Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Her şeyin en iyisini, NATO’nun köle yetiştiren çarklarında yetişmiş olan hiçbir şey bilmeyen ebeveynler biliyorsa, hangi kıstasın ne önemi vardı? Çağdaş eğitim modellerinin tümü, sosyal ve bireysel anlamda özür katsayıları yüksek kategorizesyenler tarafından üretilmişti. Acı gerçek buydu. Sonuçlar da özürlü olacaktı.
Sistemin bütün bozuk yönlerini korumak için bütün güçlerini kullananlarla mücadele etmek zorunda kalan Erdoğan’ın bunu değiştirecek gücü ya da kadrosu yoktu; ama o gözünü ileriye dikmişti. Kadrosu yoksa yoluna uygun kadrolar oluşturuyor ve yürüyüşünü sürdürüyordu. Bu uğurda ne kadar çok hain eksilttiğini herkes görüyordu.
Mahir’le MHP’yi, BBP’yi de konuşmuştuk. CHP’nin tarihteki derin etkisinin bütün partilerde bıraktığı izlerin ne kadar kirli, sinsî ve masonik olduğunu da.
Ne yazık ki hiçbir siyasî hareket kalıcı kadrolar oluşturmadan varlığını sürdürebilecek imkânlara sahip değildi. Günü sırtlanmak temel felsefî sorgulamaların yapıldığı anlamına gelmiyordu. Türkiye, çölleşen Batı’dan çok daha önce çölleşmişti. Ve çölde çiçek yetişmiyordu.
Allah’ın gönderdiği elçilere ve kitaplara rağmen bu çölleşme nasıl mümkün olmuştu, son elçinin getirdiği son kitap da insanlığa rehberlik etmek için sapasağlam durduğu halde, bu çöle nasıl düşmüştük?
“İnsan ruhunun hiç durmaksızın kanayan yaralarına dokunmak gerek sık sık; asla arada sırada değil. Sanatın, felsefenin, bilimin, teknolojinin ve şeytanî aydınlanmanın zirvesinde durmaksızın acı çeken insanlık, şimdi de savaşlarla, katliamlarla, tecavüzlerle ve soykırımlarla dolu bir özgeçmişin hakkını veriyor. En çok biz Müslümanlar, aydınlanmış, güçlü ve acımasız Batı’nın ürettiği vahşetin kurbanları oluyoruz!” diyordu ‘Çöl Yazarı’ ve soruyordu:
“Bu bir intikam mı? İntikamsa neyin intikamı?”
Kendi sorusunu cevaplıyordu sonra:
“Tarih bize hiçbir dönemde, herhangi bir Müslüman devletin Müslüman olmayanlara yönelik, modern vahşet politikalarının yükseldiği bu benzersiz yerde olduğu gibi, bugün Müslüman olanlara yönelik vahşete benzer bir acı bıraktığına dair izler göstermiyor. Oysa, Avrupa ve ABD’nin, Çin’in, Rusya’nın Müslümanlara yönelik katliamları bir yana, Siyonist bir hahamın, Gazze’deki bebeklerin bile öldürülmesini isterken aşağılık dilinden fırlayan duyguların toplamı açık bir intikamı gösteriyor. Peki, bu neyin intikamı?”
‘Bekçi’ çok derinden dokunuyordu tarihe ve olan biten her şeye:
“Evet; bu bir intikam, ama neyin intikamı? Olmayan bir şeyin intikamı alınamaz. Bu insanlığa karşı bitmez, tükenmez, şeytanî bir kinin bir yansıması ve tarihleri bembeyaz olmasa da herhangi bir soykırıma, vahşete müsaade etmeyen en masum dinî topluluklardan biri olan Müslümanların masumiyetinden alınan intikam; insanın masumiyetinden, tam olarak da insandan alınan intikam!”
İnsandan ve masumiyetten intikam alacak bir tek yaratık vardı; o da Şeytan’dı. Bunu insanlık unutsa da aklını kullananlar farkındaydı:
“Haklı veya haksız herhangi bir intikamın iki tarafı vardır her zaman; intikam alan ve intikam alınan. İntikam alan intikam alınandan daha güçlü olmadığı sürece herhangi bir intikam mümkün olamaz. O halde herhangi bir intikamdan her iki taraf da sorumludur. İntikam alan intikam almaktan dolayı, intikam alınan da intikam alınacak kadar güçsüz kalmaktan dolayı alınan intikamdan, intikamı mümkün kılmaktan sorumludur.”
‘Çöl Yazarı’, bütüncül bir bakışla yorumluyordu gerçeğin arka planını:
“Artık bu kuşkusuz bir gerçek; Hristiyanların İsa’nın ödediği bedelle satanist peygamber katillerinden kurtulamadıklarını gördük. İsa’dan sonra binlerce kez birbirlerini yok etmek için savaştılar. Onları kışkırtanlar ve finanse edenler hep aynıydı; satanistler. Magna Carta öncesi ve sonrası ya da geriye doğru Roma’nın yıkılışı, Katolik-Ortodoks ve sonra diğer mezheplerin ortaya çıkışı da kendiliğinden olmadı. Amerika kıtasının keşfi, Fransa’da krallığın yıkılışı, sonra sırasıyla önce Avrupa ve sonra Asya’daki imparatorlukların, soykırım düzeyinde yapılan savaşların sonucu olarak yok oluşu da.”
İnsan’a, Şeytan’a karşı savaşta rehberlik eden bütün dinlere ve İslam’a bakıyordu:
“Taoizm, Hinduizm ve Budizm’den sonra, intikam alınacak olan din İslam’dı; çünkü en güçlüsü, en genci ve en bozulmamış olan oydu; düşmana karşı savaş atları hazırlamayı emreden bir dindi. Elbette doğuşundan itibaren saf bırakılmadı bu genç din; Müslümanlar birbirlerine düşürüldüler, ortaya kalıcı kin üreten mezhepler çıkarıldı.”
İslam’sız Müslümanlar, Kur’an’sız Müminler çölleşmenin asıl sorumlularıydı, ‘Bekçi’ye göre:
“Ölülerden veya kayıp imamlardan devşirilen dinî güce tapınan Şia, diğer bütün Müslümanları sapkın görecek kadar şeytanî idi; kurucuları satanistlerdi. Sünnilik adı altında diğer bir ana akım mezhep uyduruldu, sünnete ve Kur’an’a aykırı ve düşman apayrı bir din olduğu halde, yine ölülerden medet uman putperest-pagan Sufizm Sünniliğin temeli sayıldı. Akıl düşmanlaştırıldı.
Sufizm tarikatlarının karanlık dergahlarında, Mevleviler, Halvetiler, Kadiriler, Nakşiler, Bektaşiler, Melamiler entrikalar kurdular, padişah devirdiler, - çoğunlukla onları öldürdüler-, umut vaat eden şehzadeleri zehirlediler ve medreseleri akıldan bilimden kopararak çöplüğe çevirdiler, dergâhları birer imparator terbiyecisi yaptılar. Bir açıdan altı yüzyıl, diğer açıdan yedi yüzyıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nu bilimsel araştırmalardan bin bir desise ile kopardılar.
Böylece idarecilerinin güttüğü yolda akıldan yoksun kalan Müslümanlar, insanlığın en masum unsurları olarak, insanlıktan şeytanî intikamın alınmasına vesile olacak kadar zayıf düşürüldüler, aşağılandılar ve düşmanla savaşacak atlar yetiştiremediler.”
At bir semboldü; her çağın gerektirdiği savaş araçlarını üretmeyi ve kullanmayı başaramamıştık. Enfâl Suresi 55-61. ayetleri insanlık tarihinde değişmeyen bu gerçeği apaçık anlatıyorlardı:
“Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, kafirlerdir (gerçeği örtenlerdir). Artık onlar iman etmezler. Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç çekinmeden bozan kimselerdir. Eğer onları savaşta yakalarsan, onları dağıt ki arkalarındakiler ibret alsınlar. Eğer bir kavmin ihanet etmesinden korkarsan sen de onlara aynı şekilde davran! Muhakkak ki Allah hainleri sevmez. Kafirler kaçabileceklerini sanmasınlar. Şüphesiz onlar âciz bırakamazlar. Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
“Dünya’ya hükmeden bir devlet, nasıl savaşlar kazandığı silahları, topları geliştiremez hale getirildi?” diye soruyordu ‘Bekçi’ ve cevap arıyordu:
“Bu sorunun başka bir cevabı yok; tarih açık kanıtlarla doludur. Batılılaşmayı, özgürlüğü tartıştılar dergahlar, bütün medreseleri yok ettikten sonra. Osmanlı’yı asla hazır olmadığı bir savaşa soktular ve yıktılar. Yerine bir cumhuriyet kuruldu; Batılılaşmayı imanlarının esası kabul edenlerce. Yüz yıl daha geçti ve yine düşmana karşı atlar yetiştiren nesiller ortaya çıkmadı.
Bu kez başka bir kılıkta tamamen sinsi bir şekilde çalıştılar. Atom bombası ve nükleer bomba yaptılar, insanlıktan intikam almaya devam ettiler.
Uçmayı başaran ilk insanın yaşadığı toprakları, düşman uçaklarının bombaladığı ülkeler haline getirenler, tarihin ilk modern uzay üssünü toplarla yerle bir ettirenler hep aynı karanlık odaklardı; önce içeriden sonra dışarıdan saldırdılar. İslam’a olan kinleri Müslümanları yok edecek kadar büyüktü. Dört yüzyıl boyunca Müslümanları öldürdüler, halen öldürüyorlar.
Evet; bu bir intikamdı insanlıktan alınan. Gazze’de insanlık soykırıma uğruyor ve dergahlar susuyor, yeryüzünü kaplayan karanlık, şeytanın zaferlerini ilan ediyor her yere. İnsanlık acıyor, insanlık derinden acıyor ve artık Müslümanların uğradığı soykırıma her dinden ‘insan’ acı duyarak bakıyor… Ama dergahlar sessiz; çünkü intikam alırken büyük bir mutluluk duyuyorlar ataları olan ya da başka ırklardan, dinlerden görünen diğer satanistler gibi.
Şimdi belki biraz Bayraktar TB2, ilk uçuş hazırlıkları yapılan Akıncı, belki biraz sonra beşinci ve altıncı nesil savaş uçağı, ama asla atom bombası olmadan elde edilemeyecek olan güç; düşmanın atlarına karşı atlar olmadan asla. Masum Müslümanlardan alınan şeytanın intikamını başka türlü durdurmak mümkün değil.
Müslümanlar, aklı düşmanlaştıran dergahlardan bu intikamın hesabını sormak zorundalar; her Müslüman dergahların karanlığını yok etmekle mükelleftir.” diyor ve soruyordu: “Yoksa hâlâ şüpheniz mi var?”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.