16 Ocak 2017 Pazartesi

SA3870/ÇY10-AÖ26: Balkız'a Mektuplar

"İhmalkarlık, umursamazlık herhalde çağımızın hastalığı."


Sevgili Balkız,

Başlanması gereken satırlarım yazılması gereken cümlelerim var. Satır başına selamlarımı eklesem, İstanbul selamı, gerisini biliyorsun işte bir fanini saçma sapan kelamları.

İstanbul bugün güzeldi, her yerde kar vardı ve güneş açmıştı aynı zamanda, keşke burada olsaydın muhteşem bir manzara..

Biraz önce yağmur yağdı, yağmur,güneş ve kar, zannederim benim görmediğim bir yerlerde gökkuşağı çıkmış olmalı.


Gökkuşağını çok severim, renkleri ruhumu kuşatır, başka bir evrene götürür beni, mavi, sarı, kırmızı, gökyüzünün süslü kemeri. İstanbul’dan bakınca sanki ayrı bir güzel görünüyor, ayrı bir mana, ayrı bir havası oluyor. Keşke gökyüzü hep kemerini taksa ve biz İstanbul’dan ona baksak değil mi? Ve uzanıp tutabilsek, dokunabilsek harika olurdu !

İstanbul’un selamı uzun oluyor işte, sanırım kısa da kesmeyecek.

Benim gözümden selamını göndermeye devam etsin bakalım Aziz İstanbul. Özlemişsindir caddelerini, sokaklarını, kalabalığını, trafiğini bile özlediğine dair yeminler bile edebilirim. Özlüyor insan uzak kalınca küfrettiği yerlerini bile.

Geçen bayram memlekete gitmiştik bir iki günlüğüne, o bir iki gün bana sanki bin yıldır İstanbul’a uzakmışım gibi geldi, öyle özlem, öyle hasret hissettim kendimi.

Bizim memlekette deniz yok, bir nehir var kurumaya yüz tutmuş, bir de şehrin dışında Pınarbaşı diye bir yer var, toprağın altından su çıkıyor, hiç kurumamış şimdiye kadar o su, memleketimin insanı sever orayı, ama işte deniz kokmuyor, mavi değil, gemiler geçmiyor, vapur yok, iskele yok, Haydarpaşa yok, Kabataş yok, Haliç yok, balık var bak ,var olmasına var da kimse balık tutmuyor.

Balık sevmiyor memleketimin insanı, etçiller biraz. Yüksek dağları var, karasal iklim, coğrafya dersleri gibi oldu ama lakin gerçek bu, İstanbul gibi değil yazı kışı.

Şairlerin İstanbul’a neden aşık olduklarını anlıyorum biraz, kadınsı bir edası var tabiri caiz olur mu bilmem, benim düşüncem bu.

Geceleri süslü püslü, nazlı, gündüzleri anaç, yemek veren, çalışan..

Hani bir şiir var;

Kadın dediğin İstanbul gibi olmalı
Baktıkça bakasın, sevdikçe sevesin gelmeli diye

Belki şairler kadınlarda İstanbul’u aradı, ondan bu kadar İstanbul’a aşk dolu, hasret dolu şiirleri bu yüzden yazdılar.

Aşık Veysel’den örnek vereyim sana;

Sevgisi içimde yaşayıp duran/ Nazlı güzellerin şirin İstanbul 
Hayali kafamda hükümler süren/ Görmez gözlerime görün İstanbul
Ortasında deniz kenarlar kara/ Bu dünyada cennet olmuş kullara
Mehtapta sandallar ne hoş manzara/ Sahildir yayladır yerin İstanbul

Nasıl da içli ve hisli yazmış değil mi, görmediği halde İstanbul’u bu kadar seviyor olması tüylerimi diken diken etti, hoş görmekte gerekmez, biz görmeden seven kullarız biliyorsun.

Yine bana göre İstanbul için yazılmış en güzel şiirlerden birisi Orhan Veli’nindir. Onu da yazayım sana, bilirsin yazmaktan usanmam şiir İstanbulsa, İstanbul şiirin içindeyse.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; 
Serin serin Kapalıçarşı, 
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa 
Güvercin dolu avlular, 
Çekiç sesleri geliyor doklardan 
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; 
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı 
Başında eski alemlerin sarhoşluğu, 
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı 
Dinmiş lodosların uğultusu içinde. 
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.

Gözlerini kapatıp dinledin mi hiç İstanbul'u, dinlemediysen eğer sana tavsiye ederim, ben en çok Üsküdar sahilini severim, vapur iskelesinin oraya doğru yürü, sonra kalabalık bir yere otur, gözlerini kapat ve İstanbul’u ciğerlerine doğru çek, martı sesleri dolaşsın damarlarında, kalbinde klaksonlar çalsın, karanlığa boğulmuş gözlerine çingenelerin çiçekleri ışık versin, simitlerin susamları yağsın üzerine, denizden yıldızları topla, vapur sesinden beste yap, köprülerden de görmediğin anacığına gerdanlık yap.

Öyle işte Balkız, bir bakmışsın bir solukta sen de şair oluvermişsin..

İstanbul’a yazacak çok şey var, kağıtlar, kalemler tükenir de İstanbul tükenmez anlatmakla, ömür de yetmez, bir yazar vardı Semavi Eyice yeni duydum adını, insanın araştırıp okudukça cahilliği kat be kat artıyor, bu adam İstanbul’un her yerini gezmiş dolaşmış, cilt cilt kitaplar yazmış, geçen rast geldi bir televizyon programında izledim, "Yeteri kadar anlatamadım ölene kadar anlatmaya devam edeceğim" diyor, kendisi 90 küsur yaşında imiş, kendisi gibi İstanbul aşığı asistanları var.

Çok imrendim ve utandım, İstanbul’a geleli epey bir vakit oldu; burada doğmadım, ama ömrüm burada geçti ve ben taşı toprağı buram buram Osmanlı mirası kokan eşsiz şehri layıkıyla gezemedim, göremedim, okuyup da anlayamadım! 

İhmalkarlık, umursamazlık herhalde çağımızın hastalığı.

Balkız; sen geldiğin zaman muhakkak gez hatta birlikte gezelim. Alalım tarih notlarını elimize, bilerek keşfedelim ve okuyalım İstanbul’u mimarilerinden.



Mektubumu burada sonlandırıyorum, cevabını sabırsızlıkla bekleyeceğim, bu arada postacılar en çok mektupları cezaevlerine taşıyormuş, özgür insanlar birbirine mektup yazmayı bırakıp sanal cezaevine gireli çok olmuş, biz ikimiz firari oluyoruz, şanslı mıyız dersin?

Seni Allah’a emanet eder, sağlık ve esenlik dilerim.

Ahu



 Ahu Öztürk, 16.01.2017, Sonsuz Ark, Çırak Yazar, Öykü

Seçkin Deniz Twitter Akışı