14 Haziran 2025 Cumartesi

SA11471/SD3512: Sıkıntı (Roman); 12. Bölüm-Okyanus 5

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Boğuluyordu insan, okyanus kadar geniş ve derin sahte gelişmişliğin içinde...


Mahir’in damarına basmıştım; ama en iyi özeleştiriyi ve buna bağlı olarak bu topraklardaki psiko-sosyal duygu-durum ölçümünü o yapabileceği için bu böyle olmuştu. Kahırların ve acıların asla bitmediği bir vatanda, yüzlerce yıldır ilmik ilmik işlediğimiz güzellikleri gericilik olarak tanımladıkları andan bu yana aşağılanmış olmaktan kurtulmanın yolunun batılılaşma ve batılı aydınlanma olduğunu düşünenler için bu özeleştiri şarttı; silkineceğimiz ve bize özgü güzellikleri yeniden başlatacağımız yer burası olmalıydı.

Biz, her ırktan ve her mezhepten birer vatan evladı olarak açıldığımız batı okyanusunda boğulmuştuk. Hayr ve şer iç içe geçmişti, Allah’ın bizi sınadığını da unutmuştuk. Biz Allah’ı unutmuştuk; boğulmamız için çok çabalamışlardı bizden görünüp bizi ilerleteceklerini iddia edenler. 

Oysa kendi kast sistemlerini kurmuşlardı. Bize orada, onların olduğu kastta yer yoktu; bu topraklara ihanet etmediğimiz sürece de olmayacaktı. Onların istediği gibi bir ruhsuzluğu kabul edenlerimize de önlerine birer kemik parçası atılmış köpek muamelesi yaptıklarını görüyorduk. 

‘Kültürel İktidar’ diyorlardı, bizi acımasızca aşağılarken ve siyasî iktidara payanda yaptıkları askerî ve sivil bürokrasiyi tepemizde keskin birer kılıç gibi gezdirirken. Paramızı çalıyorlardı, canımızı istedikleri gibi tezgahlara sürüyorlardı; ama biz bir türlü ilerleyemiyorduk. İki yüz yıllık aşağılanma döneminde bir adım bile ileri gidememiştik, onların bizi silah zoruyla güdüp zehir otlattığı topraklarda.

Mahir onları iyi tanıyordu, daha doğrusu Mahir onlardan tiksinecek bir içe sahipti. Bu yüzden onun anlattıkları, ortaya çıkan aydın fotoğrafının ayrıntılarını anlatıyordu bana. Bir deliliğin fotoğrafıydı bu, belki de okyanusta boğulmanın; ancak etkin bir ahlâkla tahlil edilecek bir sondu bu.

“Zihnim yorgun!” diyordu ‘Okyanus Yazarı’. “Türkiye’deki deliliğe karşı yorgun, Dünya’daki deliliğe karşı yorgun. Çocuklara bırakacağımız kanlı mirası düşünürken yorgun. Televizyonlarda her türlü ahlaksızlık, dizilerle aile içi akrabalar arası aşklar her gün milyonlarca insan tarafından izlenirken susan tasavvufçular hamile kadınların sokağa çıkmamasını istiyor.”

Ahlâk’tı temel problem; problemli din algısıydı.

“Vakit ne vakti, kim belirliyor bu gürültülerin vaktini? “ diyordu ‘Bekçi’. “Ahlâkı evden, okullardan, iş yerlerinden çıkarıp atanlara sesi çıkmayanların, durduk yere göbeği görünen birkaç hamile kadını dillerine dolayıp zaten her türlü zıpkına hazır hale getirilen ülkeyi tedirgin ediyorlar. Asıl ahlâksızlık bu. Ramazan ayına mahsus edep uyarıcıları, çekin gidin kapımızdan. Türkiye’de kanlı hesaplaşmalar sürüyor, soygunların sahipleri güçlerini korumak istiyor; insanlar yaşamak istiyorlar, yoksul ve ezik olmak istemiyorlar. Gazeteler bir sürü  hastanın zırvalarıyla dolu. Karmakarışık sokaklar, caddeler, sinir küpü evler…”

Boğulmak başka nasıl anlatılabilirdi ki?

“Nefs terbiyesi deyip dergahlarda sürü besleyenler, bir tek itiraz sesi çıkarmamakta ısrar ediyorlar. Ne bir teskin edici söz, ne bir teşvik edici iyilik. Zorba bir dil, kışkırtıcı bir tavır, kibirli bir çirkinlik akıyor insanların kulaklarına. Kimse kimseye güvenmiyor, azıcık farklı düşünenler teşhir ediliyor, rezil ediliyor, silinip atılıyorlar. Evler yorgun, insanlar yorgun, camiler yorgun, kahveler yorgun, herkes yorgun.”

Geri kalmışlığın ürettiği dengesizlik değildi ‘Bekçi’nin eleştirdiği; tasarlanmış haysiyetsizliğin doğmuş ve büyümüş ergenliğiydi, yetişkinliğiydi:

“Siyasetin dili çirkinleşmiş, bürokrasi kibirli sonradan görmelerin istila ettikleri yerler hâline gelmiş. Toptan bir eskime görünüyor gözüme; eski kirliliğin yeniden inşâsı sürüyor her geçen gün. Nezih insanlar arıyor gözlerim. Duruşuyla, sözüyle, insancıllığıyla, saygısıyla, hoş görüsüyle belirginleşen insan arıyorum. Bir başbakan, birkaç bakan, birkaç yazar, birkaç akademisyen yetmiyor bu yorgunluğu gidermeye…”

Biraz nefes alıyordu ‘Okyanus Yazarı’ ve sonra devam ediyordu:

“İnsana çok yakından bakmak gerek, hayır, hayır fiziksel ya da psikolojik yakınlıktan bakmak değil bu; aydınlanma denilen şey bunu gereğinden fazla ve şeytanî bir şekilde yaptı ve yapıyor. İnsanın içine ve dışına dair şeytanî aydınlanmanın eleğinden geçmemiş hiçbir şey kalmadı; saygısızca didik didik edilerek değersiz bir paçavraya dönüştürüldü insan. Bu değersiz paçavraya yakından bakmak gerek.”

Bakışlarını bütün dünyaya yöneltiyordu sonra:

“Bugün dünyada herhangi bir kentin ara sokaklarında, alışveriş merkezlerinde, eğlence mekânlarında, iş yerlerinde, atölyelerinde, resmî kurumlarında, ibadethanelerinde, spor salonlarında, parklarında, kütüphanelerinde, parlamentolarında, üniversitelerinde ya da tarlalarında, bahçelerinde, hayvan sürülerinin başında olan insanlara tek tek bakmalıyız. Çocuk, genç, erkek, kadın, yaşlı, bunak, evli, bekar, anne, baba, hasta, sağlıklı olarak değerlendirilebilecek her insana ayrı ayrı bakmalıyız.

Herkes nasıl? Herkes insana özgü olan değerli sıfatlarla mı tanımlanıyor ya da yoksa herkes aşağılanmış ve değersiz hissettiren bir başıboşluk, bıkkınlık, tükenmişlik içinde mi?”

Boğuluyordu insan, okyanus kadar geniş ve derin sahte gelişmişliğin içinde:

“Saygısızca didik didik edilerek değersiz bir paçavraya dönüştürüldüğünü söylediğimiz insanın değerli sıfatlarla tanımlanıyor olma olasılığını düşünmemiz abes olabilir, ancak henüz bütün insanlar aynı ölçüde değersiz birer paçavraya dönüştürülmüş sayılmaz ve elbette bu durum insanlık adına da bir teselli sayılabilir. Ne yazık ki bu tesellinin bütün insanlık için umut verici hiçbir yönü yok, çok yakında onlar da büyük çoğunluğun düştüğü derin karanlığa düşmek zorunda kalacaklar.”

Çözümü sorguluyordu sonra ‘Bekçi’:

“İnsanı anlamlı kılan inançları ve değerleridir; uğruna yaşadığı inanç ve değerler onun varoluşunu tanımlar ve onun değersiz bir paçavraya dönüştürülmesini engeller. İnsanın inançlarıyla değerleri arasına konulan uzun ve derin boşluklar onun kendisine duyduğu saygıyı azaltır; bu sürecin sonunda da insan başkalarının kendisine yönelik saygısızlığını kabullenmeye başlar. İnsanın aydınlanmanın, insan ruhuna ve bedenine yönelik saygısız didiklemelerine itiraz etmemesinin temel sebebi de inanç ve değer düşmanı bir bakış açısıyla insanı alıştırdığı derin saygısızlıktır.”

Suçluyu arıyor ve buluyordu:

“Aydınlanma -ki burada her zaman kastedilen Batı’nın liderlik ettiği şeytanî aydınlanmadır- yayılma alanlarını destekleyici unsurlar tarafından baskın hale getirildi, bunu hepimiz biliyoruz. Neydi bu aydınlanmanın yayılma alanlarını destekleyici unsurlar?

Dünya’nın herhangi bir yerinde herhangi bir mesleği icra eden, herhangi bir yaşta ve cinsiyette, herhangi bir sağlık durumunda olan insana kadar yayılan aydınlanmanın destekleyici unsurlarını kim tasarlayabilir, kim oluşturabilir ve kim bu kadar güçlü bir şekilde destekleyebilir?

Aydınlanmanın destekleyici unsurlarının temelinde iletişim var, sonra eğitim, sonra etkileşim; yani medya, okullar ve eğlence yerleri, iş yerleri, devlet kurumları dahil sosyal alanlarda yaşanan sınırları belli olmayan derin etkileşim. O halde insanın didik didik edildiği özel alanlarda, özel atölyelerde tasarlanmış bir insan tipinin varlığından söz edebiliriz; aksi halde medya, eğitim ve etkileşim yoluyla yayılan aydınlanma neyi yayacaktı ki?”

Kast sistemini inşâ ederken çok titizdi tasarımcılar, çok ince işçilikler yapıyorlardı:

“İnsanın didik didik edilerek sırlarının açığa çıkarılması, bunun önce kitaplar, sonra medyanın diğer bütün kolları aracılığıyla yapılması insanın yalnız bırakılması için gerekliydi. Aydınlanma yalnız yakaladığı insanı kendi karanlık içine çekebilir, orada hırpalayabilir ve rahatlıkla aşağılayabilirdi. Kitap okuyanların o derin yalnızlığı ‘aydınlanma tarafından zorla alıkonulmuş olmak’ demek değil miydi?

Sonra sanatın her dalı, -insanın öz saygısına dair hiçbir şey üretmediği halde- insanın hırpalanması için çekildiği derin karanlığın birer temsilcisi değil miydi? Ya üniversiteler? Aydınlanmış üniversite mezununun aydınlanmamış halk unsurlarına tepeden bakmasını nasıl izah edebilirsiniz?” 


<<Önceki                      Sonraki>>


[10.06.2025, 12/11 (903))]


Seçkin Deniz, 14.06.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı