30 Mart 2013 Cumartesi

SA217/AH7: Yeni Avrupa’nın Eski Filmi: Sefiller - Les Misérables

Alt tabaka, ahlaksız ve hırsızdı; yoksul kadınlar fahişeydi.


Kilisede, kilisenin o seküler haşmetinde geçmişindeki ‘hırsız’ damgasının utancıyla evlatlık edindiği kızdan ve zengin damadından kaçan yaşlı Jean Valjean son nefesini verirken tipik melodram havası kokuyordu. Sefillerde 'Kurtuluş'u kilisede resmeden Victor Hugo öyle ölmemişti ama… 

22 Mayıs 1885’te 83 yaşında ölürken "Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kâfidir."diyecekti; o bir deist ve aynı zamanda bir masondu.

Victor Hugo’nun en ünlü romanı Sefiller’in, tiyatro ve müzikle ilgisine gönderme yaparcasına müzikal tiyatro-opera gamında başarıyla uyarlanan bir film Les Misérables. V. Hugo,  baştan sona yoksulları suçlayan, onların aç gözlülüğünü, bencilliğini anlatarak, onları bütün olumsuzlukların sorumlusu gibi gösteren bir roman; müzikal olarak tasarlanmış film de bu temaya uygun bir anlatı dili kullanmış. 


Jean Valjean’ın zorunda kalarak, aç kalan ablasının çocuklarına ekmek temin etmek için başvurduğu hırsızlığı, romanın/filmin sonuna kadar bir utanç sarmalı olarak, aslında gereksiz ve saçma bir ısrarla, taşıyıp durması, bu aşağılayıcı anlatı dilinin varlığını netleştiriyor.

Victor Hugo’nun bir kralcı bir subay çocuğu olarak elde ettiği seçkin hayat ve bu hayatın sürmesi için edinmesi gereken kralcı ve kiliseci bakış, önceki eserlerinde olduğu gibi Sefillerde de mevcut. Ancak Sefiller, yazım sürecinde geçen 17 yılı, krala, imparatora olumsuz bakmaya başlayan ve tek kurtuluş olarak kiliseyi gören bir yazarın eseri olarak duruyor.



Les Misérables, herkes kötü olsa bile, kötülüğe//kötülere karşı kilisenin, açları doyuran, suçluları bağışlayan, koruyan ve kollayan maskesini tanıtan bir propaganda filmi aynı zamanda. Tabi Hugo, ömrünün son demlerinde nasıl kralcılıktan vazgeçip cumhuriyetçi olmuşsa, aynı şekilde kiliseden vazgeçip, Kilise karşıtı bir deist olarak değişmiştir. Bu perspektiften bakıldığında Victor Hugo’nun Sefiller’le elde etmek istediği bütün sonuçları yaşarken reddettiğini görüyoruz. Sefiller başarısız bir sosyal proje olarak ortada kalmış gibi görünüyor ve onu ilk terk eden de, sanki ben terk ettim siz de terk edin dermiş gibi sürekli fikir değiştiren yazarı Victor Hugo.



Hugo’nun kralcılıktan cumhuriyetçiliğe, katoliklikten deizme geçişi baştan tasarlanan bir strateji gibi duruyor. 1789 Mason Darbesi’nden sonra Fransa’ya hâkim olan masonik organizma böyle bir tasarım üretmiş gibi görünüyor. Voltaire ve ekibi kralı devirmişlerdi, Hugo ve ekibi kiliseyi etkisizleştirecekti.

Filmde/romanda kralcı subay Javert’e yüklenen kralcı baskı, gerek yazarın subay çocuğu olması gerekse, krala karşı duygularının netleşmemiş olması dolayısıyla çok yüzeysel işlenmiş. Görevini yaptığına inanan bir subayın vicdanıyla sıkıştığı yerde intiharı seçmesi, yazarın da doğrudan kralı suçlamak yerine eleştiri oklarını yoksul halka çevirmesi kararsız bir olguyla dopdolu olduğunu anlatıyor bu başyapıtın. Krala/İmparatora karşı başlatılan sokak isyanlarında isyancı bir çocuğa ateş ederek onu öldüren askeri, görev aşkıyla donatan bir romantizmle karşılaşmak ve aynı romantizmi küçük bir kız çocuğunun sorumluluğunu alarak, ömür boyu kaçmak ve yine zorunda kalarak isyancılara katılmakla tamamlayan sorumsuz bir yapıt.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicola Sarkozy kendisinin elini sıkmak isteyen bir çiftçiye "Defol sefil herif" derken, Victor Hugo ile aynı yerden bakıyordu. Alt tabaka, ahlaksız ve hırsızdı; yoksul kadınlar fahişeydi. Tabi Sarkozy’nin, Hugo’nun metresleri hangi sınıfa giriyordu, sormak gereksizdi. Hugo, isyana  bir soylunun torununu lider seçerek sefillerin lider sorunsalını da bu felsefeyle çözmüştü.



Victor Hugo, romanlarında, oyunlarında ve şiirlerinde Kilise işleyerek büyük bir ün sağlamıştı kendisine. 1802'de Fransa'da doğan, 1824 yılında Fransız romantiklerin yayın organı olan La Muse Française dergisini kuran Hugo, 1831'de 29 yaşında iken Notre Dame de Paris (Paris'in Notredame Kilisesi) adlı romanını yayımladı; 10 yıl sonra, 1841 yılında Fransız Akademisi'ne, 1848 Devrimleri'nden sonra parlamento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon'un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca 1851 yılında Belçika'ya kaçmak zorunda kaldı. Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855-1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey'de geçirdi. 1862 yılında 17 yılda yazdığı Les Misérables (Sefiller) yayımlandı. Dante’nin kovulduğu Floransa’ya onurla dönmek için yazdığı İlahi Komedyasına benzer bir beklentiyle yazılmıştı Sefiller. Kralcıydı; yoksulları suçluyordu.  Yoksulların düşünemeyeceklerini ve soylular olmadan sefillikten kurtulamayacağını anlatıyordu.

Hugo 1866'da Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri) ve aynı yıl L'Homme qui Rit (Gülen Adam) gibi romanlarını yayımladı. Fransa'da Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris'e döndü. Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa'nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü'nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysa da sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.

Sefillerin kaç adet basıldığını merak eden Victor Hugo, yayımcısına sadece “?” işareti olan bir mektup göndermiş, karşılığında da “!” cevabını içeren mektup almıştı.

Sefiller’i kitaptan okuyanlar, filmde de aynı içeriği bulmaktan kuşkulanmamalılar. Kahramanlar bu kez teatral bir dille, müzikal tadında konuşuyorlar. Başlangıçta yadırganan, uzun ilk sekanstan sonra alışılan dil filmin ana kurgusu işlenirken normal diyalog ayarlarına dönüyor olsa da, filmin öyküye olumsuz katkısı yok. Aksine filmde Hugo’nun yoksulları suçladığını net bir şekilde aktaran bir sinematografi var denebilir. Ancak nedense İngilizce diyaloglar sırıtmış görünüyordu, Fransızların filmini Hollywood’un çekiyor olması, birazdan daha fazla tuhaftı. Fransız sinemasının ölümü mü masonik organizasyonun yeni bir uyku modeli mi anlamak güç.


Fransa’nın yeniden karmaşaya, yoksulluğa gömüldüğü 21.yüzyılda Sefiller, ciddi bir tahfif de içeriyor; Fransız kültürünün yüksek katlardan aşağılara yuvarlandığını başka bir şekilde anlatamazdı Universal’e yaptırdıkları bu filmle, İngilizler. İngilizlerin, Fransızlara karşı Robin Hood’la başlayan bir karşıt taban oluşturma çabasını fark etmek güç değildi.

Filmi izlemek ya da kitabı okumak istemeyenler için özet:

“Jean Valjean ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezasına çarptırılmış, birkaç kez kaçmaya kalkıştığı için cezası ağırlaşmış, on dokuz yıl hapiste kalmıştır. Çok kuvvetli bir insan olan Jean Valjean, hapiste iyi duygularını kaybetmiş gibidir. Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü davranır. Bir piskopos onu evine alır, o ise evden gümüş takımları çalar, fakat yakalanır. Piskopos şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye eder; onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister. Son olay, Jean Valjean’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş hayatına atılır, zengin olur, belediye başkanı seçilir. Fantin adında düşmüş, fakat ruhça temiz bir kadını polis şefi Javert’in elinden kurtarır. Javert, birdenbire ortaya çıkan ve kısa sürede zengin olan ve herkesin “Baba” dediği Madeleine’in kim olduğunu merak eder. Madeleine, aranmakta olan Jean Valjean diye başka birisinin yakalandığını öğrenince, kendi yerine suçsuz birinin küreğe mahkûm edilmesine gönlü razı olmaz, polis şefi Javaert’e teslim olur. Jean Valjean, zindandan yine kaçar. Bu kez Fantine’in kızı Cossette’i büyütüp yetiştirmek ister. Javert, yine peşindedir. Jean Valjean bir manastıra saklanır, Fauchelevent adı ile yaşar. Cossette büyümüştür. Üniversite öğrencisi Marius ile aralarında bir aşk doğar. Jean Valjean, Marius’u daima korur. İhtilal başlamış, Marius, Cumhuriyetçilerin safında yer almıştır. Cumhuriyetçilerce daha önce esir alınan Javert idam edilecektir. Bu işi Jean Valjean alır ve o, Javert’in kaçmasına göz yumar. Marius çatışmada yaralanır. Ona Javert yardım eder. Jean Valjean teslim olmak için geri döner, ancak Javert’i bulamaz. Javert, minnettarlık duygusuyla, görevini yapmadığı için Seine nehrine atlayarak kendi kendisini cezalandırmıştır. Marius ile Cosette evlenirler. Çok yaşlanmış olan Jean Valjean ölür; başucunda piskoposun kendisine hediye ettiği şamdanlar yanmaktadır.”



Oyuncuların teatral kapasitelerinin sınandığı Tom Hooper’in yönettiği, Alain Boublil, Claude-Michel Schönberg’in senaryosunu yazdığı Les Misérables, sinema sanatına teatral kokuyla bakmanın mümkün olduğunu da kanıtlamış görünüyor. Hugh Jackman’ın başrolde oynadığı filmde Russel Crowe bir alt rolde durmayı seçmiş. Anne Hathaway, iyi bir dram oyuncusu olabileceğini göstermiş.


Russel Crowe, son Robin Hood filminde olduğu gibi yine masonik altyapısı olan bir filmde. Görüntüler ve sinema işçiliği bir sanat yapıtına uyacak kalitede. Filmin eklektik bir sinema yapıtı olmadığını söyleyerek bitirelim.

İyi seyirler.

Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 28. 03. 2013, Sinema Notları 7


Vicot Hugo İzlekleri:

Les Misérables İzlekleri (Film):

Les Misérables İzlekleri (Kitap):

Seçkin Deniz Twitter Akışı