12 Ekim 2025 Pazar

SA11655/SD3625: Sıkıntı (Roman); 13. Bölüm-Toprak 10

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Biraz etrafa baktım. Doluydu havaalanı. Ne kadar çok insan vardı etrafımda. Bu insanlar hiç aynada kendi gözlerine bakıyorlar mıydı ki? Ya da başka insanların yürüyüşlerine, oturuşlarına? Kendilerinde ve diğerlerinde masumiyetin izlerini arıyorlar mıydı?


Esenboğa Havaalanına vardığımızda Cevval’in yüzündeki bütün heyecan sönmüştü. Arabadan eşyalarımı indirirken de suskundu. En son, Mahir’in hediyesi olan üzüm sepetinin bulunduğu kağıt poşeti elime tutuştururken bana yarım yamalak sarılarak geri çekilmişti.

‘Ne oldu, Cevval?’ diye sordum, endişeli bir sesle.

‘Bir şey yok, Mühendis!’ dedi zayıf bir sesle.

‘Nasıl bir şey yok, Arkadaş?’ dedim sesimi yükselterek. ‘Bu ne hâl?’

‘Şimdi sen gidiyorsun ya...’ dedi yüzünü başka tarafa çevirerek.

‘Evet, her zaman gittiğim gibi, şimdi de gidiyorum, Cevval!’ dedim. ‘Ne var bunda?’

‘Bu her zamanki gibi değil işte!’ dedi sesi titreyerek. ‘Bu başka!’

Cevval korkuyordu. Altına girdiği yükü tek başına kaldıramayacağından korkuyordu.

‘Hepimiz günü geldiğinde sonsuza kadar gideceğiz, Cevval!’ dedim genişleyen yumuşak bir sesle. ‘İnsan tek başına ayakta duramaz, o yüzden gitmeye mahkûm olanlara değil, asla gitmeyecek olana, Allah’a bağlanmayı başarabilmeli... Biz ölümlü zavallılar için huzur verici tek seçenek bu. Canın sıkılınca Sabır Taşı’nı al, atla arabana  ya da uçağa gel Adana’ya; kebap yeriz!’

‘Geliriz, geliriz de iş oraya kadar nasıl varacak?’ dedi hiç tanık olmadığım kaygılı bir yüzle. ‘Sen olmasan bu iş olmazdı, sen olmasan bu iş nasıl yürüyecek?’

‘Sabır Taşı yürütür, merak etme!’ dedim gülümseyerek. ‘O senden daha dayanıklı ve güçlü!’

‘Öyle değil mi gerçekten?’ dedi aydınlanan yüzüyle. ‘Ondan başkasıyla da bu işe cesaret edemezdim zaten!’

‘Emin ol, öyle!’ dedim onu yüreklendiren bir sesle. ‘Namazını kıl, gerisini Allah’a ve Sabır Taşı’na bırak!’ Ayrıca içindeki o masum çocuğu da geçmişin esaretinden kurtar, yeter yıllardır eziyet ettiğin!’

‘Tamam, Mühendis!’ dedi canlanan bir sesle. ‘Kusura bakma zamanını aldığım ve seni meşgul ettiğim için, ama biliyorsun başka kimsem yok!’

‘Canlan, tırsak CEO!’ dedim gülerek. ‘Say ki şirketini yönetiyorsun, evlilik biraz da şirkete benzer; stratejisi, muhasebesi, üretimi, personeli, stresi.. halledersin sen!’

Bu kez canlı bir şekilde vedalaştı Cevval. Ben iç hatlara yürürken o da arabasına biniyordu. Valizim, bilgisayar çantam, cep telefonum ve Mahir’in üzüm sepeti; hep beraber İstanbul’a uçmak için ilerliyorduk. Ankara’nın o kuru sıcağı yükselen güneşin alnında ter biriktirmişti yine. İyi ki havaalanının kliması vardı.

İşlemler bittikten sonra kalkış saatini beklerken, kağıt poşetin ağzını araladım, sepetteki siyah üzüm taneleri nefis görünüyordu. Birkaç tanesini kopararak ağzıma attım. ‘Yıkadım!’ demişti Mahir. ‘Kopar kopar ye!’

Sepetin fotoğrafını çektim ve Mahir’e gönderdim: ‘Yiyorum, üzüm nefis, eline sağlık.’

‘Afiyet olsun, Azizim. Şimdi rahatladım. Hayırlı yolculuklar’ diye yazdı Mahir.

‘Sana da hayırlı uzlet mesaileri:)’ diyerek cevapladım onu.

‘Bi dur Azizim, bi dur. O dediğin çok ağır iş, tırmanacak çok yokuş var.’ diye yazdı Mahir. 

Ömür dediğimiz böyle bir şeydi, herkese her an yokuşta olduğunu hissettiren bir süreç. ‘Haklısın. Allah hepimize kolaylık versin’ diye yazdım son kez.

‘Yüzümüz var mı bilmem, İnşaallah verir’ diye yazdı sonra.

Her insanın içinde, işlediği bütün günahlarda sanki kendisinin hiç suçu yokmuş gibi duran masum bir ayrıntı vardı; buna insanın özü mü demeliydim, nefsin hep haklı çıkma dürtüsü mü, bilmiyordum, ama en azılı suçlularda bile var olan bir şeydi o.

‘İnsanın masumiyet yokuşu’ diyebilirdik buna belki de. Kadın veya erkek, bütün insanlar doğduktan sonra masumiyetten yukarı doğru tırmanıyorlardı. Tırmanışın her basamağında masumiyet biraz daha azalıyordu. O yüzden masumiyet geriye çekiyordu o yokuşu tırmanan insanı, en yorgun, suçlu ve günahkâr olduğu anlarda.

Bu tırmanış insan yavrusunun bilgi, merak ve öğrenmekle ilişkilerinde aldığı yolu temsil ediyordu. Çocuk insanın masumiyetinden daha yetkin bir masumiyeti temsil edecek başka bir örnek yoktu. Zira masumiyet, bir habersizliği, bilgisizliği ve bunlarla birlikte günahsızlığı anlatıyordu bize.

O halde tırmanışın aynı zamanda masumiyetten uzaklaşmak demek olduğunu kabul etmek mecburiyetindeydik. Bilmenin, insanı ayırt etmekle mükellef tuttuğunu ve çocuk insanın iradesinin bu tırmanışta şekillendiğini de söyleyebilirdik. 

Tırmanış sürerken merak işliyordu, merak işlerken bilgi birikiyordu, bilgi biriktikçe de irade öğrenilenler arasında seçim yapmayı öğreniyordu. Her seçim yeni bilgiler  ve yeni günahlar getiriyordu beraberinde ve nihayet tırmanış bitiyordu.

Tırmanış bittiğinde insan otuzla kırk yaşları arasında oluyordu genellikle. Tatlar tadılmış, merak itme-çekme gücünü yitirmiş, insanın tüm renkleri sınanmış ve öğrenilecek şeyler azalmış oluyordu. 

Tepede kısa, ancak yoğun geçen bir dinlenme vakti buluyordu insan. Kaybettiği masumiyeti doğru seçimlerle yer değişmişse, insan, zihninin geriye doğru süzülüşlerini seviyordu. Onun tepeden inişi, seçimlerindeki isabeti toy insanlara anlatmakla geçiyordu; sınamalarını anlatıyor, gözlerindeki umudu yayıyor, iniş bittiğinde de masumiyetin ak rengi onu huzurun kollarına taşıyordu. Yokuşun başladığı yere yakın oluyordu tepeden inişi.

Masumiyeti yanlış seçimlerle yer değişmişse insan tepede huzursuz ve umutsuz oluyordu. Onu diri tutacak geriye doğru gezintileri olmuyordu. Tepeden iniş de o denli tedirgin edici oluyordu. Tedirginliğini yaymaya çalışıyordu insan; herkesi tedirgin etmek istiyordu. Çünkü tedirginliğini genişletirse herkesin kendisine benzeyeceğini ve çoğalan kendisi gibilerle inişini unutacağını, seçimlerinde birikmiş olan günahların yadırganmayacağını hesaplıyordu. Çünkü yokuşun başladığı yerden çok uzağa ineceğini biliyordu tepeden...

Onun toylara yönelişi de bundandı; onların seçimlerini de etkileyecekti ve iniş bittiğinde saygı duyulacak biri olacaktı. Ancak hiçbir zaman huzurlu olmayacaktı ve masumiyete dönüp bakacak bir yüzü bulunmayacaktı.

Biraz etrafa baktım. Doluydu havaalanı. Ne kadar çok insan vardı etrafımda. Bu insanlar hiç aynada kendi gözlerine bakıyorlar mıydı ki? Ya da başka insanların yürüyüşlerine, oturuşlarına? Kendilerinde ve diğerlerinde masumiyetin izlerini arıyorlar mıydı?

Masumiyetimize, bilgisizliğimize duyduğumuz özlem, tırmanışımızdaki ve inişimizdeki seçimlerimizin büyük çoğunluğunun yanlış olmadığının da deliliydi. Masumiyeti özleyebiliyor olmak, onu hatırlıyor olmak demekti; hatırladığımız bir şey içimizde vardır demekti. Huzurumuzu destekleyen duaya yüzümüz vardır demekti. Bu bir teselliydi bizim için. 


<<Önceki                      Sonraki>>


[11.10.2025, 13/21 (975))]


Seçkin Deniz, 12.10.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı




Takip et: Next Sosyal @seckin_deniz

Takip et: Next Sosyal @sonsuzark



Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

Seçkin Deniz Twitter Akışı