10 Mayıs 2025 Cumartesi

SA11416/SD3481: Sıkıntı (Roman); 11. Bölüm-Çöl 15

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnsan, Allah’tan başka bir yerden gelen ışıkla aydınlanma imkânına sahip değildi oysa."


Mahir şahit olduğu şeyleri bir ömür boyu sorgulamıştı, saçma sapan hurafelerle dolu ‘Anadolu İslam’ı denen şeye isyan ettiği günü anlatmıştı. Çevresinde yaygın olan inançları dayattıklarında, ‘Ben sizin inandığınız Allah’a inanmıyorum, benim inandığım Allah bu değildir!’ dediğini söylemişti. Onun karşı çıktığı Allah inancı, Allah’ı insansı özelliklerle bezeyen ve insanlara anlatanların inancıydı.

Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve belki de hepsinin toplamı olan Sufizm’in tanımladığı ve uluhiyetten beşeriyete indirgediği Allah inancıydı Anadolu İslam’ında anlatılan. Akıllı insanın ruhu bu saçma yüke dayanamıyordu. Mahir’le aynı yerde iz düşürdüğümüz birçok şey gibi bu konuda da hemfikirdik. Belki bir çocuk İbrahim değildik, ama bir çocuğun çürümüş bir sisteme karşı isyanında ortaktık.

Dinsizlik her kılıkta yaygındı; daha da tehlikeli olanı ‘dindarlık’ kılığında, dokunulmaz, ancak günden güne çürüyen, yeni nesillerin hızla uzaklaşmayı seçtiği bir hayat sürüyordu Müslümanların arasında; tıpkı Yahudiler ve Hristiyanlar gibi, saptırılmış dindarlığın ürettiği cehennemi cennet sanıyorlardı.

‘Çöl Yazarı’, ilahiyatçıların, Diyaanet İşleri’nin, müftülerin ve cami imamlarının çok fazla dikkat etmediği, belki de kasıtlı olarak görmezden geldiği bu durumdaki tehditleri içten hissettiğini yansıtıyordu notlarında:

“Bir akıntı sürüklüyor insanları; bir başıboşluk gürlüyor dünyanın gecelerinde ve gündüzlerinde. Bir yorgunluk parıldıyor ruhlarında insanların, kıvranıyor insanlık; bunlar, hepsi bir arada bir nekâhet döneminin sancıları gibi.” diyordu yorgun, bıkkın, şiirsel cümlelerinin arasından büyüyen isyanını yansıtırken. “Açıklıyor bilim adamları; insanların büyük çoğunluğu dinlere inanmıyor, insanlar dinlerin emir ve yasaklarını umursamıyor, insanlar dinsizliğin, agnostik ya da deistik bir akıntının kollarında.”

Ve soruyordu içi acıyarak:

“Kim yaptı bunu? İnsanlar neden dinsizleşmeyi seçiyor? Din, kime ne yaptı da bu kadar çok itti, kaçırdı insanları? Bu çağ, kendini yakan, geleceğini çöle çeviren bir tufan gibi, dini de yaktı, geçti. Din insanlara iyilik dışında bir şey yapmaz; din insanların kötülük yapmasını engellemek için var. Bu çağ, kötülüğün sınırlarının kalktığı bir çağ; din adına yapılan şeylere mahkûm olan insanlığın geçmişinde bu kadar vahşi olmadı hiçbir şey. Kaçılması gereken çağın ta kendisi; din değil.”

Dokunuyordu insanlığın yaralarına; belki bir divan şairi değildi, belki bir Sufizm bülbülü, belki bir İslamcı teorisyen de değildi, iyi ki değildi, ama yakıyordu sözleri:

“Varlığından rahatsız olunan din midir, dini kendi ihtiraslarının kamçısı yapan insan mıdır? Din, insan yoksa, sınırlayacağı bir varlık yoksa, anlamsızdır, anlamını insanla taşır. İnsan, Din’i yakmış ve kavurmuştur yaratıldığından beri. Bu çağ, her dinin içine sokulmuş iblislerin din adına yürüttükleri riyakarlığın farkına varanların çoğaldığı çağ. Her şeyin her an ulaşılabilir bir yığın olarak bilgi diye tanımlandığı bu çağda dine düşman olunmaz, dinden kaçılmaz. İnsanı çağın yok edici şiddetinden koruyacak olan dindir çünkü.”

En yakıcı sorusu büyüyordu ‘Bekçi’nin: 

“Ama hangi din?”

Sonra sorusuna cevap bulmak için ince bir neşter uzatıyordu tarihe:

“On sekizinci yüzyılda üzerinde uzlaşılmış bir şeylerin ortadan kalktığını ilan ediyor, çürümüş ve kokmuş ilkesizliğin, ‘özgürlük’ adı altında yürütülmüş maddî ve manevî sömürülerin dağ dağ çökerttiği harabelerin diplerinde dizleri üstüne çökmüş Avrupalılar; erkeği erkekle, kadını kadınla evlendiren Avrupalı, Amerikalı liberaller.”

Ardıl sorular ve cevaplar aklın ayak izlerinde acımasız bir şekilde sökülüp geliyordu:

“On sekizinci yüzyılda kimler, kimlerle uzlaştı? Şeytan’la uzlaştılar insanlar. 1789’da Fransa’da insanlığa ve tüm dinlere ve Tanrı’ya meydan okudular. Kendilerince Tanrı’yı öldürdüler ve yeni bir Tanrı seçtiler; Şeytan. Dünyanın bütün ülkelerini, bütün değerlerini, bütün dinlerini yavaş yavaş yok ettiler. Dinlerin içine sızdılar ve bütün kötülükleri din maskesiyle inşâ ettiler; Şeytan’ın dinini ikâme ettiler; insanları birbirlerine benzeterek birbirlerinden nefret ettirdiler ve suçu dinlere yüklediler.

İnsanı her çağın yok edici şiddetinden koruyacak olan dindi çünkü; Allah’ın her peygambere indirdiği aynı dindi; Şeytan’ın köleleştirdiği insanların her seferinde azgın, vahşi bir şekilde saldırdıkları peygamberlerin getirdiği din aynı dindi; İslâm’dı. Her seferinde dini bozdular, her seferinde yeni bir peygamber geldi; onu öldürmeye çalıştılar,  bazen öldürdüler. Öldüremedikleri, getirdiği dini tahrif edemedikleri, Tanrısını öldüremedikleri tek peygamber vardı; Muhammed. Onu da tasavvufun kollarında tanrılaştırmaya çalıştılar; tasavvufun sırtında riyakâr bir dille ölüme doğru sürüklediler; insanların uzağına ittiler.”

Çözüm her zamanki gibi yine insanlığın hafızasında saklı duruyordu, ‘Çöl Yazarı’ o çözümü sunuyordu insanın aklına:

“Yeni bir uzlaşma istiyor insanlar; yeni bir çağ, yeni bir umut. Bu dinsiz ya da agnostik bir devinimle aşılamayacak olan bir bunalım. Umut; öldürülmüş tanrıların elinden kurtulmuş, zavallı bir tanrının diriltilmeye çalışıldığı deistik bir çıkış da değil. İnsanların ve çağın bir tek umudu var; Kur’an’ın anlattığı Allah. İnsanın asla uzağa itemeyeceği ve kaçamayacağı tek Tanrı!”

Çöldeki karanlığın başka bir çıkışı yoktu:

“Aydınlandığını iddia edenlerin kaçıp saklanacakları gün gelinceye dek her insanın iradesine diş geçireceği bir savaş çağrısına kulak vermeleri gerek. Şeytan’a karşı savaş. Çağın başka bir kurtuluşu yok.”

Kaç kişi farkındaydı ki yeryüzünü saran, ‘Şeytan’ın Büyük Zaferi’nin?

İnsanlar, üniversiteleri yüksek öğrenim görülen yer olarak kabul ediyorlar ve akademisyenlerden kendilerine önderlik etmesini istiyorlardı; ancak Şeytan’ın oralarda pekiştirdiği güçlerinden ve sindirdiği saf akıllardan haberleri yoktu. 

‘Çöl Yazarı’ isyanını somutlaştırıyordu ve soruyordu:

“Üniversiteler ne iş yaparlar? Karmaşadan, akılsızlıktan, ahlaksızlıktan, kuralsızlıktan, kötülüklerden ve karanlığın her türlü saldırılarından yorgun zihinlerin isyan ettiği an sordukları soru bu olmalıdır; belki budur, belki değil, kesinlikle budur. Sahiden üniversiteler ne iş yaparlar? Aydınlığın kanatlarını mı takarlar insanlara?”

İnsan, Allah’tan başka bir yerden gelen ışıkla aydınlanma imkânına sahip değildi oysa.

“Hepimiz aydınlanmış yüzyılın çocuklarıyız; bu, geçmiş milyonlarca yıllık insanlık tarihinde ulaştığımız en aydınlık zirve; ancak bir o kadardan daha fazla karanlık, belki aydınlıkla karanlığın iç içe geçtiği benzersiz bir zaman bu zaman!’ diyordu. “‘Aydınlanmış yüzyıl’ doğru bir tanımlama; çünkü son elçi gönderilmiş, son felsefi çıkarımlar denenmiş, ilk andan bugüne insanları büyüleyen, çekip kendi ruhuna yakınlaştıran bütün felsefî akımlar iflas etmiş ve insanın bütün sırları arsız bir şekilde herkesin gözleri önünde, cinsel organlarının çizdiği rotada paçavraya dönüştürülmüş durumda ve bu bin bir lanet okunacak aşağılık bir aydınlanma.” 


<<Önceki                      Sonraki>>


[07.05.2025, 11/31 (881))]


Seçkin Deniz, 10.05.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı