Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Aslında onların ilgilendiği şeyler Başbakan'ın mezun olduğu okul değildi; Türkiye ellerinden kurtuluyordu. Hukuk dışı ve rant amaçlı ilişkilerin, insanları nasıl etkilediğini ve nasıl tepkiselliğe sürüklediğini çok iyi biliyordu bu toprakların acılarla dolu insanları."
Ne var ki TBB Başkanı, Başbakan Erdoğan’ın mezun olduğu üniversiteyi değil, mezun olduğu liseyi hazmedemiyordu; Türkiye’yi ekonomik, sosyolojik, politik krizlere sokan, başörtü düşmanlığını TBMM çatısı altında bağırarak ilan eden lise mezunu Bülent Ecevit gibi bir başbakandan daha yeni kurtulmuşken üstelik.
2004 yılında SSK'nın başlattığı ‘e-bildirge'’ projesinin tanıtımı için bir otelde düzenlenen toplantıya katılan Erdoğan, bir gazetecinin, ''Türkiye Barolar Birliği Başkanı, ‘İmam Hatip’te okumuş bir insanın Türkiye'de Başbakan olmasını hiçbir şekilde içime sindiremem’ dedi. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?'' şeklindeki sorusu üzerine, bu açıklamayı, ‘değerlendirmeye bile tabi tutmayacak kadar basit gördüğünü’ söylemiş ve ''Her şeyden önce eğitimde, hak ve özgürlüklerin savunucusu olmayı gerektiren bir konuda, demokraside, seçme ve seçilme hakkının ne olduğunu en iyi şekilde bilmesi gereken bir baro mensubumuz. Bir defa Türkiye'de bütün bu haklarını tamamlamış, ondan sonra da gerekli eğitimi almış, siyasette ise beyefendinin görmediği derecede siyasi mücadelenin içerisinde taa gençlik kollarından itibaren gelmiş ve bu konularda belediye başkanlığını... artık onu İstanbul halkı bilir, Türkiye'de de, son seçimlerde başında olduğu parti yüzde 42 oy almış olan bir siyasi partinin genel başkanı, bu ülkede Başbakan. Türkiye'de hukukun gereğini savunması gereken bir insanın kalkıp böyle bir açıklama yapmasını hiçbir özgürlük, hak-hukukla bağdaştırabilmek mümkün değil. Böyle bir açıklama yapmış olması çok çirkin. Bunu doğrusu yakıştıramadım.'' demişti.
‘Hatırlıyor musun Avukat?’ diye sordum geçmişin izlerini küçük parçalarla âna taşıyarak. ‘İşe başlarken cumhuriyet savcılığından 'temiz kağıdı' alıyordu insanlar. Yolu bu vesileyle de olsa kesinlikle Adalet Saraylarına düşüyordu herkesin. Türkiye'nin her ilinde ve her ilçesinde birer izbelikten başka bir şeye benzemeyen o saraylarda insanlar binbir bürokratik zorlukla alıyorlardı sabıkaları olmadığına dair o belgeyi. Vatandaşı adam yerine koymayan, azarlayan, aşağılayan memurlara kızdığımız günleri hatırla! Sana hatırlatmama da gerek yok aslında, o dar ve uzun koridorlarda dava sıralarını bekleyenlerin çektiği rezaleti görmeyen yoktu. Mübaşirin aşağılayan bakışları ve azarlayan bağırtısıyla ekmek kuyruğunda bekler gibi kuyrukta bekleyen davalıları ve davacıları çağırdığını gördüğünde insanın içi burkuluyordu ve sessizce, ‘Allah, bizi buralara düşürmesin’ diyorduk!’
‘Hiç unutur muyum?’ dedi Avukat neşeyle. ‘Şimdi gerçekten Adalet Sarayları saraylara benziyorlar, Erdoğan, hem yasal hem fiziksel hem de çalışanların ekonomik ve sosyal hakları açısından devrim yaptı adliyede. Hele e-devlet, UYAP, Avrupa’da da yok, Amerika’da da. Bir tıkla ‘adlî sicil kaydı yoktur’ belgesi alıyorsun internetten!’
TBB Başkanı'nın bütün bunlar yaşanırken ve binlerce sorun varken, orada ne iş yaptığını merak ediyordum. Neyin altyapısını örüyordu? Beyazlar adalet sisteminin gerçekten adalet için çalışma olasılığından neden rahatsız oluyorlardı?
İmam Hatipli bir Başbakanı içine sindiremeyenler, alışkanlıklarının ve saltanatlarının değişmesine neden olabilecek reformları istemezlerdi. Aslında onları korkutan şey Başbakan'ın mezun olduğu okul değildi; kaybedeceklerini bilmeleriydi. Hukuk dışı, güç ve rant amaçlı ilişkilerin, bu sistemden beslenen insanları nasıl etkilediğini ve ne tür bir tepkiselliğe sürüklediğini çok iyi biliyordu bu toprakların acılarla dolu insanları. Askeri darbe yapıyorlardı, Başbakan asıyorlardı.
Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığınca hazırlanan ve Mayıs 2008'de tartışmaya açılan, 'Yargı Reformu Stratejisi Taslağı' ile 'Türk yargısının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliğinin sağlanması, yargıya güvenin arttırılması ve adalete erişimin kolaylaştırılması' amaçlanıyordu.
Askerî mahkemelerin askerî hizmet alanı dışına çıkarılması sağlanarak ilgililerin rahatça duruşmaları izleyebilecekleri mekânlar düzenlenecekti; Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri dâhil tüm yüksek yargı başkan ve üyeleri için disiplin soruşturması açılabilecekti;
Adalet Bakanı ve müsteşarın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndaki üyelikleri devam edecek, ancak Danıştay ve Yargıtay dışında ilk derece mahkemeleri ve kurulması planlanan istinaf mahkemelerinden de kurula üye alınacaktı;
Gizli olan yüksek kurul kararları kamuoyuna açıklanabilecek, kararlara itiraz yolu açılacaktı;
Ve Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) ile sık sık karşı karşıya gelen Adalet Bakanlığı, hakim ve savcıları 'Hakimler ve Savcılar Birliği' adıyla yeni bir oluşum altında bir araya getirecekti.
Erdoğan’ın liderlik ettiği Ak Parti, taslağı yargı bağımsızlığının toplumun demokratik değerlere sahip çıkmasının bir göstergesi olarak görüyordu:
Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığının yararlanıcısı olduğu 1500 hakim-savcı ve 4000 adli tıp uzmanı olmayan hekimin, 'İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Soruşturulması ve Belgelendirilmesine İlişkin İstanbul Protokolü' konusunda eğitimleri sağlayacaktı;
‘Ülkemizde yargı mensupları için etik ilkeleri ve davranış kurallarını derli-toplu bir şekilde bir araya getiren ve bunların önemini vurgulayan bir düzenleme bulunmamaktadır' denilen taslakta, uluslararası belgeler dikkate alınarak, yargının bütün kademelerini kapsayacak şekilde 'Yargısal Etik ve Davranış Kuralları'nı içeren bir belge oluşturulacağı ve bu konuda tüm yargı mensuplarına ve çalışanlarına eğitim verilecekti.
2008’de iktidardaki Ak Parti’yi ‘laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğini’ iddia ederek kapatacaklardı. TBB Başkanı Özdemir Özok, asıl derdini Ak Partili Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün konuk olarak bulunduğu, Danıştay'ın 140. kuruluş yıl dönümü ve idari yargı günü nedeniyle 10 Mayıs 2008'de yaptığı konuşmada şöyle anlatıyordu:
"Sayın Cumhurbaşkanım, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Anayasanın 69. maddesi ve Siyasi Partiler Yasasının 101. maddesindeki görev ve sorumluluklarının yasal gereği olarak Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine açtığı dava, yukarıda tanımladığımız 'erkler ayrılığı' ve 'hukuk devleti' ilkelerinin gereğidir."
Elbette TBB Başkanı 'reformlara karşı çıkıyoruz' , diyecek kadar ahmak değildi. Ama o ve arkadaşları bu reformları yapacak olan partiyi partiler mezarlığına gömdükleri zaman reformlardan kurtulacaklarına eminlerdi. Bu katliamı da 'hukukun gereği' diyerek meşrulaştırmaya çalışıyorlardı.
Cumhuriyet sistematiği içinde karşılarına çıkan bir siyasi gücü, demokratik standartlara göre iktidar olan bir partiyi, erkler ayrılığının diğer bir ayağı olan yargı tarafından ortadan kaldırmayı hukuk devletinin ilkelerine bağlayan bir mantığın, halk için gerekli olan reformları önemsemesi mümkün değildi.
Bugüne dek elde edilmiş olan kişisel ve kurumsal rantların ve çıkar döngülerinin artık sürdürülebilir olmadığını anlayan bu mantık güdücülerinin derdi açıktı. Gerçekte karşılarındaki esas gücün milletin kendisi olduğunu biliyorlardı. İdeolojik saptırmalarla def etmeye çalıştıkları tehlike(!), milletin menfaatiydi. Hukuksuzluğun karanlık dehlizlerinde doğanlar ve orada yaşayanlar, hangi etik ölçeklere göre hukuktan bahsedebilirlerdi ki?
Onlar başlarına gelecekleri biliyorlardı. Kaybedecekleri her şey bu ülkenin çocuklarına birer kazanım olarak geri dönecekti; ama kendi kazanımlarını Cumhuriyet'in kazanımları olarak yutturmaya çalışmaktan vazgeçmiyorlardı. Onların derdi, Başbakan Erdoğan değildi, bizzat Başbakan Erdoğan’ın bu ülkeye ve mağdur halka kazandıracağı faydalardı.
30 Temmuz 2008’de Anayasa Mahkemesi tarafından kamuoyuna, partinin temelli kapatılmaması, fakat hazine yardımının belirli bir oranda kesilmesi kararına varıldığı açıklanmıştı. Altı üye, Ak Parti’nin kapatılması, beş üye kapatılmaması yönünde oy kullanmışken, hazine yardımının kesilmesi ile ilgili oylamada on üye kesilmesi yönünde oy kullanmıştı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kapatma talebi on bir üyeli Anayasa Mahkemesi’nde en az yedi-dört şeklindeki nitelikli çoğunluk koşulu sağlanamadığı için reddedilmişti. Türkiye’nin geleceği bir tek oyla karanlığa gömülmekten kurtulmuştu. Erdoğan’ı ve Ak Parti’yi seçerek iktidara getiren milyonlarca kişinin kullandığı oyların hiçbir önemi yoktu.
Erdoğan’ın hukuk sistemindeki faşist yapıyı değiştirme çabalarına en çok direnen isim olmasına rağmen Özdemir Özok, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra demokrasiyi içine sindirmiş, Erdoğan’ın kişiliğini ve siyasî yeteneğini kabul etmek zorunda kalmıştı. Nitekim 2010 yılındaki ölümü sonrası Erdoğan, nezaketini koruyarak Başbakan sıfatıyla bir taziye mesajı yayınlamıştı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.
