15 Kasım 2025 Cumartesi

SA11710/SD3655: Sıkıntı (Roman); 13. Bölüm-Toprak 19

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Zihnindeki akışı kontrol etmeye çalışmıyordu bile.


O sustuktan sonra ben sakin sakin söylediklerini düşündüm. Doğruydu. İnsanlar çoğunlukla uyuşturulmuş birer haşhaşî idi. Kör dövüşünde yaşananlar gibiydi yaşananlar. Hakikat arayışından vazgeçmiş olan okur-yazarların bile dengesiz şeyler söyleyip durdukları günümüzde, geçmiş, gelecek ve şimdi birbirine karışmıştı.

‘Şah damarından daha yakın olan Allah’ı hatırlarız hep birlikte belki!’ dedim ona belli belirsiz sert bir sesle. ‘Umuyorum ki hatırlarız; şükür ki yasalar henüz umut etmeyi yasaklamadılar!’

Bizi susturan yasalar değildi, gerçeği bildikleri halde saklayan ve gerçeğin yerine sapkınlığı dayatmak için o yasaları ‘iyilik’ diyerek çıkaranlardı. Bakara Suresinin 40-44. ayetlerini okudum Avukat’a:

‘Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun. Elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an) iman edin; sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılığa satmayın. Yalnız benden sakının. Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin. Siz Kitab’ı okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? Hâlâ akletmiyor musunuz?’ 

Sağ elini direksiyona sertçe vurarak, ‘Çok yüz vermiş Allah bunlara!’ dedi Avukat. ‘Her yerdeler, tepelerdeler, yerin altındalar, insanların bedenlerinde, akıllarında, ruhlarında geziyorlar. Nereye baksam onların eserlerini görüyorum; artık hiçbir şey görmek, duymak ve okumak istemiyorum, entelektüel sıfatını şapka gibi takıp yazan, çizen ve ortalıkta gezen bukalemunlardan efendilerinin kokusunu aldığım için uzak duruyorum. Ne yiyip içtiğimizi, ne soluduğumuzu, ne giydiğimizi bile bilmiyoruz, kardeşim!’

‘Anlaşıldı!’ dedim gülümseyerek. ‘Bütün içsel itmelerinin sonucu olarak ağır bir sorumluluk duygusu altında eziliyorsun. Bütün suç senin, başka kimse suçlu değil, Avukat!’

‘İçsel itme ne ya?’ dedi sinirlerini daha da gererek. ‘Türkçe konuş, Kardeşim!’

‘Pıpılokh’ dedim umursamaz bir şekilde. ‘Ama tam karşılar mı emin değilim!' 

‘O ne?’ dedi üzerindeki bütün gerilimi hışımla boşaltırken. ‘Türkçe konuş diyorum, sen ne diyorsun?’

‘Zazaca ‘baskı’ ya da 'baskılamak' demek ‘pıpılokh’!’ dedim yine umursamaz bir şekilde. ‘İçsel pıpılokh! ‘Leakh’ de diyebilirdim, ‘itmek’ anlamında, ama bir şeyi fiziksel olarak itmek- sürüklemek anlamına gelir ve tam karşılamazdı bence! 'Plokh' da diyebiliriz belki.. mastar olarak 'plokhnayış' baskılamak demek, 'meplokh' baskılamamak, o zaman 'pıpılokh' baskı-baskılamak, içsel baskı, içsel pıpılokh demek!'

Birdenbire gülmeye başladı Avukat, sonra da kendini tutamadı, kahkahalarla gülmeye devam etti.

‘Pıpılokh, pıpılokh, pıpılokh!’ dedi art arda, gülerken. ‘Hiç öğretmedi ki, Annem!’

Annesi Zaza’ydı, rahatsızlandığında ziyaret etmiştik birlikte. Zazaca sohbet de etmiştik. Çok erken yaşta kaybettiği babasının ırkının ne olduğu konusunda emin değildi, ‘Geçmişte Zazalar’dan kız alınca Zaza oluyordun!’ demişti. ‘Babam herhalde Türkmen’di.’

Dilimiz konuşulmadığı için ölüyordu, yeni nesiller artık anne ve babalarının dillerini konuşmuyorlardı. Türkçe ve İngilizce dışında ilgi duydukları dil yoktu. Ne dinimizin dili Arapça, ne de diğer anadillerimiz.

‘Zazaca ölüyor, Hegânn!’ dedim üzüntüyle. ‘Kürtçe ve Çerkezce gibi, Lazca da!’

‘Hegânn’ ne?’ dedi bu kez.

‘Yeğen demek, Avukat!’ dedim. ‘Annen bizden olunca biz de senin dayın oluyoruz, bana ‘Khalo’ diyebilirsin!’

Dağılmıştı zihni. ‘İyi ki geldin, Mühendis!’ dedi derin bir nefes alarak. Sonra da gülerek ‘Khalo senînê?’ diye sordu. ‘Nasılsın, Dayı?’ diyordu. ‘Kh’ harfleri Arapça’daki ‘Ha’dan sonra gelen ’Hı’ harfiyle aynı sesi veriyordu.

‘Alâyre şükür, ez rındâ, tı senînê, Hegânn?’ diye sordum ben de gülerek.

‘’Senîne’yi biliyorum da sen tam olarak ne dedin?’ diye sordu merakla yüzüme bakarak.

‘Allah’a şükür, iyiyim, sen nasılsın Yeğen?’ dedim. ‘Önüne bak, ormana gireceksin!’

‘Güzel bir dil aslında Zazaca, anam hep konuşurdu akrabalarıyla, ama biz öğrenemedik’ dedi gözleri geçmişe dalarken. ‘Gireriz ormana, ne var ki?’

‘Karnım aç!’ dedim canlı bir sesle. ‘Orman şu anda sadece hayvanların doyacağı bir yer... Beni bırak, sen istiyorsan git!’

Zihnindeki akışı kontrol etmeye çalışmıyordu bile.

‘Ne var yani, insana ‘konuşan hayvan’ demiyor mu gavurlar?’ dedi. ‘Biz de ormanda doyarız ‘konuşan hayvan’ olarak!’

‘Gavurlar yalancı, Avukat!’ dedim. ‘Hiç de ormanda yaşamıyorlar, tam tersine kendileri dışındaki herkesin vatanını bombalarla yakıp yıkıyorlar ve Bush’un dediği gibi ‘taş devri’ne çeviriyorlar; diğer insanları hayvan olarak gördükleri için insanları kendilerinin ‘konuşan hayvan’ olduğuna ikna ederek aşağılıyorlar. Sen git istiyorsan ‘konuşan hayvan’ olarak, ama beni indir burada!’

‘Kaç gündür doğru dürüst bir şey yemedim, Mühendis!’ dedi dikkatini toparladığını hissettiren bir sesle. ‘Az kaldı varacağımız yere. İndirmeyeyim seni burada!’

Arabanın pencerelerini açtırdım zorla. Alışmıştı klimaya, aklına bile gelmiyordu orman havası...

‘Şehirlerde, özellikle İstanbul’da kendini ‘hayvan’ gibi hissetmekten bıkmadın mı, Avukat?’ dedim. ‘Her yer tıklım tıklım, Beş veya altı Avrupa ülkesi kadar kalabalık olan bu şehirde kirpiler gibi boyuna birbirinize batıyorsunuz, niye ısrarcısınız burada kalmak için!’

‘Belki hayvan gibi yaşamak hoşumuza gidiyor, sana ne Mühendis!’ dedi gülerek. Normale dönmeye başlamıştı.

‘Şu terapi seansının ücretini faturalandıralım, Avukat!’ dedim. ‘Belki de yemek parasından düşeriz; kafayı yemekten kurtardık seni!’

‘Vergiden düşerdik de senin faturalar olmuyor; sen psikoterapi faturası kesemezsin!’ dedi keyifle.

‘Sistem düzeltme değil mi, Kardeşim?’ dedim ben de gülerek. ‘Kafanı bozmuşsun, düzelttik işte.. Bir şirket gibi değil mi insanın kafası?’

‘Şirket ne ki? dedi, ‘Holding holding! Kafam holding gibi, neredeyse iflas edecek! Zazaca 'ben iyi değilim' ne demek?'

'Ez nerında ya da Ez rınd niyâ!' dedim normalleşen havayı daha da canlandırarak. 


<<Önceki                      Sonraki>>


[13.11.2025, 13/39 (993))]


Seçkin Deniz, 15.11.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı




Takip et: Next Sosyal @seckin_deniz

Takip et: Next Sosyal @sonsuzark



Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

Seçkin Deniz Twitter Akışı