12 Kasım 2023 Pazar

SA10439/SD2919: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 20

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Sınırsız bir özgürlük alanı açılıyordu ruhum ve ruhuma bağlı bedenim için; evrenin yaratıcısına, beni her ân gören ve bana şah damarımdan daha yakın olan Allah’a dua ederek, bütün içtenliğimle ibadet ederken."

Keşke bütün tapınaklarda, ibadethanelerde, felsefe, ilahiyat, edebiyat ve siyaset fakültelerinde çıkıp konuşsaydı ‘Ova Yazarı’; tahrif edilerek yerinden edilmiş kelimeleri ve seçilmiş kelimelerin yerleştirildiği yerleri özenle tespit ediyor ve ilgilendiği her şeyi yerli yerine oturtuyordu.

“İblis kaybedilmiş bir savaşın diyetini almaya çalışan bir mahkûmdur bu kavgada; kullanabileceği tek özgürlük dilediğini kışkırtma ve ayartma özgürlüğüdür. Bu da eğer insan kendisinden, kendisinin büyülerinden Allah’a sığınmamışsa kullanabileceği bir özgürlüktür.

İblis’in insana vaat edeceği her şey, ona vereceği özgürlük temalı her tasma, insanın iblis olmadan da tek başına elde edebileceği bir şeydir. Diğerini etkileme gücü sınırlı olan iki mahkûmdan herhangi birinin koordinatları belirlenmiş bir alemde özgürlük şarkıları söylemeleri, kendilerini kandırmalarından ve bu kanma aşamalarında uzun süreli kalma hayâllerinden başka bir şey değildir.

‘İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur” derler. İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” der İbrahim Suresi’nin 21-22. ayetleri.

Hâkim olan, kendisi ile var olan, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, mahkûm olmayan Allah’tır ve elbette ondan başka özgürlük tanımlayıcısı ve âmiri olamaz. Çünkü; o ödüllendirebilen ve cezalandırabilen tek sınırlayıcıdır.”

Bunları hangi vâiz ya da akademisyen yetki alanlarında tartışma cesaretine sahipti ki? İnsan zihninin sıkıştırıldığı cenderenin adı ‘öğrenilmiş çaresizlik’ti. Bir laboratuvar faresine dönüştürülmüştü vâizler ve akademisyenler; ansızın başlayacak olan kaynağı belirsiz satanist bir cadı avı sonucu işsiz ve itibarsız kalabilirlerdi.

“İnsan, kendisine izin verilen ya da yasaklanan sınırları bilme hakkına sahiptir. Allah, insana bu bilgiyi Kur’an’la vermiştir. İnsanın kullanabileceği yegâne meşru özgürlük, zamanın ve mekânın sınırlayıcılığına bağlı olan ve diğer yaratılmışların haklarını ve özgürlüklerini de sınırlayan, mahkûm olan özgürlüktür.

İnsan ne yaparsa yapsın, asla değiştiremeyeceği ilâhî kanunlarla çerçevelenmiştir. İhlal ettiği sınırların bedelini hem yaşarken hem de öldükten sonra, yine o kanunlara uygun bir şekilde, cezalandırılarak ödeyecektir.

Tarih bunun başka türlü mümkün olmadığını gösteren sayısız örneklerle doludur. İnsan, özgürlükleriyle ilgili değiştirilebilir sınırları değiştirirken, gayr-i meşru özgürlüğü mümkün kılmak istediği her devirde, birlikte değiştirdiğini fark etmediği diğer sınırların gazabı ile yok olmuştur.”

 Diyor ve Kur’an’dan kanıtlar seriyordu anlatısının göklerine:

“Fâtır Suresi’nin 5-8. ayetleri gerçek hâkimi işaret eder: “Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın. Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır. İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme! Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.”

Kur’an ayetleri zihnimi durularken anonslar yankılanıyordu uçakta. Kemerlerimizi bağladık; inişe geçiyorduk İstanbul Havaalanı’na doğru. 31 Temmuz 2019’du tarih; çarşamba gününün on altıncı saatinin içindeydik. Öğle namazını henüz kılmamıştım, indikten sonra Adana uçağını beklerken havaalanında kılmayı planlıyordum ve zaman benden yanaydı, ikindiden önce namazımı kılabilecektim.

Namaz bir kaçış rampasıydı zihnim için; bir dinlenme ve yenilenme aralığı ya da bir reset düğmesi. Allah’a yönelen bir zihnin nasıl arındığını çok iyi biliyordum… Sınırsız bir özgürlük alanı açılıyordu ruhum ve ruhuma bağlı bedenim için; evrenin yaratıcısına, beni her ân gören ve bana şah damarımdan daha yakın olan Allah’a dua ederek, bütün içtenliğimle ibadet ederken.

Mahir’in şaşırdığı bir şeydi bu. “Zihnin nasıl bu kadar pırıltılı ve işlek bir şekilde çalışıyor, anlamıyorum!” demişti bir gün. “Namaz kılarsan anlarsın!” demiştim. “Zihnin insanların ve şeytanın yüklediği kirlerden arınıyor, pırıl pırıl işlemeye başlıyor her seferinde. Düşünsene günde en az beş kez arınan bir zihnin arızalanması mümkün mü?”

“Bir de suyla arınıyor bedenin!” demişti Mahir düşünceli düşünceli. “Bedenin de arınıyor!”

Namaz Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden biriydi, ama hangi çocuk namazı bu şekilde öğreniyordu ki? Bir türlü bitmeyecek olan zorunlu bir ibadetti her Müslümana göre. ‘Zorunlu’ şeytanın çok sevdiği bir tanımdı ve tam olarak oradan kışkırtıyordu insanın nefsini. İD’nin ‘Bıkmıyor musun?’ diye sorduğu yerden.

İnsan arınmaktan nasıl bıkabilirdi ki?

Uçak inmişti ve biz havaalanına girmiş, valizlerimiz için bekliyorduk. İD solumda Cevval sağımdaydı. Cevval’in gözlerinde dalgalı bir karanlık vardı.

‘Mühendis!’ dedi neşelenmeye çalışarak. ‘Beni ve şirketimi büyük bir çöküşten kurtardın, tekrar teşekkür ediyorum sana!’

‘Gel Adana’da kebapla kutlayalım bunu!’ dedim Cevval’e, gelmemek için nasıl kıvrandığını görmek için. ‘Hesapları sen ödersin, kuru kuruya teşekkür olmaz!’

‘Adana’da hesap ödememem ben!’ dedi gerçekten neşelenerek. ‘Orası senin ülken. Ankara’da balık yeriz ama, gelirsen!’

Ankara’yı sevmediğimi biliyordu Cevval, ben de onun Adana sıcağından nefret ettiğini biliyordum.

İkimizde oynadığım küçük oyunun farkındaydık. Ben ona teşekkürün gereksiz olduğunu söylüyordum böylece. O da bana gerçekten samimi olduğunu söylüyordu.

İD şaşkın şaşkın ikimize bakıyordu, ‘Adana bir ülke mi ya?’ dedi heyecanla. ‘Ben il sanıyordum!’

Cevval’le ben küçük kahkahalarla gülüyorduk.

‘Sen balık yemezsin, sıcağı da sevmezsin!’ dedim İD’ye biraz da takılan bir sesle. ‘Doğal olarak Ankara ve Adana senin için uzak gezegenler olabilir ancak!’

‘Hiç de bile!’ dedi hafifçe bağırarak İD. ‘Ben istediğim her yere giderim!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[06.11.2023, (6/41 (566))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 12.11.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı