7 Temmuz 2024 Pazar

SA10844/SD3173: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 8

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnanılmaz bir analizdi bu, psikoanalizi paramparça eden. “İnsanın içinin işi budur!” diyordu ‘Bekçi’."

İnsan sürekli aldatılabilen bir varlık mıydı? Hiç mi rahat bırakılmayacaktı ömrünün sonuna dek? İsyan ediyordu insan kimi zaman bu bitmeyen savaşlardan dolayı. Ne var ki bu böyleydi, değişmeyecekti. Bir İD çıkacak ve sarsacaktı özene bezene ilmik ilmik ördüğün ve yaşadığın hayatı. Ya da Cevval gibi, Mahir gibi, Fırtına gibi, belki de biraz Babam gibi ağır bir travmanın ürettiği travmalar tek tek sarsacaktı hayatını.

Eğer tek dostu olan Allah’ın hükümleri insanın içine hükmetmiyorsa düşmanın hükümleri hem içini hem de dışını sarmayacak mıydı insanın? Elbette sarsacaktı, alkol, uyuşturucu, antidepresan ve seks cehennemi böyle doğacaktı.

Bir tek insanın içinden bahsedemezdik elbette; hiçbir insan tek başına gelmiyordu dünyaya… Onu dünyaya getiren anne ve babası, ailesi, çevresi… Allah’ın hükümleri hepsinin içine aynı anda hükmetmiyorsa, işte o zaman felaketler başlıyordu.

“Değilse, gölgelerin arkasına saklanan irade, dışında sürüklenen hayatın yapraklarından iblis tadı alacaktır. İçine giremeyecektir hiçbir zaman, uyuşmak isteyecektir, unutmak isteyecektir. Şarabın hükmettiği bir alana girdiğinde uyuşsa, unutsa bile bertaraf edilemeyecektir bu zulüm. İnsan sonsuza dek sessiz kalacaktır hırçınlıkların, azabın, bağırtıların ve mutsuzluğun içinde.”

İnanılmaz bir analizdi bu, psikoanalizi paramparça eden. “İnsanın içinin işi budur!” diyordu ‘Bekçi’. 

İnsanı tam olarak buradan yakalıyordu Samirîler; havralar, kiliseler ve camiler burada yakılmıştı, terör örgütü FETÖ burada çalışmıştı, terör örgütü PKK burada vaatlerde bulunmuştu, Kemalizm burada kabartılmıştı, İttihat ve Terakki Cemiyeti burada komitacı olmuştu, tekkeler, dergâhlar burada Allah’a ortaklık ilan etmişlerdi, servet ve kadın burada sürülüyordu erkeğin arzularına, kadın burada yakıyordu servetin hıncını. Hepsini besleyen TÜSİAD burada hükümranlık ilan etmişti.

Korkunç bir şeydi bu ve ne yazık ki herkes perdelerin arkasına saklandığı için Samirîler görünmüyordu, Şeytan görünmüyordu; görünen kötülüklere boğulmuş zavallı insandı, suçlanan da oydu.

‘Dere Yazarı’nın şehirlerin o saldırgan ruhunun kollarında kıvranan insana tuttuğu ışık göremediğimiz birçok şeyi görünür hale getiriyordu:

“Doğduğu andan itibaren zamana paralel olarak annesinin bedeninden geleceğe doğru bir ok gibi fırlayan insan, sarındığı alışkanlıklarla örer dakikalarını. Ânların dokunuşlarına odaklanmış bütün uzuvlarıyla ruhunun sınır taşlarını döşer; iyiye ya da kötüye kanat çırpan tüm başkaldırıları tek tek törpülendiğinde, insan, ağırlıklarıyla oluşmuş bir bütündür artık. Öğrendikleri, onu alışkanlıklarını doldurduğu maşrapasından beslenmeye zorlar.”

Maşrapa, güzel bir benzetmeydi:

“Ağzı açık, sallandıkça içindekini sağa sola sıçratan bir maşrapadan başka bir şey değildir insanın alışkanlıklarının doldurulduğu kap. Saklanamaz, örtülemez içi; dudaklarından, ellerinden, gözlerinden ve dokunuşlarından dökülür insanlardan oluşmuş toprağa. Kulaklarından evirir tüm duyulacakları alışıldık, ihtiyârî tüm alışkanlıklar; her şey, ağırlıklarını bir arada tutmuş olan okun sonsuza yolculuğunu zorlaştırır.”

Cevval’i düşünüyordum, belki de biraz Mahir’i, sanki onları anlatıyordu; sanki İD’yi:

“Gözün görmeye çalıştığı, geriden getirip biriktirdiği örtük histerilerle bezenmiş olan tadı bilinen alışkanlıklardır. Bir öfke, bir gülüş, bir ses ya da bir kadının, bir erkeğin kokusundan, iç tokuşturan rayihâsından yola çıkan alışkanlıklar. Kulakların duymaya çalıştığı çarpık ya da düzenli, didaktik melodiler. Çığlıklar ve bütüncül dokunuşların sesleri… Yalnızlık, dayanılmaz iç çekişler, aşk, patlak duygular, ihanet, bağımlılık, acı; dokundukça haykıran umutların cılız sesleri. Bazen de umut, sevinç, çocuk sayhâları.”

Sanki Cevval’in bulamadığı:

“Ellerin tutmaya çalıştığı anne, güven, huzur ve daha da başka aykırı doğrular ya da hüzünlü geçmiş; hepsi birer alışkanlık özlemine paydaş olan ve soğuyan ve ısınan ve kaybolan ve dökülen maşrapanın girintilerinde saklı.”

Sanki isyankârın yüreğinden fırlayıp giden seslerin hepsini içine alan karanlık bir havza:

“Gözlerden, kulaklardan ve ellerden yüz bulamayan seslerin dokunarak ulaşmak istediği yıkıntı artığı nefesler. Dokunmak. Gül’ün kadifesinden esinlenerek yürüyen şiirlerin, şarkıların, babanın gözyaşlarına dokunmak. Alışkanlıkların doğurduğu çâresizliğin ellerinden kurtulmak ve tutunmak için Allah’a dokunmak.”

Cevval’in şu anda ne düşündüğünü de merak ediyordum. Değişmişti içi… Richmond’da yürüdüğümüz gece. İçini parçalarcasına dışına çıkardığı gece. Alışkanlıklarını değiştirebilecek miydi?

“Allah’a dokunmak, alışkanlıklarını doldurduğu maşrapanın içine girememiş bir alışkanlıktır insan için. Diline doladığı, ama asla zihninin her ânına mukayyet olamadığı için dâhil edemediği zikrin, duanın ve kurtuluşun tadına alışamamak.”

Birdenbire derelerden, ırmaklardan, vadilerden, ovalardan geçerek dağa tırmanıyordu sözleri ‘Bekçi’nin:

“Allah’a dokunmaya alışmak için devlete dokunmak, devletin gücüne yaslanarak Allah’ı anmaktan koparacak bir serüvenin dehlizlerinde kaybolmak. Devlet; bir insan, bir imam, bir put, bir lider ya da bir kadın, bir erkek. Fikrin düzenekleri arasında yerleştirilmiş, her an infilak edecek olan bir bağımlılıklar zincirinde kaybolmak…”

Hükümranlık ateşi insanı bırakmıyordu; dokunmanın amacını da iyiye entegre etmeyebiliyordu insan:

“Maşrapaya Allah’a dokunmaktan daha zıt daha kötücül alışkanlıklar doldurmak ve her seferinde geriye, gözlerin, kulakların, ellerin dokunduğu her şeyi, baştan sona iblisin ellerinde terk ederek bir mum gibi sönmek…. Sadece maşrapadan ibaret kalmak.”

Sözleri birer ok gibi yarıyordu içini insanın; kıvrılarak akıp giden sonsuz dudaklı bir hançer gibi dalıyordu insanın içine. Ve kanseri çekip alıyordu insanın içinden. 

“İnsan doğduğu anda bir ok gibi fırlar hayata. Gördüğü, duyduğu, dokunduğu her şeyi öğrenir; öğrendiği gördüğüne, duyduğuna ve dokunduğuna yüklenen geçmişten kalan tanımlar ve alışkanlıklardır. Fırladığı andaki hızı her öğrendiği ile azalır; her azalma, sıkıştırdığı insan ruhunu ağırlaştırır; her ağırlaşma alışkanlıkların gücünü arttırır; alışkanlıklardaki her artış insanı Allah’a uzanmaktan uzaklaştırır.”

Sessiz nefessiz bırakıyordu insanı:

“Uzaklaşmaktır hayat; dosdoğru bir nüve ile doğan insan için. İnsan kalabalığından yayılan alışkanlıklarla bezenerek saflığından uzaklaşmaktır yaşamak.” 



<< Önceki                      Sonraki>>


[05.07.2024, (8/17 (704))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 07.07.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı