30 Kasım 2014 Pazar

SA1015/ÇY5-DÇ12: Papaz Her Gün Pilav Yemez!

 "Vatikan ve Sarayı ne kadar mütevazi?"


Katolik Hrıstiyanların ruhani lideri ve Vatikan Şehir Devleti Başkanı Papa I. Francesco’nun ülkemizi ziyareti uzun zamandır ülke gündeminde. TV’lerin ve sosyal medyanın gündemi nasıl işlediği ve gözümüzden kaçırdıklarına göz atmakta fayda var.

Önce, Papa I. Francesco ülkemize gelmeden Vatikan’a gönderilen davet mektubu basına sızdırılarak gündeme oturdu. Mektupta, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın daveti nasıl yaptığı ve Papaya nasıl hitap ettiğini anlatan haberler medyada yer aldı.(1)

Öncelikle konuyla ilgili haberleri okuduğumuzda aklıma şu soru takıldı.

-Papaya nasıl hitap edilmelidir?

 Ebetteki tüm ülkeler nasıl hitap ediyorsa o şekilde hitap edilir. Görgü ve protokol kuralları bunu gerektirir. Papa kendi dinine inananları kutsadığına göre, demek ki her devlet ve kurumu kendisine "Kutsiyetpenahları Papa Fransuva" olarak hitap ediyordur.

"Sayın Hacı Papamız" diyemeyeceklerine göre, medya bunu kendine nasıl açıklıyordu?

Mektupla ilgili haberlerin içeriğinde gözden kaçan bir diğer husussa daveti kimin yaptığıydı. Mektubun ilk satırlarında daha “Sayın Abdullah Gül tarafından yapılan daveti Türkiye Cumhuriyetinin yeni Cumhurbaşkanı olarak göreve başladığım şu günlerde yinelemekten özel bir memnuniyet duymaktayım”, deniyordu.(1)

Anlaşılan o ki bu davet çok daha önceden yapılmış, görev değişikliği nedeni ile bu daveti yürütmek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın omuzlarına kalmıştı.

Papa I. Francesco da Türkiye ziyareti takvimini, ’İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi’nin koruyucu azizi  kabul edilen Aziz AndreasYortusu’nun kutlandığı tarihe denk getirdiğinden ziyaretin amacının zaten Hrıstiyanlık dininin iki mezhebi arasında olan özel bir gün için olduğu açık ve netti.

Aynı gün Papa’nın, Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’la özel bir görüşme yapacağı ve avlusunda Ortodoks Patrikhanesine de ev sahipliği yapan St. George Fener Yunan Ortodoks Kilisesi’nde ‘Ekümenik Dua’ gerçekleştireceği de haberlerde açıklanıyordu.

Yurdumun bir kısım medyası ve insanları Dinî bir 'Bayram'da Cumhurbaşkanımız ve Diyanet İşleri Başkanımız, başka dine ait bir ülkeye gitmiş olsa, acaba nasıl karşılanmalarını bekler, nasıl bir ortamda Bayram Namazı'nı kılmalarını isterdi?

Yavuz Sultan Selim' in İran Şahı’ na gönderdiği notta olduğu gibi “Herkes yediğinden ikram eder.” (2)

***
Bu eleştiriler ve atışmalar sürerken Vatikan’a Mimarlar Odası Ankara Şube yöneticileri bir mektup yazıp göndererek gündeme girdi.

Haber söyle diyordu:

"Mimarlar 28 Kasım’da Kaçak sarayın ilk konuğu olacak Papa Francis'e mektup yazarak, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Kaçak Saray'ın hukuksuzluğuna ilişkin rapor gönderdi.  Binada yapılacak davete katılmamalarını evrensel hukuk ilkelerine göre, yasadışı olan yapıyı meşrulaştırmamalarını istedi."(3)

Mimarlar Odası yeni yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na, demokrasi kuralları ile ülkenin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın kullandığı binaya, kendilerince Kaçak Saray adını verme yetkisini kimden ve nereden alıyordu?

Demokrasiden almadıkları kesindi. Evrensel hukuk ilkelerine uygun olmayan konu neydi? Açtıkları davalarla durumun meşrulaştırılmamasını talep etmek nasıl bir travmaydı?

Halkın seçimini yaptığı kişinin kararlarına, saygı duymayan Mimarlar Odası hangi demokrasi ve hukuka dayanarak bu gayri meşru hareketi yapıyor. Seçilmişini tanımıyor ve ülkeyi başka ülkelere şikâyet ederek küçük düşürmeye çalışıyordu.

Yani Papa ya da başka bir Devlet Başkanı gelse, halkın seçtiği kişiyi ve ülkenin imajını güçlendirmek için yapılan yeni binayı, gelen misafirler mi meşrulaştırıyordu?

Meşru olan neydi? Yoksa Türkiye Demokrasi ile değil Meşrutiyetle mi yönetiliyordu?

“Bu işin takipçisiyiz, gelen her yabancı konuğa raporlarımızı ve mektuplarımızı ayrıca ileteceğiz" deniyordu.(3)

Zihinler almıyordu. Halkın eminiz yüzde elli ikisi bu olanlardan çok korkmuş olmalıydı. Ancak izleyen insanların sosyal medyada bu konuyla ilgili olarak kendi aralarında çok eğlendiği kesindi.
Zaten konunun 'Meşru' olan kısmıyla Türkiye Halkı, 'Ti' ve 'yet' kısmıyla ilgili kişiler ilgileniyordu.

Bu statükocu hareketleri ne zaman bırakıp olgunlaşacaklar bilmiyoruz, ama halen izliyoruz.

Bu konunun devamında Papa Türkiye’ye ziyaretinde protokol ve davet kurallarını yerine getireceğini bildiriyor ve konu kapanıyordu. Ancak bir isteği vardı. Geldiğinde mütevazı bir araca binmek istediğini T.C. ne belirtiyordu. Yapılan haberlerde Papanın çok mütevazı bir kişiliğe sahip olduğu vurgusu da özellikle belirtiliyordu. Ancak bu istek güvenlik gerekçesi ile Türkiye Cumhuriyeti yetkililerince geri çevriliyordu.(4)

Doğru ya Türkiye Cumhuriyeti hiç de mütevazi değildi. Vatikan ve Sarayı bu konuda oldukça mütevaziydi. Yurdum insanı Vatikan ve Sarayını nereden bilsindi. Halk zaten cahildi. Verdiği oy bu yüzden meşru değildi. “Ti ve yet” çiler bu konuda halkı aydınlatıyor, halk nedense bir türlü aydınlanmıyordu. Ülkemiz sarayı har vurup harman savuruyordu. Ormandaki 'Kültür Mantarı' bile ne işe yaradığını biliyor, ancak halk ve halkın sarayı bilmiyordu.


***
Bu garip ve anlamsız davranışları bir kenara bırakalım. Medyanın göz ardı ettiği, bir türlü aydınlatamadığı halktan, sakladığı bölüme Vatikan ve Sarayının mütevazılığı konusuna bakalım.

Vikipedi bu konuda diyor ki; Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır.

Bütçesi; Katoliklerden kesilen kilise vergisi, aidatlar, bağışlar, şirket gelirleri, hisse senedi-tahvil-bono gelirleri, bankacılık ve faiz gelirleri, hediyelik eşya satışlarından elde edilen gelirlerle basın yayından elde edilen reklâm gelirlerinden oluşmaktadır.(5)

Bu konuda Almanya’nın Uluslararası yayını Deutshe Well ise şunları yazdı:

"Vatikan Zengin Ama Fakir"

Katolikler ’in dini merkezi Vatikan başlı başına bir devlet. Her devlet gibi Vatikan’ın da bir bütçesi var. Ama duvarların ardında gizliliği tercih eden bu mini devlet ayrıntılı bilançolar ya da bütçe planları yayınlamaz. Hesaplarını gizli tutan Vatikan, uzmanlara göre, fakir ama zengin bir devlet. DW’denHajo Görtz’ün haberinden konuyla ilgili bölüm şu...

Vatikan’ın zenginliği, satılması mümkün olmayan değerlerden kaynaklanıyor. Kimsenin elden çıkaramayacağı St. Pierre Bazilikası ile müzelerindeki sanat şaheserleri bütçeye sembolik rakamlarla yansıyor. Nakdi servetinin 1 ila 12 milyar Euro olduğu tahmin ediliyor. Gelir gider hesaplarında küçük meblağlar yer alır. Ama Vatikan’ın maliyesi oldukça karmaşık. Vatikan uzmanı Benz bu konuda şunları söylüyor:

“Vatikan 44 hektar genişliğindeki egemen bir devlet. Dünya Katolik kilisesinin, yani 1 milyar Hristiyan’ın yönetildiği merkezdir. Ama Vatikan ile Katolik kilisesinin hesapları ayrıdır. Bütçeyi dengelemek, personele maaş ödemek, tarihi binaları muhafaza etmek, aynı zamanda da kara gün akçesi biriktirmek kolay değil.”

Kilise ve Devlet'in bütçesi ayrı

Vatikan devleti ile kilise yönetiminin bütçeleri ayrı. 210 milyon Euro ‘lük bütçe 2000 yılından bu yana 10 milyon Euro açık veriyor. Yurtdışındaki şubeleri diyebileceğimiz piskoposlukların bazıları Vatikan’ı defalarca satın alabilecek kadar zengin. Örneğin Köln başpiskoposluğunun bütçesi 680 milyonu buluyor.

Tarihçi Benz, Vatikan’ın zengin piskoposlukların yardımına ihtiyaç duyduğunu belirterek “Vatikan’ın değerli gayrimenkulleri var. Kira gelirleri, hisse senetleri, tahvilleri, altını var. Yatırım sermayesi rant getiriyor, gayrı menkullerinden kira alıyor borsa ve döviz spekülasyonuyla para kazanıyor. İşte kilise yönetiminin başlıca gelir kaynakları bunlar” diyor.

Spekülasyonlar

İtalyan yasalarına bağlı olmayan Vatikan bankasının karıştığı skandallar da oldukça fazla. Bu konuda Benz, “Papa, yatırımların azami kar değil, ahlaki prensiplere göre yapılmasını ister. Dini ve ahlaki kurallarla bağdaşmayan alanlarda bankanın faaliyet göstermesi 30 yıl önce Papa tarafından yasaklanmıştı. Örneğin, Vatikan’ın doğum kontrol hapı ya da silah imal eden şirketlere ortak olması düşünülemez” diye konuşuyor.

Ama Amerikan Chrysler şirketi Alman Daimler Benz ile birleştikten sonra Vatikan’ın Chrysler hisselerini satıp satmadığı bilinmiyor. Eğer satmadıysa, dünyanın en büyük silah imalatçılarından birinin hissedarları arasında Vatikan da bulunuyor.(6)

***
Başka haberlerde bu konuda zaten daha da vahim iddialar var. Radikal Gazetesinden Şebnem Turhan bir yazısında bu konunun kronolojik sıralamasını yazmış.

Kronoloji

1887-Roma Katolik Kilisesi Papa için fon bulabilmek için Din İşleri Dairesi’ni kurdu.
1929 -Fon’a en büyük katkıyı İtalyan Faşist Diktatör Benito Mussolini sağladı.
1942 -Vatikan Bankası, 1942 yılında Papa Pius XII tarafından kuruldu.
1946 -Vatikan Bankası Naziler için para aklama ve Nazi altınlarını İsviçre’de saklamayla suçlandı.
1968 -İtalyan mafya ailesi Gambino’nun eroin paralarını aklamakla suçlandı.
1978 -Gladyo Üyesi RobertoCalvi’nin bankası BancoAmbrosiana ile ilgili soruşturma başlar.
1979-1982 -BancoAmbrosiana soruşturmasını yürüten birçok yetkili ve banka çalışanı mafyatik cinayetlere uğrar.
1980 -BancoAmbrosiana’da kayıp olan 1,3 milyar dolar Vatikan Bankası’nda çıkar
1982 -BancoAmbrosiana batar. Londra’ya kaçan ‘God’s Banker’ Tanrı’nın Bankeri adı verilen Calvi bir köprünün altında asılı bulunur.
1983 -Vatikan Bankası BancoAmbrosiano çöküşünün ardından mevduat sahiplerine 250 milyon doları öder.
1990-Vatikan Bankası’nın dünyanın dev şirketlerine 10 milyar doların üstünde yatırım yapmıştır.
2009 -IOR İtalyan Mali İstihbarat Birimi tarafından soruşturma altına alınır. 180 milyon Euro lük kara para aklama suçlaması olur.
2010 -23 milyon Euro’nun aklandığı tespit edilir, bankanın finansal denetime girmesi istenir ve banka MONEYVAL’a tabi olur.
2012 -Vatikan Bankası Başkanı Ettore Gotti Tedeschi görevinden ayrılır, ama soruşturma sürer.
2013 -Vatikan Bankası’nın Atm’leri kapatılır, Vatikan’da sadece nakit para geçer.(7)

***
Bu kronolojik tarihe ve bilgilere göre Vatikan ve Sarayı ne kadar mütevazidir, bilemiyoruz. Ortada bir gerçeklik varsa T.C. için yapılan ve halkın seçtiği kişilerin ikamet edeceği ve çalışacağı bir binanın yukarıdakilerle kıyaslanamayacağıdır.

IMF’ye dış borcun bittiği gün yurdumuzda Gezi'ye çıkan Papazların basında yer alan fotoğraflarını henüz unutmadık. Haberlerin konu boyutunun ne kadar ruhani ve ne kadar cismani olduğunu da…


***
Saray mı kaçak, yapılan bu haberler mi kaçak? 

Doğruyu hep beraber artık net olarak görelim.

İlgili haberleri yapan kişi ve kişilerin ne yapmaya çalıştıklarını halka önce mantıklı şekilde açıklamaları lazım. Çünkü; ülkemize dış ülkelerden gelen insanları siyasi ya da dini düşüncesi ne olursa olsun, Türkiye Halkının görgüsü nezaketi ve misafirperverliği ile ağırlamak devletimizin de halkımızın da her zaman görevi olacaktır. Ve kendine yakışır şekilde davranacaktır.

Ülkemizi dışarıda karalamaya çalışan her tür kişi ya da kurum gerçekte kendini karaladığını unutmamalıdır. Önümüzde genel seçimler var, basında yeni Cumhurbaşkanlığı konutuyla ilgili abartılı haberler artarak devam edecektir.

Buraya kadar anlayabiliriz; ancak ülke itibarını kaybediyor diye feveran halde yakınanların, aynayı kendilerine tutmalarında yarar var.

Bu hususta toplumumuzun geliştirdiği güzel bir atasözü var ki, her şeyi tek kalemde zaten senelerdir kökünden söküp atıyor:

“Papaz her gün pilav yemez.”


Duru Çağlayan, 30.11.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar




Kaynakça:


 Görseller:



Seçkin Deniz Twitter Akışı