11 Mayıs 2024 Cumartesi

SA10741/SD3108: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 21

         Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnsan ruhunu ağaç gövdesine benzetiyordum. Bazen içindeki fırtınalar koparıyordu dallarını insanın, bazen dışarıdaki insanlar. Ne de çok benziyordu birbirine ağaç gövdelerindeki budak izleri, kimi fırtınalardan kimi insanlardan arta kalan."


Birdenbire aklıma gelmişti kolye. Hemen telefondaki mesajları açtım, önce karımla İD’nin Kô’dan gönderdikleri fotoğrafa baktım, sonra da kahvaltı yaparken çekip gönderdikleri fotoğrafa. Po kolyesi her ikisinin de boynuna asılıydı, ancak dikkatle bakınca görülüyordu. Fotoğraf çekerken akıllarına gelmemiş olmalıydı ki öne çıkarmamışlardı kolyelerini.

Öyle kalakalmıştım. Şaşkındım. Kadınların diplomasi becerisine şaşırmamam gerektiğini hatırladım. Millî Mücadele başlatsalar da bunu doğrudan ilan etmiyorlardı birbirlerine karşı. Derinlerdeki gerilimi de biz erkekler fazla anlayamıyorduk, ama emindim; orada olsaydım bu gerilimi bütün hücrelerimde hissedecektim, çünkü o kolyeler karşılıklı olarak birbirlerine meydan okuduklarının tesciliydi.

İyi ki gitmemiştim, iyi ki akışına bırakmıştım olanları. Yetişkin iki insanın birbirleriyle kurdukları iletişimin boyutları ve şekli benim dışımda gelişmeliydi. Çünkü benim için sonuçları çok tehlikeli olabilecek bir gerilim senaryosuydu bu.

İD’nin uçağı 16.20’deydi. Karım onu havaalanına bir saat erken bırakacağı için şirkete gelmesi bir saatten fazla sürecekti. Saat 14.21’di.

Zihnimi ândaki gerilimden uzaklaştırmak için her zaman yaptığım gibi işe döndüm. Akşam haftalık toplantımız vardı, ona hazırlanmalıydım. Elektronik postalardaki rutin kontrolleri yaptıktan ve çözüm sepetindeki önerileri okuduktan sonra, şirketin ortak mesaj platformundan iş akışımızı izledim. Fakat zaman geçmiyordu.

Aşçı Sultan kahvemi masama bıraktığında telefonum çaldı, arayan Fırtına’ydı. Elektronik mektubumu almıştı ve heyecanlı bir şekilde yazıyı okuduğunu, karısıyla da paylaşacağını, sonuç alana kadar da karısını kendi haline bırakmayacağını söylüyordu. Annesine, babasına telefon ederek bu sorunu kesin olarak çözeceğini söylemiş, annesine yapacaklarını tek tek anlatmış ve sonra karısını ve çocuklarını da alarak annesine gitmişti. Fırına ekmek almaya çıkmış ve o arada da beni aramıştı.

Fırtına’nın girdiği ruhsal kıskaçtan çıkış yolu bulunca yaşadığı heyecan beni duygulandırmıştı. Karısını ikna edeceğini umuyordum. Ama her durumda o saf delikanlının ruhunda derin bir yara açılmış olacaktı. Ruhları yaralı milyonlarca benzer izler taşıyan insan vardı yeryüzünde. 

İnsan ruhunu ağaç gövdesine benzetiyordum. Bazen içindeki fırtınalar koparıyordu dallarını insanın, bazen dışarıdaki insanlar. Ne de çok benziyordu birbirine ağaç gövdelerindeki budak izleri, kimi fırtınalardan kimi insanlardan arta kalan.

Fırtına gibi saf insanlar dışarıdan gelen darbeleri hazmedemiyor, sonra aldıkları darbelerden sarsılmış bir halde içlerindeki kasırgalara kapılıyorlardı darmadağınık olana kadar. 

Fırtına’nın bir suçu yoktu; karısından dolayı o da tarih boyunca ‘tanrı vesayeti’ni üstlenen sahtekarların kurbanı olan sayısız insandan biriydi. Bu öyle bir ruhsal hastalıktı ki etrafına yayılma gücü ve hızı bedeni öldüren kanserden çok daha büyüktü. Nasıl kanser kendisinden başka herhangi bir şey düşünmesini engelliyorsa insanın, tasavvuf ve şeyh de öyleydi. Şeyh’e yaranmak Allah’a yaranmak demek oluyordu bu hastalığın en derin evrelerinde.

Ne var ki bu tür vesayet iddiaları sadece kişileri etkilemiyordu, devletleri de etkilemiş ve yok etmişti tarih boyunca. Her kılıkta, her dinde, her meslekte. Vesayetin alt türleri de vardı. Ancak temelde hepsi Vatikan gibi, Tanrı’dan vesayet alma hevesiyle insana hükmetmeyi amaçlıyorlardı ve kökleri aynıydı.

‘Vadi Yazarı’ Osmanlı’da başlayan ve sonra da millet iradesinin üstüne çöreklenen samirî vesayetinin başkent dahil Türkiye’nin bütün şehirlerinde etkili ve paralı bütün meslek kuruluşlarında örgütlendiğini anlatmıştı: 

“Vesayet girişimleri, Kanuni sonrası Osmanlı'da güçlenen ve dergahlarda, tekkelerde güç inşa eden şeytanî Sufizm ağının Padişah adına yetki kullanması ile başlamış, 1789 sonrası ise Fransa merkezli Masonik ağla bütünleşerek kalıcı hale gelmiş, İTC, Bektaşi, Mevlevi, Kadirî, Nakşi dergahları (tekkeleri) ve mason mahfiller eliyle devleti yıkıma götürmüştür. Saltanatın kaldırıldığı 1922 sonrası aynı ağ vesayet sistemini sürdürmüş, bir süre sonra bu duruma karşı çıkan ve 1925’te Tekke ve Zaviyeleri (Tekke ve Zaviyeler kapatılmış, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık yasaklanmıştır), 1935’te de Mason localarını kapattıran Mustafa Kemal Atatürk'ü de öldürerek devletin bütün kurumlarına yerleşmiştir.  

Aynı vesayet sistemi 1938 sonrası Türkiye'deki bütün tarikat ve cemaatleri yasal temeli olmaksızın yeniden kurmuş ya da diriltmiş, gizli yöntemlerle kullanıma hazır hale getirerek halk üzerinde 'dinî kisve' ile tarihte olduğu gibi vesayet sistemini yeniden tesis etmiştir. Bütün bu sistem insanı tanrılaştıran ve tanrı adına hükmetmesini sağlayan ‘Sufizm’ adlı din üzerinden yürütülmüş ve İslam dini maske olarak kullanılmıştır. 15 Temmuz 2016'da ABD ve Avrupa desteğiyle askerî darbe yapan FETÖ de Sufizmin ideolojik temelleri üzerine kurulmuş onlarca cemaatten biridir.

Erdoğan'ın kastettiği vesayet mekanizmaları aynı Masonik ağa aittir; Kemalizm'i, ırk temelli Turancılığı, İslamcılığı, Liberalizmi, Kapitalizmi, Komünizmi, Kürtçülüğü, Sufizm kökenli Ilımlı İslam'ı birer vesayet aracı olarak kullanmaya devam etmektedirler.”

‘Vadi Yazarı’, Erdoğan’ın vesayetin bütün renklerinin farkında olmadığını düşünüyordu. Ona göre Erdoğan Sufizm’in Masonik bir vesayet türü olduğunu düşünmüyordu; çünkü farkında değildi, hayatı boyunca karşılaştığı dinî cemaatlerin varlığının normal olduğunu düşünmeye alışmıştı, onun bu çerçevede itikadî bir eleştirel geçmişe sahip olmadığı görülüyordu; devletin tepelerinde olduğu halde bu yönde istihbarat araştırmasına girmemesi başka türlü açıklanamazdı. 

İkinci seçeneği de göz ardı etmiyordu ‘Vadi Yazarı’; Erdoğan farkındaydı, ancak doğrudan ve açıktan mücadele yerine Kur’an’ı merkeze alan bir felsefî yaklaşımın Sufizm’i gerileteceğini düşünmüş olabilirdi. FETÖ bu anlamda uyandırıcı bir etki üretmişti. Ancak ‘Bekçi’ bu seçeneğe dair delilleri yeterli bulmuyordu ve soruyordu:

“Halk gerçekten bu mekanizmalardan kurtulmuş mudur?

Halkın masum din duygularını sömüren Sufizm'in bir vesayet mekanizması olduğu gerçeği göz önünde iken ve devlette kadrolaşmanın Sufizmin etkisi ile halen mümkün olduğu hemen her gün tartışılırken, halk üzerinde baskı kuran ve halkın kurtulmak istediği vesayet mekanizmaları halen bu tür eylemlerle varlığını sürdürmekte ise, bunun vebali kimin omuzlarındadır?

Sufizm, İslam ile alakasız, insanı tanrılaştıran seküler bir dindir ve bugün eğer kendi ideolojisi, kendi inanç sistemi olan Sufizm dini FETÖ örneği apaçık ortada iken gün geçtikçe güçlenmekte ve Müslüman olan halkın üzerinde daha fazla baskı kuracak hale gelmekte ise vesayet mekanizmaları tümden ortadan kalkmamış, aksine halkın samimi din algısı daha fazla baskı altına alınarak veraset sistemi ile güç devşiren Sufizm elitleri halkın iradesinin karşısına dikilmiş demektir.” 



<< Önceki                      Sonraki>>


[10.05.2024, (7/43 (669))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 11.05.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı