Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İnsan ayrışımsız arayışların kahramanı olan bir yaratıktı. Oynamayı, oynaşmayı ve savaşmayı seviyordu. Bazen itaat etmeyi, bazen de boyun eğmeyi; ama hep birlikte bir cümbüş içinde olmayı seviyordu."
Mahir’in bağ evine vardığımızda güneş iyice yükselmişti. Uçağımın kalkmasına da yaklaşık bir buçuk saat vardı. Dün çok dikkat ettiğim zamanı bugün serbest bırakmıştım; sadece uçağın kalkış saati önemliydi şu anda. İstanbul’daki toplantıma yetişecektim, işimi bitirecektim ve Avukat’la İstanbul gezisine çıkacaktım.
Mahir, yokuşu tırmanan arabanın sesini duyunca elinde kese kağıdına benzer iki kağıt poşetle kapıya çıkmıştı. Üzerinde yine ceket-gömlek-pantolon üçlüsü vardı; tarihten çıkıp gelmiş son dönem Osmanlı bürokratı gibi görünüyordu gözüme, bir fesi eksikti, bir de üçgen bağlanmış kravatı.
‘Selamünaleyküm Ağa!’ dedim arabadan inerken. ‘Hayırlı sabahlar, hayırlı bağ havaları!’
‘Aleykümselam, Azizim!’ demişti o da yüzünde gülümseyen bir sesle. ‘Ha bu üzümü yemeyeydin, sana nasip olmayaydı, gözüme bir damla uyku girmezdi bak!’
Cevval de inmişti arabadan. Mahir’le tokalaştılar, ben de onlardan yana geçerek Mahir’le tokalaştım. Mahir bir poşeti benim elime, diğer poşeti Cevval’in eline tutuşturdu, ona ‘Senin de nasibin varmış Aziz Kardeşim!’ diyerek.
Cevval, ‘Ne zahmet ettiniz, Mahir Bey?’ der demez, ‘Zahmet ne demek, biz kardeşiz!’ dedi Mahir. ‘Afiyet olsun, şimdi rahatladım işte!’
Poşetin ağzını açarak içine baktım. Mahir o siyah üzümleri el işi, küçük bir sepete koymuştu.
‘Bu güzel sepetleri nereden buldun Ağa ya?’ dedim şaşkınlıkla. ‘Yoksa bu geniş ve uzun zamanlarında sepet mi örüyorsun bağ evinde?’
‘Yok, Azizim!’ dedi Mahir gülümseyerek. ‘Ben kim sepet örmek kim? Gelen gidenimiz oluyor bazen, sizin gibi dostlar için hazır etmişim o sepetleri!’
Büyük bir sürpriz olmuştu sepetler. Cevval açıp açıp bakıyordu kağıt poşetteki sepete. ‘İnce işler bunlar, Mühendis!’ dedi neşeli bir sesle. ‘Mahir Bey’le biz asla kavga etmeyiz, haberin olsun!’
Ben de gülerek, ‘İkinizi de tanıyorum!’ dedim. ‘Siz keyif için de olsa kavga edersiniz, ne sepet ne üzüm sizi kurtarmaz, sonra ‘demedi’ demeyin de!’
Bu kez ikisi kahkahalarla güldüler. Cevval, ‘Uçağı kaçıracaksın, Mühendis!’ dedi gülerken. ‘Sonra seni arabayla İstanbul’a yetiştiremem. Hadi!’
Mahir de telaşlanmıştı. ‘Emanetinizi aldınız, artık işimiz bitti, Mühendis!’ dedi ciddî bir sesle. ‘Allah işini-gücünü rast getirsin, uçağını kaçırma!’
Cevval, ‘Kesinlikle görüşelim!’ diyordu Mahir’e.
Mahir de ‘Muhakkak, Azizim!’ diyordu. ‘Bu mühendisin etrafında tekin adam olmaz ama, nihayetinde biz de onun etrafındayız!’
‘Mühendis, tekin adam değil zaten!’ dedi Cevval serin bir sesle. ‘Amerikalılara yaptığını görseydiniz, iyi ki aynı taraftayız derdiniz!’
Mahir bana dönerek, ‘Ne yaptın, Azizim?’ diye sordu. ‘Bu Cevval kardeş de yukarıdan bir yerlerden gibi, o şaşırmışsa muhakkak önemli bir şey olmuştur!’
‘Amerikalıları çok fazla hırpalamadım, Ağa ya!’ dedim. ‘Önemli bir şey değil. Poe’dan girdim, kovboylardan çıktım, Amerikan iç savaşına ve çöküşüne bağladım işi. Hepsi bu!’
‘Bilirim senin hırpalamalarını, Mühendis!’ dedi o ağır sesiyle. ‘Ağzına sağlık, Allah güç-kuvvet versin de şu şeytanları bir hizaya getirsek!’
‘İnşallah, Ağa!’ dedim diri bir sesle. ‘Ama tek başına olmaz, tek seferde olmaz; herkes uyanmalı, herkes konuşmalı, herkes hakkını korumayı öğrenmeli. Belki ‘sıkıntı’ ile bu yolda bir çentik atarız Amerikan zırhına!’
‘İnşallah, Azizim, İnşallah!’ dedi bana sarılarak. ‘İyi ki varsın, Allah var etsin seni!’
‘Bilmukabele, Ağa!’ dedim. ‘Sen de Allah’a emanet ol!’
Vedalaştık Mahir’le.
Cevval arabayı geri vitese takarak yokuştan inerken de el salladık karşılıklı. Gözleri dolmuştu koca adamın. O sert görüntüsünün altındaki duygusal, daha doğrusu romantik adama baktım öyle, yavaş yavaş uzaklaşırken.
Biz ana yola inene kadar da kapıda bekledi Mahir, Anadolu’nun o misafirperver ruhunu muhafaza ederek. Batı edebiyatını neredeyse su gibi içmişti, Rus edebiyatında bir otorite sayılabilirdi, ama işte o dizginlenemez karakteri yüzünden kaypak edebiyat dünyasında hak ettiği yeri alamamıştı. Hep en arka sırada yer bulmuşlardı ona, bazen muhtaç oldukları için gelip kıyısında dursalar da işleri biter bitmez ortadan kaybolmuşlardı.
Biz de o böyle muamele gördüğü için dost olmuştuk, ‘Sen İstanbullu olamazsın!’ demiştim ona. ‘Ankaralı hele, hiç!’
Bu toprağın çocuğuydu o, bu toprağın çocuklarına düşman olanların ekmeğine yağ süremezdi, elinden gelse onlara ekmek de yedirmezdi. Ne fayda ki edebiyat dünyası bu toprağın çocuklarına düşman olanların elindeydi.
‘Kültürel İktidar’ dedikleri alanda devşirip kullanamadıkları hiç kimseye yer vermezlerdi; realizm ve belki de modernizm böyle bir faşizmin araçlarıydı. Okumuş, tartmış, realizm ile romantizm arasına sıkışmış, istemeden de olsa romantizme kaymış bir adamdı Mahir.
O yüzden kafası karışıktı Mahir’in, öfkeliydi. Onu anlıyordum, romantizmini de anlamlı buluyordum, ama realizmin kaskatı ruhu tarih boyunca hep mağdur üreten mağrur rolü oynamıştı. Modernizm ile post-modernizm arasındaki kavga realizm-romantizm kavgasının devamı niteliğindeydi çünkü.
‘Toprak Yazarı’nın onun öfkesini de temellendiren ‘Fikrin Kırım Tarihi’ başlıklı notları belki de yeterince açıklayıcı ilk metinler olabilirdi.
“Tarih'in henüz keşfedilmemiş izlerini toprağın, okyanusların, lavların ve buzulların altında bıraksa da insan, atalarına ait arkeolojik, antropolojik ve filolojik izlerin ördüğü geçmiş bilgisini yorumlamak için yeterli veriye sahip görünüyor.” diyordu ‘Bekçi’. “Realistlere yenilen romantiklerin yirminci yüzyılın bitiminde, yirmi birinci yüzyılın, hümanizma merkezli yeni milenyumun postulatlarını oluşturacağına dair yüksek bir beklentisi vardı. İnsan zihnine ait döngü, -insan değişmediği için- ardışık tekrarlarla insanı hep aynı yerde tökezletiyordu. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl romantikleri, yirminci yüzyılın son yarısında, on dokuzuncu yüzyılın son, yirminci yüzyılın ilk dönemlerinde yaşayan baskın düşünme biçemi olan modernizme karşıt olarak konumlanan post-modern düşüncenin içine sızmışlardı ve birkaç romantik, post-modern kurgularla modernizme diş biliyorlardı ve insan merkezli bir yeni bin yıl hayâl ediyorlardı. Oysa modernizm farklı formlarda tarihte gücünü sürekli korumuştu ve post-modern başkaldırı genetiği, modernite olmadan olamayacak olan bir ruh ikiziydi.”
İnsan ayrışımsız arayışların kahramanı olan bir yaratıktı. Oynamayı, oynaşmayı ve savaşmayı seviyordu. Bazen itaat etmeyi, bazen de boyun eğmeyi; ama hep birlikte bir cümbüş içinde olmayı seviyordu.
'Toprak Yazarı’nın kupkuru bir toprağa dönen insan düşüncesine bakışı çok netti:
“Yani, tarih, her ikisini aynı zaman diliminde farklı formatlarda da olsa içerik olarak birlikte kaydetti. Biri genel çıkarları ve sistematik bir kurguyu korumaya çalıştı, diğeri de bireyi önceleyen ve belki de egoizmden pragmatizme, pragmatizmden oportünizme, oradan da anarşizme dönüşerek diğerinin varlık sebebi olmayı, kendisini koruyarak sağladı.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.