9 Haziran 2024 Pazar

SA10795/SD3141: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 30

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Kadınları asla anlayamayacağımı bir kez daha anlamıştım; insanın bir şeyi anlayamayacağını anlaması da iyi bir şeydi, çünkü sınırlarının içine çekilmeyi düşünmek aklına gelebilirdi; aksi halde şaşkın ördek gibi ortada dolanıp dururdu."


Yeryüzünü sarmış olan ve her insanın hayatını cehenneme dönüştüren şeytanî aydınlanmanın önüne geçmek zorundaydı insanlar; insanın kendisine saygısı işlediği kötülüklerin normalleştirilmesine engeldi, kötülükleri normalleştiren, hayatın doğal bir parçası haline getiren aydınlanmanın durdurulması için yapılacak ilk üç şey belliydi; aydınlanmanın kitaplarından/ medyasından uzak durmak, okullardan aydınlanma standartlarını kaldırmak ve bunların gerçekleşmesiyle birlikte insana özgü doğal etkileşim alanlarının ortaya çıkmasını sağlamak.

İnsanı, aydınlanma tarafından itildiği şeytanî yalnızlıktan çıkarmadığımız sürece, onun değersiz bir paçavra olmasının önüne geçemezdik; bunun yeri, zamanı yoktu. Geleceğin insanları bu karanlıkta ortaya çıkamazdı.

Karım, Kô’da uyguladığı sistemle çocukları aydınlanmanın kitaplarından/ medyasından uzakta tutmak, dayatılan aydınlanma standartlarının olumsuz etkilerini elinden geldiğince ortadan kaldırmak ve uyguladığı sistemle insana özgü doğal etkileşim alanlarının ortaya çıkmasını sağlamak için çabalıyordu.

Ne kadar başarılı olacağını düşünmeden büyük bir çabayla dev bir sisteme karşı direniyordu; ona bir ideal sahibi, profesyonel bir iş operatörü ve tasarımcısı olarak her türlü desteği veriyordum. Kô çevrede tanınmıştı, ancak henüz kendi mâli yapısıyla ayakta duracak bir halde değildi, yapımı süren ilk okulla bunu başaracak gibi görünüyordu ve su gibi para yutuyordu. 

Karım ilk okulu Eylül’de açmaya odaklanmıştı. Profesyonel bir şekilde okullarımızın tanıtımlarını yapıyor; ön kayıtları alıyorduk; asıl kayıtlar iki hafta sonra başlayacaktı. Anaokulunun fonksiyonlarına ek olarak ilk okulun fonksiyonlarını da tek tek açıkladığımız broşürler bastırmıştık. 

Amacımız daha sonra ortaokul ve lise de eklenmek üzere anaokulu-ilkokul süreçlerini bütünleşik olarak sürdürmekti. Anneler ve babalar Millî Eğitim Bakanlığı müfredatına ek olarak çocuklarına nasıl bir eğitim verileceğini, onlara nelerin öğretileceğini bütün ayrıntılarına kadar bileceklerdi. 

Ben bir yandan, karım bir yandan hayatın bütün ağır yüklerini ayrı ayrı sırtlandığımız gibi, birlikte sırtlandığımız diğer yükler de vardı. Bazen karımla oturur konuşurduk bunu ve birbirimize sorardık: ‘Çok mu abartıyoruz?’

Her seferinde de ikimiz çok abartmadığımız konusunda birbirimizi ikna ederken buluyorduk kendimizi. ‘Biz yapmasak kim yapacak?’ diye sorduğumuz her şeyi yapmaya kararlıydık. Ben şirketi bu düşünceyle kurmuştum, o da işini bırakarak Anaokuluna böyle başlamıştı.

Şimdi yapmasak bir daha yapamazdık, çünkü insan hiçbir yaş aralığında önceki ya da sonraki düşüncelerle yaşamıyordu. Tabi zordu bu süreçler, özel hayat kavramını, atalarımız gibi, anne ve babalarımız gibi algılıyorduk, kendilerini elit olarak insanlığa dayatan türler gibi değildik.

Karım yemeğini yedikten sonra saat 17.00 gibi, Kô’ya gitmek ve çocukları alarak eve dönmek için şirketten ayrıldı. Neşesi yerine gelmişti. Hatta onu arabasına kadar uğurlarken keyfinden ıslık bile çaldığını duymuş ve takılmıştım, ‘Islık biz erkeklere ait!’ diye. ‘Kim demiş? Hem siz kuş falan da değilsiniz!’ diye gülümsemiş ve ıslık çalmaya devam etmişti. Çocukken ormana gittiklerinde kuşlarla ıslıklaştıklarını anlatırdı. Ben onun kadar ıslık çalamıyordum mesela. 

Arabasını hareket ettirirken gülümsemiş ve ‘İD ararsa ya da mesaj yazarsa selam söyle!’ demişti el sallayarak. ‘Boşanmayacağız!’

‘Tamam!’ demiştim ben de şaşkın ve donuk bir şekilde ona el sallarken. Boşanmak ya da boşanmamak da nereden çıkmıştı?

Donmuştum, çünkü konu bütünüyle konuşulmasına rağmen kapanmış gibi görünmüyordu.

İD’nin mesajı geldiğinde zihnimi yeniden toparlamış ve ikindi namazını kılmıştım; 1 Ağustos 2019 tarihli toplantı hazırlıklarını tamamlamak üzereydim. 

‘Istanbul da cok sicak!’ diye yazmıştı. ‘Karin nasıl? Bosanmanizi hic istemem!’

Kadınları asla anlayamayacağımı bir kez daha anlamıştım; insanın bir şeyi anlayamayacağını anlaması da iyi bir şeydi, çünkü sınırlarının içine çekilmeyi düşünmek aklına gelebilirdi; aksi halde şaşkın ördek gibi ortada dolanıp dururdu.

‘Siz birbirinizle iletişim halinde misiniz?’ diye yazdım. ‘Karım ararsan ya da mesaj yazarsan sana selam söylememi istedi ve ‘boşanmayacağız’ diye bir haber gönderdi. Boşanmak ya da boşanmamak nereden çıktı?’

İD’nin karşı mesajı hemen gelmişti: ‘Iletisim halinde değiliz:) Bosanmamaniza sevindim. Sebep olmak istemem!’

Sonraki mesajım çok teknikti ve aşırı arıtılmıştı:

‘Siz kadınlar, kendi aranızda ilginç ve anlaşılmaz bir iletişim ve etkileşim sistemine sahip olmanın avantajlarını kullanırken, bu size zor gelse de biz erkeklerin sizin mesaj taşıyıcılarınız olmadığını da öğrenmeyi ihmal etmemelisiniz!’

İD bir süre sessiz kalmıştı, az sonra onun artık klasikleşen sözcüğü telefonun ekranında görünmüştü:

‘Gicik!’

Ben de ‘Sıcaklar çarpmasın dikkat et ince ve güzel kadın!’ diye yazdım.

Cevabı kısaydı: ‘Thanx, bye!’

Boşanmak ya da boşanmamak nereden çıkmıştı yine öğrenememiştim. Bu işler böyle mi yürüyordu erkeklerle kadınlar arasında? Bir kadın evli bir erkeğe ilgi duyduğunda, erkeğin karısı durumu öğrendiğinde hemen boşanıyorlar mıydı? İkinci kadın birinci kadını devreden çıkarmayı amaçlayarak mı başlıyordu duygusal serüvenine? Birinci kadın ikinci kadını öğrendiğinde boşanıp boşanmamayı mı düşünüyordu hemen? Erkek nasıl etkisiz eleman haline getiriliyordu böyle?

Karıma soracaktım bunu. Bu bir zorbalıktı, bu durumda erkeğe ‘etkisiz eleman’ yerine ‘mağdur eleman’ demek daha doğru olurdu. Kadınların bu gücünün orantısız olduğunu düşünsem de yapılabilecek çok fazla bir şey yoktu. Babam gelmişti aklıma, bilse gülerdi, ‘Başa çıkabileceksen onu da al!’ derdi. ‘Ama aklın varsa bana bak!’

Kendi kendime güldüğümü fark ettim. Karıma sormamaya ve işleri oluruna bırakmaya karar verdim.

Allah kadınları hayata renk katsınlar diye yaratmıştı. Biz erkekler kadınlar olmasa muhtemelen monotonluktan ölürdük.

Toplantı salonuna geçerken de gülmeye devam ediyordum. 



<<Önceki                      Sonraki>>


[08.06.2024, (7/61 (687))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 09.06.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı