30 Ekim 2012 Salı

SA90/KY1-CÇ1: Büyüklere Masallar


Büyükler acınası işler yaparlar. Pireleri berber, develeri tellal ederler.  Bu yetmezmiş gibi bir de keçiyi, koyunu, kurdu kuzuyu konuşturmazlar mı? Ya gezintiye çıkan ağaçlar, çiçeklere ne demeli. Bütün bunlara sebep ders vermekmiş. İlle ders verecekler. Yalan söylemenin kötülüğünü anlatmak için bütün bir sürüyü kurda yedirir masalın adını da “ Yalancı Çoban” koyarlar. Düşünmezler ki çoban tek başına sıkılır. Öyle ya o da nihayetinde insandır. Onunda başı ağrır, midesi bulanır. Konuşacak birini arar. Hani kuzular, koyunlar konuşsa onlarla dertleşir. Ama böyle bir şey yok. Ne yapsın bizim çoban? Kim olsa onun gibi köylüleri başına toplamaya kalkışır. Bunda hiçbir kötülük yok bence.


Kırmızı başlıklı kızın peşine kurt niye düşsün? Eğer yiyecek olsa yolunu keser yer. İlle de ninesinin kılığına girmesi gerekmiyor. Ben büyüklerin masal anlatmasını bu yüzden sevmiyorum. Bilmiyorlar. Biz çocuklar bunu onlardan daha iyi yaparız ama bize de fırsat vermezler. Evet. Susmamız için neler yapmazlar. Hatta dayağa kalkışanlar bile olur.

29 Ekim 2012 Pazartesi

SA89/SD15: Cumhuriyet'in Kazanımları Üzerine Simülasyon Denemeleri


"Cumhuriyet'in kazanımlarını korumak" tandanslı yorumların içeriğinde neler var? İlkel bir teknikle ve lineer(doğrusal) bir yaklaşımla Cumhuriyet'in kazanım elde etmesinin ne anlama geldiğini düşünelim. "Cumhuriyet'in Kazanımları" konulu simülasyonlar oluşturarak, soracağımız sorularla yorumları ve demeçleri anlayabilecek miyiz? Deneyelim;

İlk simülasyon denemesi; "Cumhuriyet, kazanım elde edebilen bilinçli-canlı bir varlık mıdır?"

Bir yönetim şekli olan cumhuriyet'in "kazanım" ilkelerine göre "kazanım" elde etmesi mümkün müdür? Ya da bir kurallar manzumesi olarak adlandırılan bir yönetim şekli, iradesi olan canlı bir varlık gibi "kazanım " elde eder mi? Eğer Cumhuriyet'i bir kazanım savaşçısı olarak algılayacaksak, ona önce bir kimlik vermemiz gerekir; her şeyden önce, onu bilinçli canlı bir varlığa dönüştürmemiz gerek şarttır. Bunu yapıp yapamayacağımız açıktır. Yapabildiğimizi düşünelim.

28 Ekim 2012 Pazar

SA88/RK3: İslâm İktisat Teorisi (İİT) Mümkün müdür?



Başlıktaki soru kışkırtıcı bir soru.  Bu çalışmanın konusu da bu soruya cevap bulmak olacak. Cevap hazırda, ancak konunun akademik geçmişi parlak çok ter taşıdığı için teknik olmayan bir irdeleme yapmamız şart. Kapitalist ve Marxist iktisat kurgularına ait bütünleşik teorilerin, kendilerini üreten ve besleyen akademik ve profesyonel aculluğa/çapulculuğa terk edilmesi zamanı gelmiş ve geçmiş görünüyor. Bütün iktisat teorileri, çabucak üretilirler ve sonsuza dek beslenmek amacını güdenlerin sömürü araçlarıdırlar; sadece bu yüzden terk edilmelidirler.

İktisat (Ekonomi), yaşananla ilişkili iken teorik bir bakışa ihtiyaç duyan bir şey, bir olgu, bir olay değildir. Asıl sorun iktisadı teorilerle yönlendirme ihtiyacının nasıl doğduğu ile ilgilidir. Çok cesur sayılabilecek bir tesbitle tarihin görünür sayfalarına geçelim: “İktisat Teorileri, haksız kazanç elde etmek için, Allah’ın haram saydığı kazanç türlerini baskın hâle getirerek insanları sömürmeyi, aldatmayı mümkün kılan düzeneklerin inşâsı için üretilirler.” Bu tam olarak budur.

27 Ekim 2012 Cumartesi

SA87/DT6: Ayakkabı Hırsızları’nın Gölgesinde Bayram Namazları



'Ayakkabı Hırsızları' denince ne duyumsar aklınız? Kötücül, yakalanınca pataklanacak kişiler mi? Artık değiller, çünkü yoklar. Bulursanız kucaklayacaksınız onları, hasretten, biliyorum. Heyecanla beklediğiniz bayram alışverişlerinde aldığınız o güzelim ayakkabıları çalanlar bile hoş geliyorlar aklınıza şimdi...

En son çocuklarım için ne zaman bayram alışverişi yaptığımı hatırlamıyorum. Hiç yapmamış değilim, ama hatırlamadığıma göre çok azdır bayram öncesi alışveriş. Kötü bir baba değilim bayram alışverişi yapmadığım için, aksine bayramdan bayrama alışveriş yapacak derecede fakir olmadığım ve gerektiği zaman alışveriş yapabildiğim için Allah’a şükrediyorum ve iyi bir babayım bu yüzden.

21 Ekim 2012 Pazar

SA86/IE4: Uzlaşı Bir İhânettir

"Kindi uzlaşı; sonsuz sonraya doğru uzanan bir seri, asla ‘bir’e yakınsamayan bir karanlık seri."


Uzlaşı bir ihânettir, serin göğün altında. Ya da kaskatı bir güneşin kızgın çöl iskelelerinde sere serpe bir teslimiyet. Kurumuş dudaklardan sıyrılıp, ruhunu şeytana satmaya giden yolda bir ayyaş, bir merhamet tenakuzu. Hüzünlü bir ihânet.

Adı üstünde; vazgeçiştir uzlaşı… İnce ince örülmüş sonsuz bir zincirin ucuna çekilmiş teslim parağrafı; çatışan, ayrışan ve dudaklarından alev fışkıran tarafların ilkelerini tek tek yontması, eritmesi ve kalıplara dökmesidir.

Toprakla, suyla, havayla uzlaşmayan ateşin,  ihânetle soğuması belki de… uç uca eklenmiş pazarlıkların çağ yerinde, çağların ardından sürüklenerek gelen, ölülerin külleri arasından görünen dayatmalara kurban verilen bir dirlik, dirilik… canı çekilmiş bir var oluş. Yeni biçimlere, biçemlere kesilen tiz bir hesap çığlığı.

SA85/KhB6: Ayağa Kalk, Kürt; Kardeşim!/ Warzı â Pay, Kırdâsî; Brâymı! *


(Biz, Hepimiz Biraradayız/ Mâyê, Mâhamêyê Pê Hâtı)
(Kurtlar, bizden uzaklaşın!/ Wergıy, Mârâ Dûrîykêwê!

(…)


Ayağa kalk, kürt; kardeşim/ Warzı â pay, kırdâsî; brâymı
                oturma, yatma, ses çıkar / mêrôşı, mekeuw; heas bı kı
     ölüyor çocukların, çocuklarımız, türklerin çocukları/ mırenê qaçê tô, qaçê ma, qaçê tırkân
                                   ölüyor kardeşlerimiz, ölüyor onlar/ brâymâyê ye mırenê, mırenê ê ye
gör… yatma!/ bıwinı… mekeuw!

(…)

17 Ekim 2012 Çarşamba

SA84/AS9: Tasavvuf Ölü Adamların Yapılmış İşidir; Ekmek Kapısı’dır.




“Yağmur varsa bulut da vardır.” Moustapha Meditérrané

Berzah âleminden çıkıp gelemeyeceklerine eminim. Söyleyeceklerime itirâz edemeyeceklerini de biliyorum. İtiraz edemedikleri için söyleyeceklerim doğrudur, demeyeceğim. Söyleyeceklerim, onlar iz sürücülerinin iddia ettiği gibi ‘gelemeyecekleri için’ doğrudur. İddia ediyorum ki; tasavvuf ölü adamların yapılmış işidir ve onlar tasavvuf işini yaparak geçinmişlerdir. Tasavvuf onların diri iken ekmek kapısıydı, şimdikiler de dimağlarına sürülmüş parlak mistik yağlar için heveslenip aynı ekmek kapısında dileniyorlar.
***
Her müddei iddiasını ispatlamakla mükelleftir. Ben değilim. Zirâ; ispatlanması gereken iddia, elde kanıtları olmayan iddiadır; kanıtları bulup gelmek müddei’nin işidir, mecburiyetidir. İddiam, kanıtları herkes tarafından bilinen iddiadır; tıpkı yağmur yağdığında göğün bulutsuz olamayacağı iddiası gibi apaçık meydandadır. Ben iddiamı izah etmekle mükellefim. Bu iddia’yı bir muhkem hakîkat olarak bilip idrâk edenlerin -ki, bunların çoğu pamuk şekerinden mâmül zincir ile birbirine bağlanan, birbirinden beslenen tasavvuf pirleri ve müridleridir- hakîkate ihanet edip bu hakîkati saklamalarından mütevellit bir izâhât mecburiyeti vardır. Birer aslan’a dönüşmüş olduklarından ağızlarından elimizi uzatıp, karınlarındaki hâkikati ışığa çıkarma işi de hâkikâti Kur’an’da izleyenlerin işidir, işi olmalıdır.

16 Ekim 2012 Salı

SA83/ME8: Artık Önümüzdeki Maçlara Bakmayacağız!

Önemli Açıklama: Türkiye, Hollanda ve Romanya'nın ardından Macaristan'a 3-1 yenildi. İki yıl önce yazılan aşağıdaki yazı güncelliğini  muhafaza etmektedir: 'Merhum Milli Takım'a atfedilmiştir.


Ne iyi oldu. Azerbaycan’a yenildik. Geçen hafta da Almanya’ya yenilmiştik. Yüreğimizin cız etmesine alışmıştık birkaç yıldır. Dünya Kupası’na katılamadık; üçüncü olmuşken Avrupa Şampiyonası’nda. Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzon dökülüyorlar birkaç senedir, Süper Lig’de, Avrupa Ligleri’nde. Ligimiz hakikaten süper. Milyon dolarlık renkli futbolcularımız, Avrupalılarımız dolduruyorlar ceplerine paracıklarımızı. Şampiyon Bursa’mız sürünüyor Şampiyonlar Ligi’nde… Ne iyi!

Ne iyi, artık futbol izleme zevkimiz bitti. Ne iyi, böyle sıradan bir zevkten kurtulduk. Ne iyi, artık bunalımlarımıza dönebiliriz. Belki düşünebiliriz. Evet, düşünebiliriz; çok kısa önce de düşünmüşüzdür de belki. Son üç yıldır, takımlarımız yerlerde sürünüyor. Önce Sivas, sonra Bursa dağıttılar burnu havada süper dört takımın havasını. Keyfimiz kaçtı; gözlerimiz açıldı. Gözlerimiz Ergenekon’u gördü.Refaranduma aklımız erdi.

SA82/SD14: İktidarların Temiz Mutfağı Yıpranmayı Engelleyebilir mi?


İktidarlar yıpranırlar. Bu, siyâsî, psikolojik ve sosyolojik değişmez bir kaidedir. Kaide olması sebebiyle de "Hangi iktidarlar yıpranmaz?" sorusu sorulamaz. Fakat, "Hangi iktidarlar daha çok, hangileri daha az yıpranırlar?", gibi sorular sorulabilir.


İktidarları yıpratan unsurlar, iç ve dış etkenler olarak sınıflandırılsa da, genel olarak dış etkenler 'iktidar yıpranması' nda en önemli etkendirler. Dış etkenleri, iktidarlar üzerinde alışılageldik ülke içi ve ülke dışı baskı grupları olarak tasnif ettiğimiz takdirde, iç etkenleri de iktidar gücünü elinde bulunduran kişi, kurul ve kurumlar olarak tasnif edeceğiz.

Bu minvâlde iç etki gruplarına dâhil ettiğimiz hiç bir iç etkenin dış etkenlerden bağımsız kalamayacağı, iktidarlar üzerinde en büyük baskı araçlarının psikolojik özellikleri olması hasebiyle göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çalışmada "İktidarlar neden yıpranırlar?", sorusu demokratik yöntemlerle seçilen iktidarların çalışkanlık/tembellik ve güvenilirlik/güvenilmezlik özellikleri üzerinden değerlendirilecek ve bu sorunun muhtemel cevapları aranacak; özellikle çalışkan ve güvenilir olan iktidarların yıpranmalarındaki nedenler tahlil edilecektir.

15 Ekim 2012 Pazartesi

SA81/MEY7: Öğretmenlik Sanatı



"Bu yazı, fedâkâr öğretmenlere adanmıştır."

Okulun adını duymuştu, ancak henüz yerini bile bilmiyordu. Yaptığı araştırmalar sonucunda öğrencileriyle en iyi iletişimi kurabileceğini düşündüğü Anadolu lisesini tercih etmiş ve Anadolu liselerine öğretmen seçme sınavında aldığı puanla, birinci sıradan tercih ettiği okula yerleşmişti. Şimdi okulun bahçesindeydi. Haziran sıcağı tüm haşmetiyle tepesinde yer tutmuştu, fakat okul bahçesine alelusul döşenmiş asfaltın kavurucu buharlarından korunacak bir gölge çarpmıyordu gözüne. “Bahçesi güzel değil”, demişlerdi; önemsememişti.

Okul binasının karmaşık mimarisi, sanat anlayışını tırmalamıştı; yine önemsemedi. Okul Müdürünün odasını ararken karşısına okul hizmetlilerinden olduğu belli olan biri çıktı. Müdür okulda yoktu; hizmetlinin yönlendirmesiyle Müdür Başyardımcısının odasına girdi. Selam verdi ve kendisini tanıttı. Başyardımcı yüzüne baktı ve ona: “Seni niye gönderdiler?” diye sordu.

SA80/PZ6: Menderes’in Yakası/ Askerlik Hatırâlarım



Sene 60’da askerdim. Adapazarı’nda. Levazım Bölüğü’ndeydim. Levazım astsubayının tayini çıktığından beri depoların anahtarlarını bana teslim etmişlerdi. Erbaş da değildim; ama bölük komutanım beni bütün depoların sorumlusu yapmıştı. On tane erim vardı; dışarıdan hamal getirirlerdi, çuval çuval mercimek, fasulye, pirinç, top top kumaşlar, ayakkabılar gelirdi. Hamallar , malzemeyi indirir, paralarını alır giderlerdi.

Bir gün erlerim bana, “Hamal getirmesinler biz taşırız, harçlığımız yok!“ dediler. Bölük komutanına söyledim, “Tamam!” dedi.  O kadar dua ettiler ki bana. Memleketten para gönderecek kimsesi olmayanlar, parası olmayanlar, öksüzler, yetimler. Depoları kitap gibi yapardık; kısım kısım ayırmıştım her şeyi. Çuvalların köşeleri bir hizada olurdu.

14 Ekim 2012 Pazar

SA79/FT4: Karanlık Enformasyon Kanalı; Medya


Sinema ve Televizyon ya da daha geniş kategorik anlamıyla Medya, ideolojilerin çatıştığı, güç savaşlarının yaşandığı bir kurtlar sofrası. Piramidal klik üyeleri için var oluş, tek yönlü enformasyonla mümkün. Tek yönlü enformasyonun da mümkün olduğu tek alan  ya da kategori Medya.

Görsel ve işitsel implantların tasarımlarını yapanların, implantlara yüklenecek bireysel ve toplumsal formlar için birbiriyle ilişkili, birbirine bağımlı, bağlaşık halkalara ihtiyacı olduğu için, en dıştan  merkeze doğru çıkar paylaşım grafiği oluşturmuş olmaları şaşırtıcı değildir. En dıştaki halka, sektörün piyonları olarak tanımlanan oyuncu halkasıdır.

13 Ekim 2012 Cumartesi

SA78/ÂA7: Türkiye’nin Vals Koreografisi/ Savaş Dışı Olasılıklar

“Türkiye, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun uyumlu birlikteliği ile kürenin diğer ülkeleriyle, stratejistlerin alışkın olmadığı bir vals peşinde; savaş dışı olasılıkların gerçekleşmesi için elinden geleni yaparken bütün askerî varlığını da vals pistinin etrafında tutmaya devam ediyor.”


Türkiye ‘soft power/ yumuşak güç’ terminolojisini adım adım  üretirken ürettiği kavramları ve aldığı yeni tavırları diplomatik ağlara ve stratejik damarlara enjekte etmekte hiç acele etmiyor ve rakiplerinin bunu dillendirmesinden hoşlanıyor. 

Hoşlanıyor, çünkü; yumuşak gücün sınırsız bir sabır alanı olmadığını ve koşullar gerektirdiğinde soft’un hard’a evrilmesinin ansızın gerçekleşebileceğinin, bunun için de yüzlerce yıldır uygulanan Britannic stratejilerin tam olarak hard reflekslerle hamle üretirken, soft reklamı yaptığının herkes farkında. Türkiye, bunu böyle yapmıyor; softsa soft, hardsa hard. Pozisyonlarının hepsi açık ve öngörülebilir ve bu yüzden de güvenilir.

11 Ekim 2012 Perşembe

SA77/MB4: Kirli Bilgi’den Arınma’nın İlkeleri


Egemen medeniyet/uygarlık doneleri, ABD, Avrupa ve Rusya’nın, yani aşırı zengin G7 ülkelerinin bulunduğu üst medeniyet formundan ve parlak medeniyet formunun etkilediği, baskı altına aldığı, sömürdüğü ve dilediği zaman öldürdüğü insanların bulunduğu Filipinler’den Guantanamo’ya, Kolombiya’dan Afganistan’a, Bosna’dan Sincan’a, Kafkasya’dan Somali’ye, Kore Yarımadası’ndan Venezuela’ya, Güney-Kuzey Afrika’dan Çin-Japon Denizi’ne, Hind alt kıtasından Güney Amerika’ya ve Doğu Avrupa’dan, Orta-Güney Asya’ya kadar alt medeniyet örnekleminden elde edilerek nesnel bir analize tabi tutulduğunda, 19 ve 20. yüzyılların ürettiği uygarlık kurgusunun insana iyilik ve güzellik  vermeyi hedeflemediğini, Marxizm gibi yaygınlaşma, Nationalizm gibi sıkılaşma/arileşme/daralma  eğilimli sentetik ideolojilerin kapitalizme hizmet etmek ve her ırktan, dilden ve dinden insanı sömürmek için köleleştirmeyi hedeflediğini gösterecektir.

10 Ekim 2012 Çarşamba

SA76/AÇ3: Terör Örgütü Lideri Serbest Bırakılmalı mı?

"Türkiye, 100 yıllık bir ayrışma sürecini sona erdirmek üzere."


Liberallerin sıklıkla sertleşerek totaliter bir tonda çıkmaya başlayan seslerine ek olarak, sosyalistlerin sürgit bir deformasyonla salt ulusalcı bir sıkılaşma ürünü olan sesleri sistematik bir dar alan oluşturunca, Türkiye’nin sorunları tipik milliyetçi kilitlenmelerle, tahrik sınırını aşan anlık tepkilerle fokurdayıp duran bir deney tüpüne doldurulmuş oldu.

Kasım 2002’den beri kesintisiz iktidar sorumluluğu taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neo-liberal çizgileri kalınlaşan politik söylemi, zaman zaman ‘Irkçı Milliyetçilik’ temelinde siyaset yapmayı amaçlayan Milliyetçi Hareket Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi’nin söylemlerindeki dalgalı seyre de ayak uydurmakta sakınca görmüyor.  Hükümet Kürtler’in hak arayışına iliştirilen terör sorununa çözüm bulmak adına kendisini diyaloğa zorunlu hissettiği için yalpalıyor ve güven kaybediyor.

7 Ekim 2012 Pazar

SA75/RK2: Eksik Tartma’nın Modern Boyutları Yolsuzluk ve Rüşvet





“Ölçüde haddi aşmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” Kur’an/Rahman 8-9

Kapitalizmin, tefeciliğin, stokçuluğun, karaborsacılığın ve diğer benzer formların teorik ve eylemsel olarak tekelciliğin (tröstlerin) basit birer aracı olduklarını hepimiz biliyoruz. Eksik tartmak olarak tanımladığımız tüketicinin/müşterinin aldatılması ise daha teknik-estetik bir tröst aracıdır ve bu araç çok ciddi ekonomik, biyolojik ve ekolojik problemler üretmektedir.

Tüketicinin aldatılması çok karmaşık pazarlama teknikleri kullanılması ile mümkün olsa da, bu aldatmanın her türlü ticarî faaliyete izin veren hükümetlerin çıkardığı yasalar ve yönetmeliklerle organize olabileceği ya da denetlenebileceği gerçeği, aldatma faaliyetlerinin tümünde hükümetleri birinci dereceden sorumlu tutuyor.

SA74/AS8: Tehlikeli Ayrışma ya da Cemaat Asimilasyonu


Ayrışmaların tümü bütünleşmeye zıt bir seyir izler. Bütünleşme, bütün adına parçaların kendi özelliklerini muhafaza etmekten vazgeçmesi gibi lanse edildiğinde, karşıt olarak ayrışma da parçaların bütünün özelliklerinden vazgeçerek kendi özelliklerini öne çıkarmaya başlaması anlamına gelmek zorundadır. Bütün’ü özelliksiz parçalardan oluşturmak fikri, parçaların özelliklerini muhafaza etme refleksini ortadan kaldırmaz ve bir gün parçalar, ne kadar silikleştirilmiş olurlarsa olsunlar birer varlık olduklarını hatırlarlar. Bugün, o ‘bir gün’lerden biridir. Buradaki ‘bugün’ geniş bir günü içerir. Bugün’e ‘Bir Dönem’ de diyebiliriz. İşte biz o dönemin tam ortasındayız. Ve biz bu döneme biz kendi inisiyatifimizle gelmedik. Biz kendimiz, kendi özelliklerimizi hatırlamadık, bizlere hatırlatanlar var; bizler de hatırladık ve hızla ve büyük bir şiddetle ayrışıyoruz.

***
Yanlış, bütünü özelliksiz parçalardan oluşturma fikriyle başladı. Herhangi bir ‘doğal veya mekanik bütün’ parçaların kendi özelliklerini koruyarak oluşturdukları sistem bilinciyle bir arada dururken, bu doğallığa aykırı bir şekilde davranıldı ve yapay bir bütün oluşturuldu. Bu bütünü kendi ülkemizde hemen her alanda uygulamayı başarabildik.

5 Ekim 2012 Cuma

SA73/IE3: 'Tanrısal Renkleri'nden Yoksun/Tanımsız İyilik

"İyilik 'Tanrısal Renkleri'ni kimseye ödünç vermez."


Kısır, döngüsel, mahdut bir insan varlığından, insan varlığının kadın-erkek alt kümelerinden her yaştan ve cinsten ve renkten 'iyilik' tanımı beklemek ne kadar sığ ne kadar sarkık bir feveran. İçe, aşağıya doğru çocuksuz bir  tanımsızlığın 'Tanrısız Dünyası'nda ipince bir sızı, kim bilir.

Milyonlarca açlık dengesi kurbanı insanın iyiliği tanımlamasını ve hepsinin tek tek kendi iyilik tanımını diğerine dayatmasını anlamak, ayrıştırmak gerek... Açlık, doyumsuzluğun her dolapta arandığı, her an vahşi duygularla gerçeğe sataştığı tertemiz gerdanlıkların süt rengi, ipeksi yumuşaklığında doymayan bir çığlık.

3 Ekim 2012 Çarşamba

SA72/DT5: İyiliğin Tek Kaynağı ya da Kitaplardan Kuşkulanmak


Kitaplar... ben onları okumadan önce, onların bana neler anlatacağını biliyordum hep. Kitapların adı ve türü belliydi; üzerinde yazardı. 'Peygamberler Tarihi' yazıyorsa, sırayla anlatılmalıydı peygamberlerin hayatı. Soy kütüğü, annesi, babası, eşi, çocukları ve ona inananlardan öne çıkanlar.

Kitabı okumaya başladığımda edineceğim bilginin formuna ilişkin bir kanaatim olurdu ve bu kanaatimin açtığı hafıza odaları kitap bittiğinde dolardı. Pazarlıklı bir alışveriş gibi. Güzel günlerdi o günler.

Kitaplardan kuşkulanmaya başladığımda kaç yaşındaydım; hatırlamıyorum. Kitap yazabilmiş birinin, insanları aldatacak bir 'alçaklık'la yaşayabileceğini tahmin edemezdim de. Sonsuza dek bunun bedelini ödemesi gerektiğini bilen  yazar olabilmiş bir yetişkin, elbette yalan söylemez, insanları yanlış bilgilendirmez ve kesinlikle iyi biri olurdu.

2 Ekim 2012 Salı

SA71/KhB5: Tan Yeri Namazgâh


(Eriyor insan öylece)
(Ara yüzünde sıcak zamanın)
(Çarpık neşeleri kavruluyor)
(Kıvrak ve namazsız)
(...)
Tutuşmuş dilleri
ansızın, ardarda
şakıyor dallarında göğün
gök mavi, gök sonsuz ve sonsuz namazgâh...

Seçkin Deniz Twitter Akışı