Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İnsan aracılığıyla insanlığa karşı yapılan savaştı bu. Tüylerim ürperiyordu. Şeytan tarih boyunca bu kadar güçlü olmuş muydu, emin değildim, ama artık görüyordum; Şeytan’ın Krallığı’ydı dünya."
‘Toprak Yazarı’na göre, insan, kendisini merkeze aldığı için öldürüyordu, bir başkasını değil, Tanrı’yı değil. İlk kez böyle bir değerlendirmeyle karşılaşmıştım. Ve, gerçeğin ne kadar çıplak olduğunu, buna rağmen ustalıkla karartılarak görülemez hale getirilişine şaşkınlıkla tanıklık ettiğimi fark ediyordum. İnsan bir başka insanı öldürme nedenini saklamak için felsefe ve mistisizm kılığında ne kadar çok yalan söylemişti.
Batılıların o seçkinci bakışlarını da yüzlerinden maskelerini sıyırarak çözüyor ve laboratuvar masasına diziyordu ‘Bekçi’:
“Amerikalıların ilk Avrupalı atalarının federalistler ve anti-federalistler -günümüzde demokratlar ve cumhuriyetçiler- olarak ayrışmalarının ve çatışmalarının temelinde de kentlilerin ve taşralıların, modernlerin ve post-modernlerin kendilerini merkeze alan hırsları yatmaktadır. Bu ayrışmayı ve çatışmayı dengeleyici ve çözümleyici ‘saf’ herhangi bir dinî neden ve gerekçe yoktur. Antik çağ öncesinde ve sonrasında da bu bağlam hiç değişmeden varlığını korumuştur.”
Batı, Hristiyan olduğu için öldürmüyordu, Yahudi olduğu için de... tıpkı Müslüman olduğu için öldürmediğini bildiğimiz İslam coğrafyası gibi, hırsları için öldürüyordu. Din, düşüncelerinden tamamen çıkıp gittiğinde Batılıların da Doğulular gibi daha çok öldürdüklerini de biliyorduk.
Koskoca İslam tarihini birkaç cümle ile özetleyerek şöyle diyordu ‘Toprak Yazarı’:
“İslam ülkelerinde yedinci yüzyılda başlayan, on birinci yüzyıla kadar yoğunluklu olarak devam eden ve on altı yüzyıla kadar aralıklı olarak süren savaş tam olarak meşşâî ve sûfî geleneklerin beslediği Kur'an dışı zihinsel kodlara entegre edilerek analiz edilebilir. Bu savaşlar dünyanın diğer tarihlerinde ve yerlerinde yaşanmış olan savaşlardan hiç de farklı nedenlere sahip değillerdir. Yirmi birinci yüzyıla taşınan ve binlerce insanın kırımına neden olan tahrik edici ana unsur İslam'ın Kur'an'dan (öz olarak Bakara, 177) edindiği kavramların içlerinin boşaltılması ve içeriğin insanı merkez alan çatışmacı bir niteliğe büründürülmesidir.”
Uçak birazdan inecekti İstanbul Havaalanına; insanlığın da saçma sapan felsefî çıkarımlardan kurtulup gerçeğin değişmeyen o muhteşem analitik düzlemine inmesini umuyordum. Çünkü gerçeğin tek temsilci grubu olarak Müslümanları yok eden insanlık için artık çıkış yolu yoktu:
“Avrupa'daki Mezhep Savaşları, Haçlı Savaşları, yirminci yüz yıl savaşları, Antik Mısır'da, Roma'da, Yunan'da, Amerika'da yaşanan ve Saraybosna'da, Myanmar'da, Tayland'da, Filipinlerde, Filistin'de, Afrika'da, Hindistan'da, Çin'de hâlen süren soykırımlar, Hristiyanların, Yahudilerin, Budistlerin, Hinduların, Atesitlerin insanın kırım tarihine karşı çıkacak çözümleyici, eşsiz/tek teklife sahip olmadıklarını ısrarla kanıtlamaktadır. Terörle ilişkilendirmekte çokça çaba sarf ettikleri İslam ve ona tabi olan Müslümanlar, bu anlamda bu dört dinin mensupları ve ateistler tarafından kırıma uğramaktadırlar."
Kırıma uğratmak, yok etmek, öldürmek demekti:
"Müslümanların uğradığı kırım, ilk kırım nedenine bağlıdır. Kur'an'ın mahfuz önerilerine sahip olan Müslümanların fikirlerini kırmak için Müslümanları kırmak gerektiğini düşünen bir karşı dünya, her şeyden önce kendisine en iyi teklifi sunabilecek insanları yok ettiğinin farkında değildir.” diyordu ‘Toprak Yazarı’ ve nedenlerini açıklıyordu:
“'İnsan neden öldürmemelidir?' sorusuna Kur'an'ın verdiği kuşkusuz cevaplar şunlardır:
"Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir." (Kur'an'-ı Kerim, İsrâ, 33)
"Bundan dolayı İsrailoğullarına şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir." (Kur'an'-ı Kerim, Mâide, 32)
"Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (Kur'an'-ı Kerim, Nisâ, 93)
"Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele." (Kur'an'-ı Kerim, Âl-i İmrân, 21)
Yeni binyıl, üçüncü bin yıl, bize, fikrin yeniden kurulmasının ve buna bağlı olarak insan için tanımlanan iyiliği yeni kitaplarla, düşüncelerle ve sanatla idealar dünyasından gerçekler dünyasına indirmemizin sorumluluğunu yüklüyor.”
Bu muhteşem bir analizdi. Gerçek, karanlığa itilse de gizlenemiyordu. İnsanlığın şizofreniye dönüşen psiko-sosyal yapısı, katiller ordusuna dönüşen insanların sayısının gittikçe artmasıyla ölçülebiliyordu.
Öldürülen Müslümanların asker ya da paralı asker veya terörist kılığındaki erkek katilleri dışında, gelişmiş Batı’nın sokaklarında yürüyen herhangi bir kadının doğmamış bebeğini karnında iken öldürten bir katil olma olasılığı çok yüksekti, kürtajla binlerce bebek öldüren doktor da, doğmamış çocuklarını öldürmelerini yasallaştıran kanun yapıcılar da bu katliam ordusunun birer askeriydi.
İnsan aracılığıyla insanlığa karşı yapılan savaştı bu. Tüylerim ürperiyordu. Şeytan tarih boyunca bu kadar güçlü olmuş muydu, emin değildim, ama artık görüyordum; Şeytan’ın Krallığı’ydı dünya.
Uçaktan inip valizimi beklerken gelip geçen insanları izliyordum. Karınca sürüsü gibiydi gördüklerim. İşleri vardı hepsinin, hızlıca geçip gidiyorlardı zamandan, mekândan. Ve neredeyse hemen hepsi huzursuzdu. Gözlerinde, dudaklarında, ellerinde, bacaklarında bitmez tükenmez bir telaşla koşturuyorlardı.
Hiç bu kadar telaşlı olmamıştı insanlık, hiç bu kadar şizofren.
Şirketin gönderdiği araçla Beşiktaş’taki şirket merkezine gidiyordum biraz sonra. Araba gökdelenlerin arasından geçerken Firavunların, Nemrutların silüetleri dolaşıyordu parıldayan camlarda. Yıldız Sarayının çevresinde ilerlerken Roma imparatorlarının, Osmanlı padişahlarının görkemli hayatları, İngiliz ve Fransız kraliyet ailelerinin kibirli ve kirli saltanatları, Rus imparatorlarının acımasız hikayeleri üst üste yığılmıştı zihnimde.
İnsanlığın duygudurum bozukluğu yaşadığını düşünüyordum. İnsanlık; yaşayan bütün insanların büyük çoğunluğunu temsil eden kümeydi. Küme olarak duygudurum bozukluğu yaşıyordu, evet; kendisi dışındaki varlık kümelerine yönelik bir hastalık hâliydi bu.
Ve ayrıca insanlık kümesini oluşturan insanlar, kümelerinin özelliği haline gelecek kadar yoğun bir duygudurum bozukluğunun zirvesindeydiler; hemen hepsinin sinirleri çok gergindi, hallaç pamuğu gibi atılmış düşüncelerin baskısı altında duygularını tasnif edemiyorlar, sağlıklı bir işleyişle içlerinde yaşayamıyorlar ve diğer insanlara doğru bir şekilde taşıyamıyorlardı.
Birdenbire patlıyordu insanlar, etraflarında ne tür kıyametler kopardıklarını bile fark etmeden. Hep haklılarmış gibi, hep en doğrusunu kendileri düşünüyorlarmış gibi, hep en güçlü ve karşı konulamaz olan sadece kendileri imiş gibi. Yıkıp geçiyorlardı, birazdan süklüm püklüm kıvranacakları yeri akıllarına bile getirmeden.
Acınılacak haldeydi insanlık aslında. Böyle düşünüyordum, böyle gördüğüm için. Bu kadar çok ‘insanlık dışı’ olarak tanımlanan kötülüğün ‘insanlık içi’ olduğunu görünce başka nasıl düşünebilirdi ki insan?
Kim insanlara acıyacaktı? Yok saydıkları Tanrı mı? Yoksa inandığımızı söylediğimiz, ancak o yokmuş gibi düşünüp davrandığımız Allah mı?
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.
