4 Ocak 2013 Cuma

SA144/ME14: Sıcak Poğaça

"Asırlar öncesinden gelen sıkıntıları yüklenen sesi, sakin ve otoriter bir kıvamla özenle kesilmiş, yıllarla yıpranmış saçların kibrini kavurdu geçti."


Şeref salonundaki resmî kabul bitmişti. Yorgundu. Özel kalem müdürüne, yarım saat kadar dinlenme odasına çekileceğini, âcil durumlar dışında kimseyle görüşmek istemediğini söyledi. Sırtı ağrıyordu. Boyun damarları gerilmişti. Şakaklarında ısrarlı bir baskı vardı. Alnı, ortasına doğru ilerleyen bir ordu varmış gibi zonkluyordu. Burun boşlukları tıkanmıştı; zor nefes alıyordu. Son kabul de sıkıntılı bir sürecin parçasıydı. Dünyanın bütün sorunlarından kafasına uzanan bir yol vardı sanki… Milyonlarca şey arkası kesilmeksizin doluşuyordu zihnine.


Lavaboya girdi; ellerini uzatınca akmaya başlayan suyu okşadı. Sonbaharın hareketli günlerinde havanın azizliğine uğramıştı. Yüzünü yıkayacakken vazgeçti. Abdest tazelese daha iyi olacaktı. İkindi, akşama kavuşmak üzereydi. Ceketini, çoraplarını ve ayakkabılarını çıkardı, kollarını sıvadı ve abdest terliklerini giydi.

Tekrar lavaboya eğildiğinde, kendiliğinden akan suyu seyretti bir süre. Avuçlarını uzattı musluğun altına; su berrak ve serindi. Euzu-besmele çekti, niyet etti; “Allah’ım niyet ettim senin rızan için abdest almaya!” Ayet’el Kursî coşkulu bir nehir gibi akmaya başladı içinden… Zihni dinginleşti ve suyu avuçladı.

Yüzünü yıkarken, aynaya gözü ilişti. Saçları tepeden eksilmişti; incelen ve aklaşan tellerin arasından uzanan bir yol göründü gözüne… Yıllar öncesine gitti. Bu odaya girdiği günün üzerinden bir yıl geçmişti. Henüz elli yaşındaydı, saçları gürdü; dökülmemişti. Yine bir toplantı salonu ve hâki üniformalarla dolu bir görüntü.
Sivil terzilerin ellerinde iyi dikilmiş takım elbisesiyle misafir geldiği salonda yapayalnızdı. 

Bilgilendirme toplantısıydı. Toplantı birdenbire değişen bakışların soğukluğu ile başlamıştı. Karşısında dimdik duran ve gözlerine bakarak konuşan bir adam vardı; omuzlarındaki dört altın yıldız salonun güçlü ışıklarının altında parlıyordu. Kendisinden 11 yıl önce doğmuştu. Sözcü olarak o seçilmişti. Gözlerinde azarlayan bir sertlikle bakıyor, dudaklarından alevler fışkırıyordu. “Onayımızı almadınız!” Onun sağında ve solunda sıralı bir şekilde oturan altın yıldızlı bir sürü omuz, kıpırtısız duruyordu. Boyunlar dik, bakışlar sertti.

Bir an salonu tek edip gitmeyi düşündü. Bütçesini hazırlattığı, her türlü ödeneklerini ertelemeksizin serbest bıraktırdığı ve milletin verdiği vergilerle okuyan, beslenen bu yaşlı adamları öfkeleriyle baş başa bırakmak istemişti. Görevden alabilecek yasal gücü yoktu; onlar da bunun farkındaydı. Cesaretlerinin en önemli sebebi de buydu. Seçilmişlerin alanını genişletmek için hazırlattığı tasarıları sorgulanıyordu.  İyi tasarlanmış yasaların her biri, seçilmiş bir liderin belirli sınırlar içerisinde siyaset ve icraat yapmasına izin veriyorlardı.

Ayağa kalkıp salonu terk edecekken vazgeçti. Oturduğu koltuğa iyice yerleşti ve öfkesini bakışlarına taşıyarak, konuşan yaşlı adama bakmaya başladı. Gözlerini kırpmadan dinledi. Duruşundaki sertliğin farkına vardılar, omuzları altın yıldızlarla parlayan yaşlı adamlar; yerlerinde kıpırdadılar. Sözcü bir ara dikkatinin dağıldığını belli etmekten kaçınamadı. Son sözlerini tekrarladı. Ancak büyü bozulmuştu, eski soğukkanlılığını kaybetmişti; sözleri bitince kendisinden daha kıdemli olan diğer hâki üniformalıya baktı.

Salon iyi ısıtılmış olmasına karşılık, salonda yankılanan buz gibi hava sıkıntıdan terleyen alnını kıskaca almıştı, daha kıdemli olan yaşlı adamın. Dudakları bin bir güçlükle kıpırdadı ve nezaketin en saf hâlinden özür dilercesine, yumuşak ve titrek bir şekilde ortamın şimşeklerini izah etmeye çalıştı. Sonra sustu.

Kendisi konuştuğunda Antik Yunan’ın onlar meclisi gibi kuru ve tavizsiz çizgilerinin yargıladığı salon, esnedi ve geçmişe doğru küçümsenen bütün sivillerin sesleri yankılandı bütün perdelerde. Sözleri, alınları kırışmış olan üniformaların düğmelerinde dolaştı, sırma işlemeli omuzlardan sertlik aldı ve seçilmişliğin verdiği güvenle, bakışlarını salonda gezdirdi.

Asırlar öncesinden gelen sıkıntıları yüklenen sesi, sakin ve otoriter bir kıvamla özenle kesilmiş, yıllarla yıpranmış saçların kibrini kavurdu geçti. Kendisi dışındaki herkesin içine derin bir suçluluk duygusu yükledi. Bu yasa tanımazlığın damarlarının incecik neşterlerle ameliyat edileceğini herkese hissettirdi. Gelecekte bir gün, yasaların, vergileri ödeyenlerce değiştirilebileceği günü bekleyecekti ve bugünü unutmayacağını oradaki herkes bilecekti.

Bir an aynadaki görüntüsünden, geçmişten uzaklaştırdı bakışlarını. Yüzünü üç defa çene altıyla beraber yıkadı. Sağ kolunu dirseğinden itibaren yıkadı; zihni durmuyordu. Geriye doğru çekiyordu düşüncelerini… Birdenbire görüntüler hızla aktılar; yıllar geçmişti. Kendi onayları alınmadığı için öfkeyle bağıranların görüntüleri doluştu gözlerinin önüne; öfkelerinin bedelini sanık olarak yargılandıkları salonlarda ayakta durarak, sorulan sorulara cevap vererek ödüyorlardı.

Soru sorma, yargılama dönemleri sona ermişti; seçimlerine sahip çıkan halk onların yargılanmasına giden yolu açmıştı. Dört duvar arasında yargıladıkları milletin, kendilerini dört duvar arasına göndermelerine karşı çaresizdiler. Bir devrin kapanması kolay olmamıştı.

Sol kolunu yıkadı. Parmaklarının sırtı, ensesiyle temas kurduğunda, baş ağrısı biraz hafiflemişti. Sağ ayağını ve sonra sol ayağını yıkadı bileklerine kadar. Doğruldu. Aynaya baktı tekrar. Saçlarını eliyle düzeltti. Sağ’da, parlak krom askılıkta asılı yumuşak havluyu aldı ve kollarının üstüne yatırdı; önce yüzünü, sonra kollarını kuruladı. Ayaklarını da peçete ile kuruladı. Gömleğinin kollarını düzeltti ve düğmelerini ilikledi. Çoraplarını ve ayakkabılarını giydi. Ceketini sırtına geçirdiğinde yüzünde şükürlü bir tebessüm ışıldıyordu.

Lavabodan çıkacakken geri döndü; abdest terliklerini yerine koymayı unutmuştu. Eğilerek terlikleri aldı ve her zamanki yerine koydu. Kapıyı açıp çıkarken zihnindeki yorgunluk ve yoğunluk azalmıştı. İkindi namazı günün tüm haşin nefeslerini alıp götürecekti. Namazlığı serdi. Ayakkabılarını çıkardı. Namazlığın serin ikliminde ellerini kulaklarına götürürken ikindi namazının farzını kılmaya niyetleniyordu.

Namaz’dan sonra, görüşmek için çağırdığı beyaz saçlı hâki elbiseli, vatansever yaşlı adamı ağırlayacaktı. Onun sevdiği poğaçalardan hazırlatmıştı; sıcak ikram edilmesini söylemişti özel kalem müdürüne. İkindi çayıyla güzel gidecekti.

Lüks mobilyalarla, perdelerle dolu olan odanın ihtişamlı görüntüsünün her ayrıntısına ‘Allah’u Ekber’ nidâsını ulaştıran sesi, fısıltılarla ‘Subhâneke’ye geçtiğinde, geçmişin sinir aşındıran görüntüleri de zihninden çekip gitti.


Mustafa Ege - Cm, 04/01/2013 - 22:36/ İz Etki Ekinoksları 14

Seçkin Deniz Twitter Akışı