5 Mayıs 2024 Pazar

SA10729/SD3100: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 20

         Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Öğle yemeğinde fırında pişmiş güveç vardı; kuzu eti, domates, biber, patlıcan, sarımsak ve tereyağı ile ortaya çıkmış bir lezzet sanatı. Yanında yine tereyağlı pirinç pilavı ve sıcak pide. Bu sofraya en iyi gidecek olan içecek ayrandı."


Düşünüp duruyordum; Allah tarafından yaratılmış bir makine olarak biz insanlar özgür irademizden nasıl bahsedebiliyorduk? Sonra yavaş yavaş anlıyordum; ‘özgür irademizden bahsedebilme’ kapasitemizin olması özgür irademizin de var olduğuna güçlü bir kanıt sayılabilirdi. Özgür irademiz olmasaydı sefil olabilmeyi seçemezdik.

Özgür irademizle sefil olabilmeyi seçmemiz ve buna rağmen evrenin bize hizmet etmeye devam etmesi, Allah’ın sonsuz merhametinin bir sonucuydu. Öyle olmasaydı sefil olmayı seçtiğimiz için evrenin bütün teçhizatıyla bize hizmet etmekten imtina etmesi ve hayat hakkımızın elimizden alınması gerekirdi.

Hayır; öyle olmuyordu, yaşamaya ve dilediğimizi yapmaya devam ediyorduk. İşte sadece bu gerçek bile özgür irademizin varlığının tescili anlamına geliyordu. Sefaletin kıyılarında gezinirken kendimizi çekip alabilmemiz ve insan olmanın asaletini hatırlamamız için gereken yazılım ve donanım da bağışlamıştı bize Allah; bu da özgür irademizin varlığının ikinci kanıtı sayılabilirdi.

Yine de her şey özgür irademizin varlığına kanıt olarak kullanılsa da yaratılmasaydık bütün bunlarla sınanmayacak, özgür irademizin seçimlerinin sonuçlarından sorumlu tutulmayacaktık, diyorduk aptalca seçimlerimizin ağır sonuçlarından bunalmışken.

Evet bu doğruydu; ancak bir doğru daha vardı, yaratılmasaydık bunu sorguluyor da olamazdık. Çıkmaz sokaklarda dolanıp durmayı seviyorduk, şeytanın yoğurduğu felsefe ve edebiyat bizi bu çaresiz döngülerin içinde rahatlatıyordu biraz, sonra yine hazlarımızın uyuşturduğu irademizin seçtiği şeyleri yapıp dururken buluyorduk kendimizi; ama yine hazlarımıza neden bu kadar düşkün olduğumuzu sorgulamıyorduk; yaratılmasaydık hazlarımız da olmayacaktı, tıpkı bizim gibi.

Hazlarımızla varlığımızın gerekçelerini ve özgür irademizin varlığını kanıtlamak düşüncelerimizin sağaltılmasına yetmeyebiliyordu. İşte sorun da tam olarak burada berraklaşıyordu; sefalet düzeyimiz özgür irademizin tek kanıtı olarak zihnimizdeki varoluşsal döngüleri kırmaya yeterdi.

Özgür irademiz neden Allah’ın koyduğu sınırlara tam olarak uyan seçenekler evrenine yönlendirmiyordu bizi? Orada sınırları belirlenmiş hazlar da var eksiksiz, ama yetersiz bulduğumuz için, evet bu haz sınırlarını yetersiz bulduğumuz için bilerek aşıyorduk Allah’ın sınırlarını ve sonra şeytanî bir şekilde var oluşumuzu sorguluyorduk.

Bu aslında hiç de dürüst olmadığımızı da gösteriyordu aklımıza. Sefalet bizi akılsız bir bataklıkta boğuluyor hale getirdiği için evren bizi iptal etmeli diye umabilirdik, ama Allah’ın merhameti bizi ölene dek bırakmıyordu.

Ve biz bu sınırsız merhametin bile farkında değildik. İçimizde hiç bitmeyen bir savaş vardı; Allah'a karşı süren kanlı bir isyanla karmakarışık. Ne yazık ki sonunda yenileceğimizi kesin olarak bildiğimiz zihnimizdeki isyanın akıttığı kan Şeytan'ın ektiği fesadı beslemeye devam ediyordu.

Abdest aldıktan sonra namazımı kıldım. Namazı ruhumu ve zihnimi arındırdığı için de çok seviyordum. Allah’a aracısız dua etmenin insana kazandırdığı pozitif enerji tarif edilemez bir şeydi. Acaba bir şeyhe, lidere şartlanmış bir insan tek başına böyle bir pozitif enerji alamadığı için mi aracı kullanıyordu? Eğer öyleyse aracı olarak kullandığı insanın da kendisi gibi olduğu için böyle bir enerji veremeyeceğini nasıl düşünmezdi insan? Bence asıl sorun Allah’ı tanımamaktı.

Öğle yemeğinde fırında pişmiş güveç vardı; kuzu eti, domates, biber, patlıcan, sarımsak ve tereyağı ile ortaya çıkmış bir lezzet sanatı. Yanında yine tereyağlı pirinç pilavı ve sıcak pide. Bu sofraya en iyi gidecek olan içecek ayrandı. Ev yapımı yoğurtla yapılmış, üzerine yeşil zeytinyağı ve kuru nane ekilmiş sarımsaklı cacık kapanışı tamamlıyordu.

Bekârlar ve Fırtına boşuna yemekleri şirkette yemiyorlardı; çünkü her şey doğaldı ve Aşçı Sultan gerçekten işinin ustasıydı. Bana yemek servisi yaparken de ‘Özlemişsinizdir diye düşündüm’ demişti, biliyordum, çünkü o günkü menü böyle değildi. Teşekkür etmiştim ince düşüncesi için.

Herkes yemeğini yemiş ve işine dönmüştü, yemek salonunda sadece ben vardım. Mutfaktan Aşçı Sultan’ın yardımcısının çalışırken çıkardığı sesler geliyordu. Bir de yemek süresince çalmasını istediğim fon müziği yayılıyordu her yere.

Yemek bitmek üzereyken çayımı da yetiştirdi Aşçı Sultan, ‘Çok seversiniz bu yemeğin üstüne çay içmeyi!’ dedi ve sonra ekledi: ‘İsterseniz birazdan kahvenizi de yaparım!’

‘Eline sağlık Aşçı Sultan!’ dedim ben de. ‘Odama geçeceğim çay bitince, kahveyi orada içerim inşallah!’

Çayımdan son yudumu alırken telefondan mesaj sesi geldi: ‘İD ile Kô’dayız, seni bekliyoruz!’ diye yazmıştı karım, İD ile Kô’nın bahçesinde çektiği fotoğrafı mesajına ekleyerek.

İşler karışıyordu. Kahvaltının boyu bu kadar uzamamalıydı. Görüşme bitmeli ve İD İstanbul’a dönmeliydi. Kô’ya hemen gitmeyecektim. Mesaja cevap verdim: ‘İki saat sonra oradayım inşaallah!’

Odama dönerken kafam karmakarışıktı. Çalışma masama geçer geçmez bir mesaj sesi daha geldi telefondan, tahmin ettiğim gibi İD’dendi: ‘Neden hemen gelmiyorsun?’

Cevap yazdım:

‘Hanımefendiler özgür iradeleri ile aldıkları kararları uygularken beyefendiler de özgür iradeleri olduğunu hatırlayabilirler!’

‘Gicik!’ sözcüğü belirdi hemen telefonun ekranında. Ardından ‘Ucagim tam iki saat sonra!’

‘Hayırlı yolculuklar Hür Bayan!’ diye yazdım soğuk soğuk. Bildiğini okumaya devam ediyordu. O halde aynı şekilde de karşılık görecekti.

Önce iki nokta ve bir parantezden oluşan tebessüm simgesi belirdi ekranda, ardından tek sözcük: ‘Ruhsuz’

‘Kadınların karmaşık ruhlarının faşist baskısı dışında var olmayı başarabilen ruhlara selam olsun!’

Muhtemelen mesajımı okurken sırıtacak ve karımla da mesajı paylaşacaktı. Muzipti İD; canı istediği zaman etrafına neşe saçabiliyordu. Karımı da etkilediği açıktı.

Kısa bir süre sonra karımdan da geldi mesaj: ‘Keşke gelseydin, kıza ayıp olacak!’

‘Kafasına göre davranamayacağını öğrenmeli!’ diye cevap yazdım. ‘O inatçı bir keçi!’

Karım da tebessüm işareti ile sonlandırdığı mesajında ikna edildiğini kanıtlamıştı: ‘Sevimli bir keçi:)’  

Ve sonra bir mesaj daha gönderdi: ‘Onu havaalanına bırakacağım, sonra sana uğrarım!’

‘Ya çocuklar?’ diye sordum.

‘Onlar burada oynuyorlar, dönüşte alırım!’

Karımın bana uğramak istemesinin bir tek sebebi vardı; durum değerlendirmesi yapmak...


<< Önceki                      Sonraki>>


[03.05.2024, (7/41 (667))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 05.05.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı