15 Haziran 2024 Cumartesi

SA10807/SD3148: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 1

         Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

'Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlü'ne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar. Orada asla namaza durma! Daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulan mescid ise namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır. Allah da arınmaya çalışanları sever.' Kur'an, Tevbe Suresi, 107-108-227. Ayetler

8. Bölüm/Dere

Kadınlar hayata renk katıyorlardı, ancak kadınların dengesi dünyanın dengesine doğrudan bağlıydı, o yüzden sorumlulukları da büyüktü, çünkü hep bir adım önde gidiyorlardı, erkekler ise çoğunlukla bunun farkında değillerdi. Artık emindim; erkekler kadınların gözlerinde hep bütün algıları kuşatılmış, yönlendirilmeleri gereken birer çocuktu. Fakat bu çok tehlikeli bir bakıştı ve bedelini kadınlar dahil bütün insanlar ödüyordu.

Bunları düşünerek toplantı salonuna girdiğimde Fırtına’nın da orada olduğunu görmüştüm; hangi arada geldi, geldiğini nasıl görmedim diye düşünürken, bana gülümseyerek hafif bir baş selamı verdi. Geleceğini söylese ona izin vermeyeceğimi bildiği için habersizce gelmişti. Hazırlıklarını günlerce önce yaptığımız önemli bir toplantıydı, o olmasa birçok şeyi askıda bırakacaktık; bildiği için evde duramamıştı.

Onun gülümseyen yüzü içimdeki gri bulutları dağıtmaya yetmişti. İyi şeyler olmuş gibi görünüyordu en azından; düşüncelerini ve davranışlarını yeniden kontrol edebilmesi iyi işaretlerdi. Onun karısının tutum ve davranışlarından bu kadar etkilenmesi beni çok şaşırtmıştı. Kadınların gücünü yeniden düşünmeye karar vermiştim.

Ben, Fırtına, Cevval, Mahir; işte dalgalanan hayatlarıyla dört farklı erkek, hangi özelliklere sahip olursak olalım kadınların orantısız etkilerine karşı çoğu zaman çaresiz hissediyorduk, ama bu böyle olmamalıydı. Bu, önce erkeklere, sonra da kadınlar dahil -kadın-erkek formu oluşmamış çocuklar ve kadın-erkek formu devreden çıkmış yaşlılar dahil- herkese yönelik büyük bir haksızlıktı; ancak bu haksızlığı var eden erkeği ve kadını yaratan Allah değildi, kadının ve erkeğin bizzat kendisiydi.

Allah sadece bu haksızlığın da mümkün olabileceği bir insan formu yaratmış ve değişmez bir ilke koymuştu; Allah’a itaat eden erkekler ve kadınlar gerçekleşmesi mümkün olan haksızlığın imkânlarını kullanmamayı seçebilirlerdi. Fakat işte ben ve karım, işte Fırtına ve karısı, Allah’a itaat ettiklerine inananlar olarak doğrudan bizden kaynaklanmayan nedenler yüzünden mümkün olan bu haksızlığın sıkıntılarından mustariptik. Bir sistemin bütün parçaları doğru işlemediğinde sistem aksıyordu; kadınlara orantısız güç veren haksızlık bu aksamalardan doğuyordu.

Toplantı başlamadan Fırtına’nın yanına gittim, ‘Evde havalar nasıl?’ diye sordum diğer arkadaşlarımıza duyurmadan. ‘Annemde herkes!’ dedi utangaç bir tebessümle. ‘Annem fırtınalar, kasırgalar estirdi, ortalık serinledi biraz!’ dedi. ‘İçim ferahlayınca da geldim!’

Annesi de kadındı karısı da; karısının ürettiği gerilimi annesi psikolojik güç kullanarak çözmeyi deniyordu ve sonuç da alıyordu. Fırtına da hepimiz gibi iki kadının arasına sıkışmıştı. Onu destekler bir dokunuşla omzuna dokundum, ‘Konuşuruz toplantıdan sonra!’ dedim ve yanından ayrıldım.

Toplantımız yaklaşık iki saat sürmüştü. Fırtına’nın iş seyahati için iş planımızda zorunlu olarak yapacağımız değişiklikleri de konuşmuştuk. İzmir ve Belçika seyahatleri için uçuş, konaklama ve destek ekibi ile ilgili gerekli hazırlıkların yapılması talimatını vermiştim sekreterimize.

19.30 civarında toplantıyı bitirdik. Akşam namazına epey zaman vardı. Karım eve geçtiklerini haber vermişti. Ben de akşam namazını evde kılmayı planlıyordum. Fırtına’ya yarım saat sonra şirketten ayrılacağımı söyleyerek odama döndüm. O da ikindiyi kılmadığını, kılar kılmaz geleceğini söylemişti.

Erkekler olarak konumuz, ana fikrimiz hep kadınlardı; annelerimiz, kız kardeşlerimiz, halalarımız, teyzelerimiz, nenelerimiz, kızlarımız ve nihayetinde eşlerimizdi, bizdik. Mahir’le bu konuda da anlaşamazdık, bana ‘O kadar çok irdeliyorsun ki kadınlarla ilgili konuları, bilmeyen sende kadın takıntısı var sanacak!’ demişti bir keresinde. 

Ben de gülümsemiş ve ‘İnsan denen sistemin iki ana unsurundan biri erkektir diğeri de kadın; eğer sistemde sorun varsa bu sadece bir tek unsura bağlı değildir ve eğer biz sistem sorunlarını çözmek istiyorsak her iki unsuru da dikkatle irdelemek zorundayız Ağa, bu benim için bir iş, hem sen kadınlara âşık olarak sistemin sorunlarını derinleştirirken, sana kadın takıntın var dedim mi hiç?’ diye sormuş ve onu yine itmiştim kendi yalnızlığına.

3 Ağustos Cumartesi günü iş görüşmelerim bittikten sonra akşam görüşecektik Mahir’le Ankara’da. Büyük bir ihtimalle konuşacağımız konularda anlaşamayacağımız noktaları yine yıldırım hızıyla bulacaktık. Onun okuduğu binlerce kitabın ruhundan derlediği ve zihninin merkezine yerleştirdiği belirsizliği ve kesinsizliği her seferinde hırpalamak zorunda kalıyordum; ama o bunu hak ediyordu ve o da hak ettiğini itiraf ediyordu biraz zaman geçince.

Ona, ‘Nefes alıp verdiğinde ciğerlerine yüklediğin oksijenin, enerji kaynağı olarak vücuduna vereceği enerjinin büyük çoğunluğunun kadınlar için harcanacağının farkında olmadığını’ söylemiştim. Eğer oksijen durumun farkında olsaydı, başka bir seçeneği olup olmadığını tartışabilirdi.

Bana, ‘Sanki senin oksijenden farkın varmış gibi konuşuyorsun!’ demişti. ‘İkimizin de oksijenden farkımız yok, ikimizin de soluduğu oksijenin bunun farkında olma olasılığı da yok!’

Haklı olsa bile onun kadar etkilenmediğimi de vurgulayarak itiraz etmiştim. ‘Bence sen farkında değilsin. Farkında olsaydın, erkekler olarak hepimizin düşüncelerinin ve hayâllerinin büyük oranda kadınlarla kaplandığını da görebilecektin!’ demişti. 

O zamanlarda henüz İD faktörü yoktu; çok serinkanlı bir şekilde ona takılmış ve ‘Sen acı çekmeyi seviyorsun!’ diyerek romantik ruhunun gri göklerini öfke kırmızısı ile boyaması için onu kışkırtmıştım.

O da çok kızmış, elindeki çay bardağını farkında olmadan sert bir şekilde masaya koymuş ve sıçrayan çayların nereye dağıldığına bakmadan, ‘Kadınları değersizleştirme uğraşılarının temelinde onların bu gizli ve açık güçlerinin büyük etkisi var Mühendis!’ demişti. ‘Bir gün sen de bunu anlayacaksın!’

Oturduğumuz mekândaki herkes dönüp bize bakmıştı o ân. Ben sakince gülümsüyordum, o kıpkırmızı kesilmişti.

‘Bana iftira atıyorsun ve senin gibi düşünmem için baskı yapıyorsun!’ demiştim peçeteyle masanın her yerine dağılan çayı silerken. ‘Kadınları değersizleştirenlere karşı mücadele ediyorum. Senin kafatasının içinde birbiriyle rekabet eden ve âşık olduğunu zannettiğin kadınları asıl değersizleştirenin sen olduğunu ne zaman anlayacaksın?’

Omuzları düşmüştü, ama itiraz etmekten de vazgeçmemişti: 

‘Ben onları seviyorum, nasıl değersizleştirebilirim ki?’ 

‘Onlara baskı yapıyorsun farkında olmadan, bana yaptığın baskı gibi!’ demiştim birer çay daha söylerken. ‘Sınırsız romantizmini onlara dayatıyorsun ve sana sadece senin istediğin gibi davranabileceklerine dair beklentilere giriyorsun; bu değersizleştirmek değil midir? Onların özgür iradeleri yok mu?’ 



 <<Önceki                      Sonraki>>


[14.06.2024, (8/3 (690))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 15.06.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı