Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
İnsan çok tuhaf bir varlıktı; yaratıldığından beri sürekli bir arayış içerisindeydi. Kısacık ömrünü hiç durmayan zihninde adım adım çürütüp duruyordu, ömrünün sonunda da elinde hiçbir şey kalmadığını görerek geçen yıllarına acımaktan başka bir şey düşünemiyordu. Hayıflanıyordu ahmakça.
Ancak içine doğduğu toplumların akıl dışı inançlarına karşı çıktığı da oluyordu. İşte ben onun bu çıkışlarını, ömrünü anlamlı kılan özel durumlardan biri olarak işaretliyordum; bu asla ahmaklık değildi, aksine ahmaklığa karşı ölüm riskini de göze alarak başkaldıran onurlu bir duruştu. Allah’ın insana bahşettiği ve akla bağlı kıldığı onur kendisini başka nasıl görünür kılabilirdi ki?
Ne var ki aynı akıl, onursuzluğu tercih eden insan iradesine karşı durmakta zorlanıyordu çoğu kez; baskın olan şeytanî kışkırtılar çoğunlukla insan zihnini sarıp sarmalıyordu. Oradan oraya savruluyordu aklına sağlam bir yol ararken.
“Antik Yunan'dan Miletus’lu Thales 'kendini bil'meyi' yol olarak seçmiş ve Colophon’lu Xenophanes döneminin tanrılarına inanmayı reddederek, kutluluğu evrene ve evrendeki şeylere yüklemeyi tercih etmişti. Her iki düşünür Tanrısal Güce ve bu gücü insanî hırsla üstlenen zorbalara başkaldırıcı itirazlar silsilesi ile düşüncelerini yirmi birinci yüz yıl hümanistlerine miras bırakmışlarsa da bilginin insanı merkez alan ilk yaklaşım ve onun tam tersine bir tezle evreni ve evrendeki diğer şeyleri merkez alan ikinci yaklaşım, insan ve evren arasındaki etkileşime aracı olan mistisizme mahkum olmaktan kurtulamamıştı.” diyordu ‘Toprak Yazarı’.
İnsan, neyi ‘Tanrı’nın yerine koyarsa koysun, hep yeniliyordu.
“Kendini bilmeyi en temel yol olarak ortaya koyan Thalesçi ilk yaklaşımda reddedilen Tanrısal Güç, benliğin içindeki/derinindeki döngüsel alanlarda hırsa bürünmüş insansı bir tanrısal güç üreterek tıkanmış, Xenophanesçi ikinci yaklaşım evrenin sınırlarına ve içeriğine dair yetersiz verilerle boşluğa düşerek belirsizliği, kaosu/kosmosu ihtiyaç duyduğu tanrısal güç olarak kabullenmek zorunda kalmıştır. Kuşkusuz her iki düşünürü bu arayışa/başkaldırıya iten etken yaşadıkları dönemde insanların maruz kaldıkları baskıcı, gücünü yönetici tanrılardan alan kralların ve tiranların insanı kırıma uğratıcı tutumları olmuştur.”
Çağımız insanının ‘bilimsel bakış’ dediği ‘akılcı bakış’ın yaşadığı kasırgalar için çok şey söylenebilirdi, ama insanı merkeze alan her türlü yaklaşım Tanrı’nın alanına müdahale anlamına geldiği için büyük kırılmalarla çıkmaza sürükleniyordu. Merkez insan olamazdı; Hümanizm’in temeli çürüktü. Çünkü insan, tek tanrı olan Allah’ı merkez almak üzere yaratılmıştı:
“İlk serbest düşünür olarak görülen Anaksagoras evreni anlamanın başka bir yolunun olduğunu düşünmüş ve bu günkü Hümanizmin en çekici özelliğini, bilimsel bakışı savunmuş, öğrencisi Perikles de demokrasinin oluşumunu, özgür düşünceyi etkilemiş ve palazlandırmıştır. Protagoras ve Demokritos da bilinmezciliği benimsemiş ve ruhani varoluşlarının doğaüstü bir varlıktan bağımsız olduğunu iddia etmiştir. Yirmi birinci yüzyıla taşınan hümanizma düşüncesinin kökleri, içerdiği itirazlar nedeniyle birleşik gibi görünmekte iseler de birleştiklerinde aslında çok ayrık, çelişkili ve irregüler bir yapıdadırlar ve bu nitelikleriyle Hümanizm insanlık için kesin çözümleyici bir teklife sahip görünmemektedir.”
Yeni bir oyuncaktı Hümanizm; insanın aklıyla bulduğunu iddia ettiği, insanın insanı öldürmesine engel olamayan, daha doğrusu insanı kötülükten uzaklaştıramayan bir oyuncak. Kendisini yaratan Allah’ın rehberliğini reddeden insanın kendisinin rehber olarak kabullenilmesini beklemesi tuhaftı gerçekten.
“Günümüz düşüncesinde Rönesans'a, İslamiyet’in Altın Çağı olarak adlandırılan Meşşâî Çağı'na ve Antik Yunan kalıntılarına dayandırılan hümanist düşünce Buddha ve Konfüçyüs’te de görülebilir. Fakat Hümanizm, insanlık tarihine en büyük soykırımlarını, ırkına bakmaksızın bütün insan kırımlarını armağan eden Batı felsefesiyle bağlaşıktır.
İnsan'a, Tanrısal Güce ya da o gücü kullandıklarını iddia edenlere karşı çıkarak kendisini ve bilimi önemseten Hümanizm, tarihin kayıtlarına bakarak elde edeceğimiz onurlu itirazları içeriyor gibi görünse de vaat ettiği toplam kurguyu gerçekleştirmekte yetersiz kalmıştır; belki de Hümanizm kurgusalcı modernizmle uzlaşmanın, dışavurumcu post-modern itirazları absorbe etmenin başka türüdür.”
Ne güzel anlatıyordu ‘Bekçi', akademisyenlerin kaçıp saklandıkları yerlerde sustuklarını, hiç çekincesiz tek tek sıralıyordu:
“Genel çerçevede Hümanizm, başkaldırısı ile post-modernizme değil, bilimsel yöntemleri tercihiyle kurgusalcı modernizme hizmet ederek, asıl itiraz ettiklerine, başkaldırdıklarına hizmet etmiştir. Bunun en iyi kanıtı, ürettiği sistemlerle insanın kırımına verdiği teknik destektir. Atomik, nükleer, kimyasal, biyolojik bütün bombalar hümanistlerin eseridir.”
Çünkü Hümanizm, Tanrı’yı değil insanı merkeze almaya odaklanmıştı, tıpkı Adem ve eşinin kendilerini merkeze alarak Allah’ın yasaklarını gözardı etmeleri gibi.
“Hümanizmin, başlangıcı bir yaratıcıya bağlamaması, bunun yerine kendiliğinden evrilmeye bırakması, çelişkilerinin ve tıkanıklığının tescilinden sonra esas başarısızlık nedeni olarak ortaya konabilir. Bilimsel yöntemlerin önyargılı a-teist bir haksızlıkla dizinlenmesi yanlış bir diyalektik zincir üreterek insanın kırımına aracı olmaktan kurtulamamıştır. Oysa aynı bilimsel yöntemler önyargısız, seçici ve çözümleyici bir vaat alanı sunabilir ve bu alanı reel düzlemlerde gururla resmedebilirlerdi.”
Krallara karşı çıkarak başka krallar için çalışmışlardı hümanistler:
“Dışarlak bir ön bilgiyi reddetmek, insanın hayatını iyiyi- kötüyü, güzeli-çirkini, doğruyu-yanlışı dilediği şekilde tanımlayan insanın hırslarına teslim etmek demekti. Tanrı'nın yerine kendilerini koyan kralların ya da sultanların ve onların saltanatlarına hizmet edenlerin tanımladığı bu türden kavramların karşısına, daha net, çözümleyici, çelişkisiz tanımlarla çıkabilmek mümkündü. Tarihte her bir topluluğa gönderilen elçilerin insanlara ilettikleri mesajlar kusursuz tanımlar içeriyorlardı; düşünürler, içleri boşaltılmış kavramların başlangıç değerleri ile yeniden yüklenmesine hizmet edebilselerdi, kendileri için ve insanlık için insan kırımına karşı duran kalıcı bir perspektif oluşturabilirlerdi.”
Öyle yapmadılar, yapmamaya devam ediyorlar; gerçeği görmemek ve göstermemek için başka taraflara bakmaya çalışarak kendi önemlerini korumak istiyorlar.
‘Toprak Yazarı’ geçmişi hiç kimseye ayrıcalık yapmadan ve belirli bir ölçekle dizgeliyordu:
“Meşşâilerin ve Sûfîlerin en son çözümleyici eşsiz ve tek ilahî teklif olan Kur'an'ı, Antik Yunanla ve Kabalistik Mistik Kültle perdelemiş olmaları, insan için gerekli olan iyiliği ve bununla ilgili kavramları insanlık gündeminden uzaklaştırmıştır. Rönesans'a ve reformlara muhtaç olan Batı, direncini bu bozunma üzerine kurmuştur. Teknik olarak, Allah'ı sorgulayan ve geçmiş insanlık kültürüne ait düşünme biçemleriyle onu tanımlamaya, bunu yaparken de Allah'ı ve onun gücünü sınırlamaya ve kendilerine taşımaya çalışan meşşâîler ve sûfîler, insanlığa, hakikatin kaynağını Kur'an dışında arayarak Antik Çağ hümanistlerinin ya da uzak doğu mistisizminin sunduğu karmaşayı tekrarlamaktan başka bir şey vermediler; insanın kırımına hizmet ettiler.”
Mistik hangi akım, inanç ya da felsefe hangi savaşı durdurabilmişti ki? Mistisizme dönüşmüş Yahudiliği, Hristiyanlığı ya da Kur’an’dan zorla uzaklaştırılan İslam’ı ayırmak mümkün değildi ki; aynı şeytanî zehir, mistisizm olarak aklını çeliyordu insanlığın.
‘Bekçi’nin sorgulamasına bırakmıştım zihnimdeki akışı:
“'İnsan neden öldürür?' sorusu doğru bir soru değildir; asıl soru 'İnsan neden öldürmemelidir?' sorusudur. Bu soruya verilecek cevap, şüphelerin insanî nedenlerini ortadan kaldırır ve eşsiz/tek çözümleyici bir sonuca ulaşmasını sağlar. Cevabı da insanı tüm özellikleriyle tanıyan ve onun tasarılarının ve nedenlerinin sınırlarını bilen Allah verebilir. Kur'an sadece bu nedenle de olsa, insanın kırımını engelleyebilecek tek bilgi kaynağıdır. İnsanlık geldiği vahşet çıkmazında başka çıkış bulmaktan âcizdir.
Adem'in çocukları arasındaki fikir kırımının insan kırımına dönüşme süreci yok etmek üzerine kuruludur (Kur'an'-ı Kerim, Mâide, 27-30). Bu süreç sonrasında kesintili olarak sürse de içerik olarak aynıdır. İnsan, ilâhi postulatların hilâfına, yok etmek istediği fikri, fikrin sahiplerini yok ederek, kırıma uğratarak sürdürmüştür. Çünkü; insanın kendisini merkez alarak üreteceği başka bir çözüm yoktur.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.
