9 Aralık 2023 Cumartesi

SA10479/SD2946: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 27

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Aşk kızıl bir cehennem gibi her yeni doğan insanoğlunu içine çekiyor ve onu yerden yere vurup enkaza dönüştürerek hayatın içine atıyordu. Geride ne yaratılış amacımız olan Allah ve ona ibadet kalıyordu ne sevgi ne de merhamet."

Valizi görevliye verdikten sonra uçağa geçiş için son bekleme salonuna girmiştim. Yürüyen dakikaların zihnime sükûnet vereceğini umuyordum, ancak henüz uçmaya başlamadığımızdan olsa gerek yaşadığım bu sıkıntının adını koymaya çalışıyordu zihnimin derinliklerinde devinen şeyler.

İnsanın dünyadaki sıkıntılarının ne kadar çok sığ ve kolaylıkla dönüştürülebilir olduğunu gördüğümden beri birçok kavrama ve kalıplaşmış bakış açısına şüphe ile bakmaya başlamıştım. Adem’le eşi ne kadar çabuk kapılmışlardı sonsuz hayat beklentisine. Şaşırtıcıydı ölümlü olmayı sıkıntılı bulmaları ve açıkça düşmanları olduğunu bildikleri halde Şeytan’a inanmaya ne kadar hazırlardı.

Sıkıntılarımızı Şeytan’la birlikte insanın bizzat kendisi üretiyordu; buna artık emindim. Aşk da öyle bir sıkıntı ve hastalıktı. Bütün insanlarda aynı şekilde başlamadığı ve bitmediği halde bu hastalığın bulaştığı herkes aynı acıları çekiyordu.

Hedonist ve Mazoşist bir derinliği vardı aşk acısının; bu acıya ‘ilahî aşk’ gibi ruhsal ekler uydurmak da insanın süsleme sanatına duyduğu ilgiden kaynaklanıyordu. İnsan süslüyordu acısını ve bu acıdan aldığı hazzı ve propaganda yapıyordu sonra. Yadırganmamak için hastalığını herkese bulaştırmaya kalkıyordu.

‘Demek ki hastalık ve belirtileri aynı?’ demiştim Mahir’e, onun romantizme boğulmuş ruhuna biraz iyilik eli değdirmek için.

O da farkındaydı ki, ‘Sana göre hastalık, ne malum, belki sağlık?’ diye cevap vermişti.

Ama ben ısrar etmiştim, ‘Hep aynı semptomlar, aynı sonuçlar!’ demiştim. ‘Niye acı çekiyorlar madem sağlık ise bu?’

Mahir’in verdiği cevap daha başka açıklamaya gerek duyurmuyordu.

‘Aşk acısı, doğal bir şey... çok güzel ayrıca, çok özel...’ demişti Mahir derin derin susarak ve gözlerindeki o uçuk-kaçık melankoliyi ayan beyan göstererek.

‘O zaman ağlamak yasak!’ demiştim biraz da kızdırmak için; kendi düşen ağlamamalıydı. Ama o hem isteyerek düşüyor hem de isteyerek ağlıyordu.

Ben ne kadar gerçeğe döndürmeye çalışsam da onu, Mahmure’nin ölümü ağır bir darbe vurmuştu duygularına; darmadağınıktı.

‘Bilmiyorum!’ demişti. ‘O geçen günlere, yapılıp edilenlere, yapıl(a)mayıp edil(e)meyenlere içlenmek- belki ağlamak- kötü mü, olana, ol(a)mayana, olmaması gerekene... bunlar, geride kalan(lar)... acı çekmekten, ağlamaktan çok, acıtmak ve ağlatmak, acıtmış ve ağlatmış olduğunu düşünmek bazen, beklenmemesi gerektiği halde bekletmek, belki beklemek, beklemenin hakkını vererek beklendiğini bilmek, bırakmak ve bırakmanın faili olmak, bırakılmak... kavuşmak belki sonradan... elbet detay bütün bunlar... ama bir sevgiyi hissetmekten çok bilmek, iliklerine kadar bilmek, onca sevememek belki, sevmeye çalışmak, hatta sevmek, evet sevmek ama onca sevgiyi bilerek sevmeye çalışmak... ağlamanın, belki, hatta kesin üstesinden gelinebiliyor ama ağlatmış olmanın üstesi yok Azizim!’

Böyle ağlıyordu Mahir; derinden ve içli içli ağlıyordu. Ona niye orada olduğunu sormuştum defalarca. Mahir’in kadınları niye vardı? Susuyordu her seferinde, ‘haklısın’ diyerek; ama biliyordum içine işlenmiş bir sıkıntıydı bu ta çocukluktan beri gelen, öğrenilmiş bir insanlık hastalığı. Aşk’tı ulaşılmayan; çocukken koruduğu kolladığı ve kaybettiği kızdı.

‘Sevgi sence nedir, bilmiyorum!’ demişti bana kızdığını belli ederek, hatta sevgisizlikle suçlayacak kadar kızmıştı. ‘Kolay öğrenilmiyor, çünkü bunun bilgisi yok. İnsan ancak sevildiğini bildiği an yani sevilmeyi öğrendiği- altını çiziyorum sevilmeyi öğrendiği an- sevgiyi öğreniyor. Sadece öğreniyor, ama hâlâ bilmiyor, çünkü sevgi severek ve sevilerek biliniyor… sevdiği zaman insan, işte o zaman sevgiyi biliyor... sevilerek öğreniyor, severek biliyor... kolay şey değil... yani bir alışverişten söz etmiyorum... seviliyor ve seviyorsun gibi anlaşılmayı istemem... bu daha başka bir şey... birinin sevgisini görünce, görünce, daha daha görünce... demek sevgi bu diyorsun... öğreniyorsun yani... biri sana sevgiyi öğretiyor, al işte, böyle sevilir, der gibi... sevilerek öğreniyor insan sevgiyi... sonra bu öğrenme değiştiriyor insanı, düşünüyor insan, sevmeyi öğreniyor çünkü.. öğrene öğrene sevmek geliyor ardı sıra... salt sevilmiş olmak değil, sevmeyi öğrenmek böyle bir şey... elbet sonradan sevebilmiş, sevmiş olmak o da başka bir şey…’

Benim ‘şeytanî bir hastalık’ olarak nitelendirdiğim duyguyu o aşkın olan tarafından bakarak ‘sevgi’ iskelesine çekiyordu farkında olmadan; sevmek ve sevilmek iç güdüsüydü her şeyin temeli. Benzeşen sevme biçimlerinden biraz daha başka sevme biçimiydi aşkın olan; alışıldık olmayan özelliklere sahip sevme biçimleri daha cazip ve bilinemeyen geliyordu insana. Aşk’ı tarif edemeyenler sevmek ve sevilmekle izaha mecburlardı duygularını. Çünkü Allah sevgi ve merhameti yaratmıştı, başka kavramlarla izah edilemez duygular genetiğimize böyle işlenmişti.

‘Ya, sen sarma sevdiğin için sana gün boyu sarma yapan nasıl seviyor?’ diye sormuştum Mahir’e, onu mecbur kalarak sığındığı ‘sevgi’nin kavramsal dizgelerinde sıkıştırarak.

‘İyi seviyor, güzel seviyor!’ demişti duygusal olarak kasıldığı yerde birdenbire şaşırarak. ‘Bir de o var yani!’

Hemen kendi sevgi tanımımın içeriğini anlayacağı yerden sorumu yapıştırmıştım:

‘Sağlıklı yani, bu?’

O da her zamanki doğruya doğru deme alışkanlığıyla çaresiz bir şekilde, ‘Yani bu haliyle sağlıklı tabi...’ demişti.

Mahir’in romantizme boğulmuş düşüncelerine biraz matematik iliştirerek konuyu kapatmıştım, ‘Teorem ispat süreci bitmiştir!’ demiştim, ‘aşkın şeytanî bir hastalık olduğu’ şeklindeki teorimi kanıtladığımı söyleyerek.

O da samimiyetle gülmüş ve cevap vermişti: ‘Şimdilik!’

Ben durmamıştım tabi, ‘İnsanlık tarihi boyunca geçerli olacak!’ demiştim.

Kavramlar yerli yerine oturmadan insanlara neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatamazdık. Bu çabamızın ne kadar işe yarayacağını bilmiyordum, ancak eğer anlatırsak, anlamak isteyenlerin anlattıklarımıza ulaşma imkanları olacaktı, bizden öncekiler bize anlatmadıkları için yaşadığımız bu karmaşık duyguları anlamıyor ve anlatamıyorduk.

Aşk kızıl bir cehennem gibi her yeni doğan insanoğlunu içine çekiyor ve onu yerden yere vurup enkaza dönüştürerek hayatın içine atıyordu. Geride ne yaratılış amacımız olan Allah ve ona ibadet kalıyordu ne sevgi ne de merhamet.

<< Önceki                      Sonraki>>


[07.12.2023, (6/55 (580))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 09.12.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı