27 Eylül 2025 Cumartesi

SA11632/SD3612: Sıkıntı (Roman); 13. Bölüm-Toprak 5

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Bilgi çağında yaşadığımız bugün, insanlığın bu kadar çok şey bildiği halde bu kadar çok aşağılanmaya, aldatılmaya, istismara, tacize, tecavüze, katliamlara, soykırımlara maruz kalmasının tek sebebi manipüle edilmiş bilgi ile beslenmesiydi.


Tartışılamaz olan gerçek buydu, çünkü bu kapsamda yapılmış saçma sapan tartışmaların insanlık için hiçbir anlam taşımadığı artık çok açıktı; Tanrı birden fazla olamazdı, doğmazdı, insan kılığına girmezdi, ölmezdi, öldürülmezdi, insanlarla güreşmezdi. 

Yahudi ve Hristiyan teologlarının ve onlardan etkilenen bazı Müslüman düşünce adamlarının şizofreni ürünü, akıl dışı ve hakikate aykırı iddiaları bugünkü din olgusunu zifiri karanlığa sürükleyen temel suçlulardı. 

Ve Antik Çağ filozoflarının yaptığı tartışmaların bilimin ulaştığı noktada artık birer zırvadan başka bir şey olmadığının kanıtlandığı ve aydınlanma filozoflarının ürettiği şeytanî düşüncenin stratejik bir plan çerçevesinde, insana ve dine dair bütün her şeyi kaotik bir döngüye soktuğunun net bir şekilde anlaşıldığı gerçeğiyle de yüzleşmiş durumdaydık. 

İşte bu yüzden Batı kaynaklı birey ve toplum aydınlanmasını bir kenara koyarak çalışmalıydık. Bununla birlikte ‘Tek Tanrı’ya çağıran ve indiği gibi korunmuş ‘tek kutsal kitap’a sahip olan din, sadece İslam olduğu için doğal olarak bahsetmemiz gereken din İslam’dır’ önermesini ileri sürmek için acele etmemek gerekiyordu.

Çünkü ‘Hangi İslam?’ sorusunun cevabını bilmeyen ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayan insanların inandığı mevcut geleneksel dini ‘İslam Dini’ olarak tasnif etmek, İslam’ın tartışılmaz kutsal doğasına ve dinin tekliğine aykırıydı.

Kaynaklarının yetersizliği nedeniyle ‘Hangi Hristiyanlık? Hangi Yahudilik? Hangi Budizm?’ gibi soruların cevaplarının bulunmasının imkânsız olduğu bir çağda, ‘Hangi İslam?’ sorusunun cevabının net bir şekilde verilebileceği imkânlara sahip olan Müslümanların büyük çoğunluğunun bu soruya cevap aramamaları, onların inandığı dini bilmediklerine dair açık bir kanıt olarak değerlendirilebilirdi.

Belki de, Müslümanların dinlerini asıl kaynağı olan Kur’an gibi korunmuş bir ilahî kitaptan öğrenmelerini engelleyen şeytanî güçlerin etkisini, İslam aleyhine bir çaba olarak değerlendirerek Müslümanları mazur görebilirdik; ancak hiçbir şey bizi bugün yaşanan kaostan ‘oku!’ emriyle daima muhatap olan Müslümanların muaf ve sorumsuz olduğu tezine sürükleyemezdi

‘Din neden vardı, neden var ve neden daima var olmak zorundadır?’sorusunun cevabı, insanlığın bugün yine zorunlu olarak bir elçiye duyduğu ihtiyaca dokunarak aranabilirdi. Biliyorduk ki her elçi, insanlığın yaşadığı döngüsel azgınlıkların kesin olarak sınırlanması için insan yararına gönderilmişti ve sadece bir tek din tebliğ etmişti. 

Ancak artık ‘elçi’ gelmeyecekti; bu gerçeğin herkes tarafından tam olarak anlaşılabilmesi, son elçi aracılığıyla gönderilen ve değişmediği kesin olarak bilinen son ‘kutsal kitap’ın tek kaynak olarak temel alınması zorunluluğunu fark ettirecekti.

İdeal olan beklenti buydu; ne yazık ki gerçekleşmesi de neredeyse imkânsız olan beklenti de buydu. Ben bu gerçeğin herkes tarafından tam olarak anlaşılabileceğini düşünmüyordum. Büyük dönüşüm için herkesin ‘elçi gelmeyecek’ gerçeğini anlaması gerekmeyebilirdi, ama herkesi yönlendirenlerin ve eğitenlerin bu kaçınılması imkânsız gerçeği kesinlikle çok iyi anlaması gerekiyordu.

Aksi halde ‘Her elçi, insanlığın yaşadığı döngüsel azgınlıkların kesin olarak sınırlanması için insan yararına gönderilmiştir ve sadece bir tek din tebliğ etmiştir.’ önermesinin ‘Din neden vardı, neden var ve neden daima var olmak zorundadır?’ sorusuna verilecek tek cevap olduğu anlaşılmayacaktı.

Yeni bir elçi gelmeyeceğine ve kılavuzlarını kaybeden insanlığın dine olan ihtiyacı zirveye çıktığına göre, Müslümanların bildiklerini sanarak inandıkları din dahil, mevcut dinlerin tamamen bir kenara konması gerektiğini ve insanlığın bütünüyle Kur’an’a odaklanarak döngüsel azgınlıklarını sınırlandırmalarının yollarını aramalarının zorunlu olduğunu düşünüyordum.

Niteliklerini kaybetmiş olan havralar, kiliseler, çok tanrılı dinlerin tapınakları ya da Müslümanları birleştiremez hale gelen camiler artık insanlığın döngüsel azgınlıklarını sınırlayamıyorlardı; yine eş zamanlı olarak bütün dinlere ait ilahiyat fakülteleri çarpık felsefî akımların etkisiyle yaşanan bilişsel kaosu derinleştiriyorlardı.

Gerçek tartışılmazdı: Tanrı ‘Tek’ti ve onun gönderdiği din de ‘Tek’ti.

Ve o Tek Tanrı Allah’tı, gönderdiği tek din de Kur’an’la temeli sağlam olarak korunmuş olan İslam’dı. Tarihte tanık olunan pek çok başarısız örneğe göre, din insan tarafından tasarlanmadığı için dinde reform yapılamazdı, ancak ‘din algısı’ bozulmuş olan insanlığın 'din algısı'nda reform yapması kaçınılmazdı, elçiler de bunun için gönderilmişti.

Artık elçi gelmeyeceğine göre, bu reform çalışmalarının hazırlık aşamalarında öncelikle ‘Doğru ve kesin bilgiye ihtiyaç duyuyor musunuz?’ sorusu sorulmalıydı.

Kuşkusuz insan ihtiyaç duymadığı bir bilgiyi öğrenmek için çaba sarf etmek istemezdi. Doğru ve kesin bilgiye olan bu ihtiyacın doğal bir ihtiyaç mı, kasıtlı olarak oluşturulmuş algısal bir ihtiyaç mı olduğunun hiçbir önemi yoktu. Öğrenme ihtiyacı insanı bilgiye doğru sürükleyecekti; bu kaçınılmaz bir süreçti.

Bilgiye doğru sürüklendiğinde insanın karşısına çıkacak olan bilginin ‘doğru ve kesin bilgi’ olup olmadığını sorgulamayı alışkanlık haline getirenler dışında neredeyse herkes, araştırma yaparken sözlü kaynaklarda, basılı ya da dijital materyallerde ulaştığı ilk bilgi ile yetinmeyi seçiyordu. İşte bu, insanın öğrenme ihtiyacının istismar edildiği bölgede bulunduğumuza işaret eden, sürüklenmeden sonraki ikincil davranıştı.

Genellikle kasıtlı olarak oluşturulmuş -gerçekte doğal olmayan- algısal ihtiyaçlar için üretilen yanlış ve şüpheli bilginin ardıl iki sıradan insan davranışına göre tasarlandığı ve bu bilginin ilk ulaşılabilir bilgi olması için gerekli olan düzeneklerin de sağlandığı artık kuşku götürmez bir şekilde ortadaydı.

Bu gerçeği, yayınevlerinin, görsel ve işitsel medyanın, internet arama motorlarının, sosyal medya platformlarının bu sürüklenmede teknik olarak kullanılan birer araç olduğu deneyimi ışığında değerlendirebilirdik.

Doğru ve kesin bilgiye ihtiyaç duyma hassasiyetlerinin yetersizliği insanları bilgi manipülasyonu için hazır birer kurban haline getiriyordu. Bilgi, insanın zihinsel işletim sisteminin temel ham maddesiydi ve bilginin kalitesi insanların düşüncelerinin ve davranışlarının sağlığını doğrudan etkiliyordu.

İnsanın doğru ve kesin bilgi ile alacağı yol, aldatılmasını ve şeytanî hesaplar için kullanılabilir olma kapasitesini sınırlıyordu. Yanlış ve şüpheli bilgi ise -istemese de- insanı gerçeklerden ve doğru davranışlardan uzaklaştırıyor; onu pişman olduğu ya da olacağı düşüncelerle ve tutumlarla yaşayan ‘ahmak’ bir varlık haline getiriyordu.

Bilgi çağında yaşadığımız bugün, insanlığın bu kadar çok şey bildiği halde bu kadar çok aşağılanmaya, aldatılmaya, istismara, tacize, tecavüze, katliamlara, soykırımlara maruz kalmasının tek sebebi manipüle edilmiş bilgi ile beslenmesiydi 

Dünyanın her ülkesinde, her ırktan ve her dinden birçok insanın yavaş yavaş kavradığı ve sosyal medya aracılığı ile birbirlerine ulaştırdığı doğru ve kesin bilgi ile alınan yollar, maalesef yanlış ve şüpheli bilgi ile alınan yollar kadar uzun, geniş, sürekli ve etkili değildi. 

‘Big Media’ denen küresel satanist medya karşısında hepimiz ne kadar çabalasak da yeterince güçlü olamayacaktık; insanlık yanlış ve şüpheli bilgi ile aldatılmaya devam ederken biz çok geriden gelmek zorunda kalıyorduk.

Doğru ve kesin bilgi artık insanlığın sahip olduğu ‘din bilgisi ve kültürü’nde yer almıyordu. Yahudiliğin ve Hristiyanlığın ana kaynaklarının insanlığın doğru ve kesin bilgi ihtiyacını gidermediğini açıkça kanıtladığı bu yüzyılda, İslam’ın ana kaynaklarından sağlandığı iddia edilen bilginin de doğru ve kesin olduğuna dair iddialarda bulunmak, Müslümanların yaşadığı zihinsel sefaletin derinliği dolayısıyla artık zorlaşmıştı. 

<<Önceki                      Sonraki>>


[26.09.2025, 13/11 (965))]


Seçkin Deniz, 27.09.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı




Takip et: Next Sosyal @seckin_deniz

Takip et: Next Sosyal @sonsuzark



Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı