren Ecevit çıktı geldi. Erbakan, MNP'nin kapatılmasından sonra İsviçre'ye gitmişti.. 1973 Genel Seçimlerinden önce, Türkiye'ye dönmüştü. O zaman Adalet partililer Süleyman Demirel'in oylarını bölmek amacıyla Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ile Turgut Sunalp tarafından ikna edilerek Türkiye'ye döndüğünü söylediler ama biz bir şey anlamadık.  Erbakan Milli Nizam’dan sonra 72’de anahtar amblemli Milli Selamet Partisi’ni kurmuştu.

Erbakan, Ecevit derken biraz nefes alır bu millet dedik, fakat felaket oldu. Kıbrıs harekâtı bu milletin kanına ekmek doğradı. Elimizde avucumuzda ne var yoksa eridi gitti, arkasından enflasyon, yokluk seneleri geldi.  Zaten ne vakit bu memleket biraz rahatlasa başına bir çorap örerler. 80 darbesine ağzımız alışmış ihtilal diyoruz; askerler geldi, belimiz bir daha kırıldı. Özal, 10 senede çırpındı durdu, ondan sonra yine tufan oldu. Askerin işi gücü yoktu, siyasetçinin de yoktu; kavga edip duruyorlardı, biz ne olup bittiğini anlamaya çalışırken bakıyorduk, daha da zor ekmek parası kazanmaya başlamışız, yokluk çekmişiz, canımız gitmiş…

Hep öyle düşünmüşümdür. Asırlardır yan yana yaşayan Rumlar ile Türklere ne oldu da bu kan gölü çıktı ortaya. Tutup adada tek Müslüman bırakmayacağız diye silahlara sarıldılar, onca insanı katlettiler. Yunan aç, biz açız; 20’lerde başımıza sardılar İngilizler; onlar da biz de telef olduk. Olmadı Menderes’e de tebelleş oldu bu mesele. Geçti geldi, 74’de Erbakan’la Ecevit’in iktidarının kucağında kaldı  leş gibi.. Çâresiz harekât yapıldı. İyi de yapıldı. Sesimiz soluğumuz kesilmişti milletler meydanında.  Fakat iflahımız da kesildi.

Amerika bir yandan, İngilteresi, Avrupası bir yandan, Rusya bir yandan çöktüler tepemize… devletimiz de nerede yoksul var tuttu Kıbrıs'a harbe gönderdi. Mersin limanında şehit haberleri gözlerdik... Bakardım listeye; çoğu doğuluydu...

Kaldık ortada. Benzin yok, un yok, yağ yok, sigara yok, gaz yağı yok, tüp yok.  O zaman sigara olsun ekmek olmasın adama. Sigara adamlığın resmi… tanıdık sokarlardı araya iyi sigara vermemiz için; Tekel’de kuyruğa girerdik, karneyle alırdık sigarayı. Kilo kilo verirdi Tekel, her esnafın istihkâkı aynıydı. Araya adam sokup fazlasını alıp karaborsada satan da vardı.  O zaman stokçuluk vardı.

Bakkalı, toptancısı hepsi stok yapardı; ben elime ne geçerse bitene kadar satardım. Bana enayi derdi öteki bakkallar. Nasıl saklarsın yağı, gelmiş yalvaran gözlerle yağ isteyen kadından? Sabun bile yokluk listesindeydi. Şükür biz bakkallık yüzünden sıkıntı, yokluk görmedik; fakat gazyağı olmadan olmuyordu.  Sık sık elektrik kesiliyordu, lambalara gazyağı koyuyorduk. Gazyağı ocakları vardı, tüpü yoksa o ocaklarda yemek, çay yapıyordu hanım evde. Erzak alan bir gazyağı esnafı vardı, sağ olsun o da bizi gazyağsız bırakmazdı.

Zor zamanlardı. Sıkıntı zamanlarında adamlık, Müslümanlık belli olur. Nice insan karaborsadan zengin oldu o vakitlerde. Hiçbiri de iflah olmadı. Allah razı gelir mi? Geceleri karartma yapılırdı, pencerelere battaniyeler asardık. Yunan uçakları bomba yağdırırlar Adana’ya, diye haber ederlerdi bize. İncirlik dibimizde. Uçaklar geceleri gümbürdeyip duruyor. Çocuklar korkardı; anamı, hanımı sıkı sıkı tembihlerdim. Akşam karanlığı bastı mı dışarı çıkmayın, kimseye de kapıyı açmayın, diye.  Yatsı’dan sonra gelebiliyordum eve. Allah muhafaza buyursun, kötülüğün her türlüsü bu tür karışık zamanlarda çıkar ortaya. Hırsızlık almış başını gidiyordu. Adana’da kim hırsız görmüş o saate kadar? Evimize kilidi 74 harbinden sonra vurduk biz.

O aralar bizim dördüncü kızımız oldu. Süt lâzım. Şimdiki gibi öyle süt bolluğu yok. Günlük süt geliyor şişede, o da eve getirene kadar ya sağlam kalır ya bozulur. Şişe sütle çocuk mu beslenir?. Bir inek alalım dedik. Yerimiz müsait; bahçemizde hindi var, tavuk var, tavşan var. Ahır gibi bir şey yaptık. İnek evimize bereket getirdi. Lâkin sütü, yoğurdu muhafaza zor oluyor. Buzdolabı lazım, o da herkeste yok. Biraz pahalı. Anam, sıkıntıya girmeyeyim diye, aldırmadı. Fakat gelgeç zaman, baktı ki olmuyor, git bize dolap al dedi de, öyle aldık. Anamı kırmazdım, bizi ne zorluklarla yetiştirdi Allah biliyor.

Evlerimizde iki somya, bir soba, bolca yatak-yorgan, perde, mutfakta ocak, tüp, bardak, tabak, tencere, çatal, kaşık, bıçak ve yerlere birkaç kilimden başka bir eşya olmazdı o zamanlar.  Şimdi say deseler birine evinde ne var, sayabilir mi bilmiyorum. Halı ancak ağaların evinde;  televizyon, çamaşır makinesi zenginde olurdu. Şimdi kiracının bile evinde klimasından birkaç televizyonuna kadar tıka basa ev eşyası dolu. Biz ev sahibi olmadan eşya almazdık. Gerçi yoktu ki alalım.

Para kıymetliydi. Zor kazanılırdı, zor harcanırdı. Şimdi kolay kazanılıyor, kolay harcanıyor. Parası olan itibarlı değildi o zaman; sözünde duran, evinde ekmek yenen, helalı-haramı bilen kimselere adam denirdi. Faiz yiyenin evinde çay bile içmezdik. Şimdi birinin parası varsa, hırsızlıktan kazandığını bilseler bile insanlar önünde iki büklüm oluyorlar. Aklım almıyor; ölmeyecek mi herkes, Allah’ın huzuruna gitmeyecek mi? Bu kadar gaddar olur mu insan, hakka hakikate karşı?

Mahallemizde bir araba vardı. Taksici emmoğlumuz vardı. Ben İbram derdim, komşular İbo derlerdi, İbo Emmi diye bağırırdı taksinin arkasından çocuklar. Allah rahmet etsin 90’lı yılların birinde öldü. Akşama kadar bizim bakkalın önünde beklerdi; müşteri oldu mu alır gider, olmadı mı arabasında kestirirdi. Tanıdık, eş-dost arabaya bindi mi para almaz; ama benzin parasını bari versinler diye beklerdi.

Taksiye herkes binemezdi o zaman. Murat 124’ü vardı; ilk çıktığında almıştık ona, borç harç… Arada bir her parçasını söker yağlar, tekrar takardı. O kıtlıkta o da sıkıntı çekti. Defterde borç listesi epeyce kabarmıştı. Şükür daha enflasyon pek rahatsız etmiyor 74’te; biz de zarar etmiyorduk. Çiftçi alırdı Kasım’da, tâ Haziran’da buğday hasadından sonra verirdi. Ya da Eylül’de pamuk hasadında.

Bir memlekette insanlar uzun vadeli borçlanıyorsa o memlekette istikrar var demektir. Bunu bilirdik biz, vakit gittikçe daha kötüye gidecekti. Alacak defteri dolardı, kasada para bulamazdık. Vadeyi kısalttık, veresiyeyi de azalttık, mecburen.


Geçmiş zaman; neredeyse kırk sene olmuş. Gençlik güzel şey; elin ayağın tutar, gözün görür. İnsan hep aynı kaldığını sanıyormuş; ama zaman fark ettirmeden geçip gidiyor, eskitiyor adamı. Ama insanın içinde hep saf, masum bir çocuk hep duruyor. O hiç değişmiyor, unutmayın.

Şimdi torunlarıma bakıyorum da, baba iken, insan o kadar dikkatli bakmıyor hayata. Fakat dede olunca, önceyi sonrayı hesap ediyor insan. Merhameti artıyor, kalbi genişliyor. Ben de artık biliyorum ki; yaşlılar bir milletin vicdanıdır, merhametidir, insanlığıdır. Medeniyet öyle çok uzun boylu bir şey değil. Onlara hürmet yoksa insanlık yok.


Piro Zaza, Sonsuz Ark, 03.01.2013

Seçkin Deniz Twitter Akışı