22 Mayıs 2013 Çarşamba

SA245/AH9: “Everybody's Fine - Herkesin Keyfi Yerinde” mi?

“Hiç kimse incinmek istemez!”


Amerikalılar, filmlerle dev aynasına taşıdıkları kendilerini yine filmlerle dev aynasından sıradan  insan basamağına indiriyorlardı.

Klasik bir Amerikan Noel’i; karlar, hindi, rengârenk ışıklar, mumlar ve Noel Baba şapkası. İki genç kızı, bir oğlu, bir damadı, iki torunu ve bir de torunlarından birinin annesinin ‘kız’ arkadaşı ile işçi emeklisi bir baba. Mutlu bir aile tablosu; “Everybody's Fine”


Kamera, yemek masasında bulunmayan diğer oğul David’in konsolun üzerinde duran gülümseyen fotoğrafının önüne konan bir tek mumu gösterirken, filmin tüm gergin anlarını böyle kırık bir mutluluğa odaklanmış olmanın getirdiği görsel efekte muhtaç bütün Amerikan toplumunu anlatıyordu. Kendinle yüzleş ve ölüler için bir mum yak; hayata sıfırdan başlamak için başka bir şeye ihtiyacın yok.

Robert De Niro’nun parlak oyunculuğu, dört çocuk babası, elektrik-telefon tellerini PVC ile kaplamaktan emekli yaşlı bir adamın bütün duygularını, mimiklerini, iyi bir baba olma gayretini ve kocaman yalnızlığını anlatırken, ben hep gerileyen insanlığı düşündüm.



Ressam oğlu David’i görmek için gittiği Newyork’ta oğlunu evde bulamadığı için bir barda sabahlarken, 94 yaşındaki bir adamın sitemlerini dinlemişti… Adam, çocuklarının ve torunlarının kendisine ayıracak zamanları olmadığını, onları randevu alarak görebildiğini anlatıyordu.


94 yaşındaki adam birine tokalaşmak için elini uzattıktan sonra 'parmaklarının eksik olup olmadığını saymak zorunda kaldığı güvensiz bir dünyadan' bahsetmişti. Gençler için yalnızlığı simgeleyen Amerika yaşlılar için terk edilmişlik demekti. 



Frank, 8 ay önce ölen eşinin, ailesini topladığını, denetlediğini biliyordu ve o, çocuklarını tekrar evde toplamak istediğinde her birinden ayrı mazeretler dinlemişti. Hepsinin işleri vardı ve gelemeyeceklerdi. O halde Frank onları görmeye gitmeliydi.

Doktoru seyahat etmesinin sakıncalı olduğunu söyleyen, eşini kaybetmiş yaşlı bir adamdı ve eşiyle ölmemiş gibi konuşmaya devam ettiğini söylüyordu. Konuşabileceği diriler yoktu çünkü. Frank de öyleydi; evde eşi varmış gibi davranıyor ve konuşuyordu; temizlik, yemek,  bahçe bakımı gibi gündelik işlerle uğraşmaktan sıkılmıştı.

Sürpriz yapmak istiyordu Frank ve dört çocuğunu ziyaret edecekti. Küçükken duvarları boyamak istediğini söyleyen oğlu David’e “Duvarları boyarsan, köpekler gelir işerler; sen ressam ol beni gururlandır” dediği anlar dokunuyordu ruhuna. İlk ona gidecekti. Ve her bir çocuğuna ayrılmadan az evvel bir zarf verecekti, aile fotoğrafının olduğu ve içinde Noel’de birlikte olma davetinin yazıldığı bir zarf.

Trenle yaptığı yolculuk sonunda David’i evde bulamamış; ama zarfı kapının altından atmıştı. Evin yan tarafında bir resim galerisinde oğlunun imzasıyla büyük bir tabloyu görünce gururla gülümsemişti.

Otobüsle yaptığı yolculuktan sonra büyük kızı Amy’ye giderken, PVC ile kapladığı telefon tellerinde sesler yürüyordu. Amy diğer kardeşleriyle konuşuyor ve David’in Meksika’da uyuşturucu yüzünden yakalandığını, durumunu öğrenmek için Meksika’ya gideceğini söylüyordu.

Babasını birdenbire evinde görünce David’in durumu netleşmeden ona anlatmamaya karar veren ve ertesi gün Meksika’ya gidecek olan Amy çeşitli yalanlarla onu evinde bir geceden fazla ağırlamamıştı. Oğluyla kocası anlaşamıyorlardı ve kocası ile mutlu değillerdi. Frank torununun okul birincisi olmadığını da öğrenecekti. Amy reklamcılık şirketini tek başına kurmamıştı, ortağı vardı. Frank iyi haberleri veren, ancak kötü haberleri saklayan eşini iyi hatırlıyordu ve hiçbir şey yolunda değildi.


Frank trenle gittiği başka bir şehirde, orkestra şefi olduğunu düşündüğü oğlu Robert’i prova yaptığı salonda bulduğunda, onun sadece bir davulcu olduğunu, doğru dürüst bir işe sahip olmadığını ve sigara içtiğini öğrenecekti. Çocukları onu üzmemek, incitmemek için yalan söylüyorlardı. David’in durumu netleşene kadar onunla konuşmamaya karar verdikleri için ertesi gün Robert’in Avrupa konseri yalanı çıkacaktı ortaya.

Frank tüm çocuklarına ayrılmadan önce “Mutlu musun?” diye soruyor ve aldığı sessiz cevaplarla huzursuz oluyordu. Dördüncü çocuğu Rosie Las Vegas’da bir dansçıydı. Lezbiyendi ve ortalıkta görünmeyen bir erkekten bir bebeği vardı. Babasını çok hoş karşılamış emaneten bulduğu  ve kendisinin olduğunu söylediği bir evde onu ağırlamış ve kendi bebeğini kız arkadaşının bebeği olarak tanıtmıştı.


Onda da bir gece kalan Frank, veda ederken, annesine telefon ettiği gibi kendisine de telefon etmesini istediğini söylemiş, ancak Rosie anneleriyle her şeyi daha rahat konuştuklarını hatırlatmış ve babasına sitem etmişti. Frank hep iyi bir baba olmaya çalıştığını, çocukları için çalıştığını söylemişti.

Diğer kardeşlerin aksine Rosie babasının kalması için ısrar etse de Frank orada da bir gece kalmış ve evine dönmeye karar vermişti. Yaşlı bedeni alarm veriyordu. Korkmasına rağmen uçakla dönecekti. Uçakta kalp krizi geçiren Frank gözlerini açtığında üç çocuğu da karşısındaydı.

Kriz anlarında rüyasında dört çocuğunu da çocukluk halleriyle görmüş ve hepsinin yalan söylediğini düşündüğünü onlara söylemişti, onlarla konuşmuş ancak David nerede olduğunu söylememişti. Üç çocuk iyileştikten sonra konuşmayı teklif etseler de, Frank ısrar etmiş ve çok duygusal olan David’in annesinin ölümünden sonra çok dağıldığını, gittiği Meksika’da aşırı doz uyuşturucu yüzünden öldüğünü söylemek zorunda kalmışlardı. Durum netleşene kadar da ondan saklamak istediklerini yalanların sebebinin bu olduğunu söylediklerinde Frank, inanamamış, ağlamış ve dökülmüştü.

Hastaneden çıktıktan sonra oğlu David'e bıraktığı zarf diğer postalarla birlikte büyük sarı bir zarfla kendisine gönderildiğinde, tekrar Newyork’a gitmiş gördüğü oğluna ait tabloyu satın almak istemişti; ancak tablo satılmıştı. Başka bir David tablosu için adını bırakmasını isteyen satış görevlisine adını ve telefon numarasını bırakıp çıkan Frank, soyadından David’in babası olduğunu anlayan satış görevlisi kadının arkasından koşturmasıyla geri dönmüş ve depoda oğlunun bir tablosunu bulmuştu.

Tablo elektrik ve telefon direklerinin arasından uzanan kabloları ve bir kenti anlatıyordu. David babasının işini çizmişti. Öyle demişti görevli: “David resimleri çok satan bir yazardı diyemeyeceğim size… İşinde iyiydi ve gidip boyacı olacağım duvar boyayacağım ve köpekleri gelip boyadığım duvara işeyecek!”

Frank David’e baskı yaptığını düşünmüyordu, ama yine de suçluluk duygusu onu rüyasında çocuk ve yetişkin David’le yüzleşmeye taşıyacaktı; yüzleşmeye ve arınmaya… Baba-oğul, ikisi birbirine ‘Senin suçun değildi’ diyeceklerdi.

Üç çocuğu da Noel’de ve tatillerde onu ziyaret edeceklerine söz vermişlerdi ve Frank bu kez onlara inanmıştı. Filmin sonundaki Noel de bu sözün tutulduğunun göstergesiydi.

Robert De Niro, Drew Barrymore, Kate Beckinsale ve Sam Rockwell’in oynadığı başroller, Dario Marianelli’nin müzikleri, Andrew Mondshein’in olağanüstü kurgusu, Giuseppe Tornatore, Tonino Guerra, Massimo De Rita senaryosu ve İngiliz Kirk Jones’in senaristliği ve yönetmenliğiyle muhteşem bir sinema keyfi yaşatan 2009 yapımı ‘Everybody's Fine’ filmi dönüşen ve eriyen dünyada herkes tarafından izlenmeli.

Hüznün, ağır aksak ilerleyen hayatın, babaların ve annelerin davranışlarının ve bu davranışların sonuçlarının ustalıkla irdelendiği Everybody's Fine filmi, sinema tarihinin en iyi filmi olma özelliğini yönetmenine, Kurgucusuna, senaristlerine, müzik direktörlerine ve oyuncularına borçlu; ancak öyküdeki hüznü, yalnızlığı Amerikan rüyasının bitişine borçlu. Amerikalılar yaptıkları en iyi şeyi yapmaya devam ediyorlar; iyi film yapıyorlar. İzleyen her ırktan, her kültürden ve her dinden insanın duygularına düşüncelerine dokunuyorlar.

Çok iyi kurgulanmış bir filmin, kamyon şoförü kadınla yaptığı yolculukta birkaç diyalogla anlattığı ve belki de dayattığı olgu, ahlaki sefalete, uyuşturucuya, lezbiyen-eşcinsel ilişkilere, evlilik dışı doğan çocuklara karşı anlamlı hoşgörü tavsiyesi Amerikan rüyasının bitişini kabullenmekle ilişkili bir durumdu. Ancak yaşlı Amerikalıların bunun için yapabilecekleri bir şey yoktu.


Filmin temel paradoksu, geleneksel aile bağlarının koptuğunu fark edenlerle, geleneksel bağları sürdürmek için yapılanları yerenler arasında kurduğu karmakarışık sarmaldı. 2009’dan bu yana “Everybody's Fine" paradoksu, yerini daha umutsuz fotoğrafçılığa bırakacaktı.


Amerikalılar filmlerle dev aynasına taşıdıkları kendilerini yine filmlerle dev aynasından sıradan insan basamağına indiriyorlardı. Hiç kimse incinmek istemezdi elbette; ancak Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Somali’de, Birmanya/Myanmar’da ve Suriye’de yüz binlerce insan, yüz binlerce çocuk da sıradan Amerikalılar gibi incinmek istemiyordu. Ancak Amerika onları ve daha fazlasını incitmişti, bedelini de ödeyecekti.

Güle güle Amerika; kendine elveda de!



Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 22. 05. 2013, Sinema Notları 9


Everybody's Fine İzlekleri:

Robert De Niro İzlekleri:

Kirk Jones İzlekleri

Seçkin Deniz Twitter Akışı