1 Ocak 2023 Pazar

SA9995/SD2646: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 30

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘Helal sınırlar içerisinde her şey mümkün!’ dedim esas engeli yeniden vurgulayarak. ‘Ancak insanlar bu sınırlara uymaktan pek hoşlanmıyorlar, değişmeyi istemiyorlar, buna karşılık her istediklerine ulaşmak istiyorlar. Bu, insanın en eski ve ilk yanılgısı!’

Cevap vermedim. Abartmadığımı çok iyi biliyordu, ama alıştığı hayat buydu; tahammül edilemez olsa da buydu ve vazgeçmesi neredeyse imkânsızdı. Israr etmek de anlamsızdı. Bilgi bombardımanı insanların ilgi ve alışma sürelerini aşırı zorluyordu. Tarihte insanın ilk kez yirminci yüzyıl biterken karşılaştığı aşırı bilgi yüküne karşı yaşadığı yetişememe çaresizliği geriye ve ileriye ket vuruyor, kişilerin kendini öğrenmeye kapatarak hayatta kalma refleksi oluşturmasına neden oluyordu.

‘Bende ne buldun sen?’ diye sordum arabaya bindiğimizde.

İD biraz düşündü ve ’Zekâ pırıltısı!’ dedi.

‘Bu dünyada benden başkaları da var zekâ pırıltısı görebileceğin!’ dedim sakince.

‘Çevremdeki zeki insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez!’ dedi hemen. ‘İnsanların çoğu aptal, önce kadınlar sonra da erkekler, ama daha çok kadınlar!’

‘Başka?’ diye sordum.

‘Başka? Kontrol duygusu yüksek insanlar beni cezbeder!’ dedi.

‘Demek ki güzel kadınların seçme kriterleri de böyle oluyor!’ dedim biraz da takılarak. ‘Zekâ ve kontrol duygusu! Fena değilmiş!’

‘Hepsinin değil!’ dedi. ‘Sadece benim!’

‘Düzeltelim o halde!’ dedim ciddî ciddî. ‘Zeki ve güzel kadınların!’

‘Olabilir!’ dedi gülerek, anayola çıkarken.

‘Ama bir sorun var sanırım!’ dedim. ‘Zeki ve güzel kadınlar istediklerini elde etmeye alışkınlar, ancak zeki ve kontrol duygusu yüksek olan erkeklerde bu gerçekleşmeyebiliyor!’

‘Maalesef öyle!’ dedi İD yine sesindeki derin hayâl kırıklığını hissettirerek.

‘Helal sınırlar içerisinde her şey mümkün!’ dedim esas engeli yeniden vurgulayarak. ‘Ancak insanlar bu sınırlara uymaktan pek hoşlanmıyorlar, değişmeyi istemiyorlar, buna karşılık her istediklerine ulaşmak istiyorlar. Bu insanın en eski ve ilk yanılgısı!’

Araba güneşi sağına almıştı ve günün sonuna doğru, The Berkeley Hotel’e doğru ilerliyordu. İD bu kez güneş gözlüklerini takmamıştı. Aracın radyosundan müzik açtı, nasıl der gibi bana baktı, sorun yok anlamında başımı salladım. Saat 19:52 idi; sessizce ilerliyorduk West Broad Street’in yoğun trafiğinde.

‘Cehennem Yazarı’nın notları hayatı üzerindeki kontrolünü kaybetmiş, sorgulamaktan kaçınan insanın kendi cehenneminde nasıl acı çektiğini anlatıyordu:

“Nefsini terbiye etmek istemeyen insan hemen hemen yok gibidir; ancak hata nefsi terbiye etmek anlayışından, belki de nefsin terbiye edilemez, ancak kontrol altında tutulabilir olduğunu fark etmemekten kaynaklandığı için bu düzeyde hedef gerçekleşmesi neredeyse imkansıza yakın olmaktadır... Asıl olması gerekeni düşünmek, gerçekte "olgunlaşmış insan" kavramı içinde insanı bir bütün olarak algılamak ve mevcut ruhsal bileşenlerin tamamını ilahî terbiye kapsamında değerlendirmek gerekir. Aklı, iradesi, hafızası, zekâsı ve nefsi bir bütün olarak terbiye edilmemiş olan insanın "nefsi terbiye etme" babında makul bir başarı ihtimali olamaz. Nasıl düşünmesi gerektiğine dair bir algılama sistemi oluşmamış olan insanın nasıl yönetmesi gerektiğine dair fikirleri de olamaz. Zaten insanlar arasındaki farkı belirleyen ana unsur olan düşünme biçimi de (irade-nefs-zekâ-akıl-hafıza kullanma biçimi) bu terbiye sistemini kişiye özel kılar. Bu sebeple geçmiş zaman ikindilerinde, ağaçların altında veya karanlık mahfillerde uydurulmuş olan insan üretimi "ideal insan" tasnifleri değişmez ilahî emirlere uygun olarak yeniden değerlendirilmek zorundadır; bunu da asla fosilleşmiş yapılarıyla eskiler yapamazlar. Doğru soruları soramayanların doğru cevaplar bulamayacakları apaçık iken doğal olarak bilgi düzeyi yüksek yirmi birinci yüzyıl insanının sorularına cevap bulamayanlar eski ve köhne düzeydeki cevapları kabul etmeyenleri reddedeceklerdir. Bu kaos sona ermelidir artık; insanlar gerçeği artık görmek istiyorlar, avunmak istemiyorlar.”

‘Cehennem Yazarı’ haklıydı. ‘Hakikat'in taliplisi her zaman az olmuştu, bunun niye böyle olduğu belliydi; insanın mayası hakikate değil hakikat olmadığını bile bile ‘Hakikat’ maskeli yalanlara inanmaya meyilliydi. Adem'den bu yana bu böyleydi.

İD’nin zekâ pırıltılarını cezbedici bulmasına dokunmalıydım biraz.

‘Erkek ve kadının aptallık önceliği yok bence, zekâ önceliği olmadığı gibi. Ayrıca sadece zekâ bir insanı yüceltmeye yetmez, onu seçkin yapmaz, aksine gösteri odaklı bir kişi görmeni sağlar; bu bencillikten daha başka ne verebilir ki başka bir insana? Zekâ insanı ne kadar yüceltir ki, en yüce olan Allah insanı yüceltmediği sürece?’ dedim. ‘Oysa zekâ değildir insanı farklı kılan; kontrol duygusu yüksek olgunlaşmış olan akıldır. Zekânın çekip yücelttiği insanlar, aklın derin maviliklerinde gezindiklerinde nefsin keskin karanlıklarından kurtulmuş değildirler, kendi dairelerinde, kendi bilgileriyle kendi zekâlarını sürükleyenlerle aynı çarka tabi oldukları hâlde, haklısın, olgunlaşmış akla sahip olanlar diğerlerinden farklıdırlar.’

Biraz durakladım, sonra devam ettim:

“Zekânın dürttüğü aklın, sonsuz evren ile sonsuz bilgi içinde insanı yüceltmesi ne kadar kesin ise, yücelmeyle doğru orantılı olarak nefsin karanlıklarının o denli net ve acımasız olduğu da kesindir. İnsan yüceldikçe nefsinin en suflî istekleriyle basitleşir; ortalama ömrü, ortalama değerler ve eylemler arasında geçip giden bir insanın, nefsinin keskin karanlıklardan ziyade, grilerle resimlendiği bellidir. O ne yüce hedefler edinmiştir ne de nefsinin en suflî istekleriyle daima meşguldür. İnsan, ulaştığı zirveyle birlikte, en dibi de yaşamadığı sürece evrilemez gibi görünmektedir, ama en dip, geçmiş örneklerde görüldüğü gibi, en yüceleri hedefleyenlerin çoğunu yok etmiştir. Yaratıcı, insanın kendinden kaynaklandığını sandığı güçle böbürlendiğini gördüğünde, onu nefsin en aşağılık istekleriyle yüz yüze bırakmıştır.”

‘İnsanın olgunlaşması imkânsız görünüyor gibi!’ dedi İD beni şaşırtan bir kavrayışla.

‘Bilgi, insanı ne kadar yüceltirse yüceltsin, insan terbiye edilemez özellikleri olan bir nefse sahip olduğu sürece gerçekte asla yücelmiş ve kendi düşünceleri ve eylemleriyle asla iyi olmayı başarabilmiş olmayacaktır!’ dedim kendimden emin bir şekilde. ‘İnsan, yaratıcısını unuttuğu her seferinde, kendi sonsuzluk yolculuğunda en aşağılık olana mahkûm olageldiyse, bu kusursuz bir uyarıdır. Kısırdöngülerin en keskininde yok olmak zekânın insanı getirip bıraktığı en derin hüzün çukurudur. Yüceldikçe basitleşen insanı, kendi karanlıklarında boğulmaktan koruyanlar, o insanın zihninden geçenlerin gerçek yüceliğe giden yolda sırtlandıklarıdır; inanmak, iyi işler yapmak, sabretmek, hakkı bilmek ve tavsiye etmek. O zaman kürelerin sonsuza ıraksayan çapına umudu yansıtan en derin mavilikler bulaşır. O anda karanlıklarıyla bilinen nefs, bir grilik kadar belirsizleşmiştir, ama bu, bir insana vaat edilmiş olan değildir, insana vaat edilmiş olan tövbe edebilmektir, ancak olgunlaşmış bir akıl tövbe edebilir. Tövbe etmek de imkânsız değildir!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[30.12.2022, (4/61 (385))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 01.01.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı