24 Ağustos 2025 Pazar

SA11581/SD3582: Sıkıntı (Roman); 12. Bölüm-Okyanus 26

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Hiçbir demokrasi, insanın var oluşuna doğrudan saldıran Şeytan’ın zaferinin aracı olamazdı; olmayacaktı da. Erkekler ve kadınlar evlenerek kazanacaklardı bu savaşı; ancak bunun için Allah’ın gönderdiği son kitabı dikkatle, aklederek okuyarak, yeni, yepyeni bir dünya kurmamız gerekiyordu.

Gerçeği soyarak ona şeytanî bir zevkle tecavüz ediyorlardı ve hepimiz insanı aşağılayan eylemleri ekranlardan izliyorduk:

“Büyücülük, uzun ve gizli bir geleneğe sahip olduğunu iddia eder ve sadık takipçileri tarafından nesiller boyunca gizli bir şekilde aktarılır. Ancak gerçekte, çağdaş paganizm ve büyücülük olarak bildiğimiz şeylerin çoğu, 1960'larda New Age hareketi sırasında tamamen uydurulmuştur. Bu ilk uygulayıcıların çoğu, eski kaynaklardan yararlandıklarını iddia ediyordu, ancak okültistler ve büyücüler için bu iddia, “evet, bunu eski bir Mısır parşömeninden aldım, kesinlikle sıkıntıdan uydurmadım” iddiası kadar güvenilirdir, tıpkı doğru kelimeleri doğru sırayla söylemenin dünyada maddi bir değişiklik yaratabileceği iddiası gibi.” diyordu Jessa Crispin ve bunun önemli olmadığını itiraf ediyordu:

“Ancak büyücülük ve paganizmin uydurma kökenleri, onların gücünü ve etkisini azaltmaz. Spiritüalizm çılgınlığından uzaklaştık, artık ölülerle doğrudan iletişim kurabileceğimize veya ölülerin gerçekten ilginç şeyler söyleyeceğine inanmıyoruz, ancak bu, Spiritüalizmin Amerikan siyaseti ve kültürü üzerindeki büyük etkisini değiştirmez, bu etki feminizm tarihinde sıklıkla göz ardı edilmiş veya yok sayılmış olsa da. Ancak, kadınların gücü elinde tuttuğu ve dünyayı değiştirme yeteneğine sahip olduğu bu yeni ruhani hikayeler, siyasi ve kültürel bağlamlarından o kadar kolay ayrılamaz.”

Kadınları cinsel güçlerini kullanarak dünyayı değiştirecek kadar güçlü olduklarına inandıran Samirîler, tarih boyunca fahişelerin hiç de güçlü olmadığını da unutturmuşlardı kadınlara. Cinselliklerini kullanarak güç elde eden kullanılıp atılıyorlardı bir kenara... Avrupa ve Amerika milyonlarca fahişe kadınla doluydu. 

Fakat dünyayı değiştirmeyi başarmışlardı; erkek kadının cinsel gücü karşısında erimiş ve eril yeteneklerini kaybetmeye başlamıştı. Cinsel gücünü, özgürlük olarak tanımlanan nikahsız seksle sonuna kadar kullanan kadınlar da psikiyatrik tedavi görmek zorunda kalacak kadar delirmişlerdi; yalnızlardı ve yaşlandıkları için dışlanıyorlardı. Petronella Wyat çok açık bir örnekti mesela. İyileşme şansları yoktu. Satanist Freud’un tasarladığı psikanalizin insanı iyileştirmek gibi bir amacı yoktu.

Bakacaktık, görecektik, algılayacaktık, düşünecektik ve onlardan daha iyi bir şekilde organize olacak ve bu savaşı kazanmak için gereken her şeyi yapacaktık. İlâ-yı Kelimetullah sadece silahla yapılmıyordu. Erkekleri de doğuran ve yoğuran, onlara kişilik kazandıran kadınları Şeytan’dan koruyacaktık.

Biz yapmasak kimse yapmayacaktı. Devletler aptal bir demokrasi tuzağına yakalanmışlardı. Oysa, topraktan yaratılan Adem’e secde etmesini emreden Allah’a, ateşten yaratıldığı ve daha üstün olduğunu iddia ederek secde etmeyen ve meydan okuyan ilk ırkçı-faşist olan Şeytan’ın demokrasi ile ilgisi yoktu; tıpkı kadın haklarıyla ilgisi olmadığı gibi.

Hiçbir demokrasi, insanın var oluşuna doğrudan saldıran Şeytan’ın zaferinin aracı olamazdı; olmayacaktı da. Erkekler ve kadınlar evlenerek kazanacaklardı bu savaşı; ancak bunun için Allah’ın gönderdiği son kitabı dikkatle, aklederek okuyarak, yeni, yepyeni bir dünya kurmamız gerekiyordu.

3 Ağustos Cumartesi gününü 4 Ağustos Pazar gününe bağlayan o gece, inanılmaz bir gerilim üretmişti romanda. Cevval ve Sabır Taşı insanlık tarihinin aynı ânda akan farklı ânlarının iki ayrı özeti gibi yakalanmışlardı zihnime.

Bu bir düğündü, Cevval’in dediği gibi; Şeytan’ın yenildiği, ondan uzaklaşan insanın kazandığı bir ânın düğünü. Sabır Taşı kazanmıştı, Cevval kazanmıştı ve daha da ilginç olan Lutfiye Abla’nın da kazanmış olmasıydı.

Sevinç gözyaşları döküyordu Lutfiye Abla; çocukluğundan beri her türlü derdiyle ilgilendiği bu çılgın adam artık durulanıyordu.

Kahvemi yalnız içmemiştim. Cevval ve Sabır Taşı da biraz sonra bahçeye çıkarak yanıma gelmişlerdi. Lutfiye Abla kendisine de bir kahve yapmış, sonra kahveleri dörde çıkarmıştı. Kahve keyfi diyebileceğimiz gerçek bir keyif almıştık hepimiz.

Birbirinden farklı iki kadın vardı aramızda. Cevval bir erkekti, zengin bir genç kız olan Sabır Taşı onunla evlenerek mutlu olacaktı. Lutfiye Abla zengin değildi, Cevval’in çocukluğundan beri bakıcılığını yapan bir kadın hizmetçiydi, o da Cevval’in iyileştiğini görerek mutlu oluyordu. İkisinin de eşitlik iddiaları yoktu, ancak ikisi de kadınlığın doğuştan gelen asaletini koruyarak mutlu olacaklarının farkındaydılar.

Sabır Taşı feminizmden bilinçli bir şekilde uzak durmuştu, Lutfiye Abla ise geleneklerinden, kültüründen, inancından ve içindeki merhametten başka huzurlu bir yol aramayacak kadar olgundu.

‘Eli’ye benim adıma teşekkür eder misiniz?’ diye sormuştum Sabır Taşı’na.

O da şaşkınlıkla bir bana bir de Cevval’e bakmış ve ‘Neden?’ diye sormuştu.

Ben de, ‘Sizi etkileyerek Cevval gibi bir dostumu Şeytan’ın elinden kurtardığı için!’ demiş ve eklemiştim: ‘Yazdığım roman, onun feminizme dair uyarılarını ve bu uyarılardan kaynaklanan bir araştırma sürecini de içerecek; onun için de teşekkür ettiğimi iletirseniz, çok memnun olurum!’

‘Eliiii!’ diyerek heyecanlanmıştı Sabır Taşı. ‘İletirim elbette. O çok iyi bir kız. Ben çok teşekkür ettim ona. İD’ye de teşekkür edeceğim, sizinle tanışmamı önerdiği için; o da çok iyi bir kız!’

Cevval çok sakindi. Hafifçe sağ omzuma dokunmuş ve ‘Allah razı olsun senden, Mühendis!’ demişti. ‘Teşekkür basit ve yetersiz kalır, sen içimdeki cehennemin ateşlerini söndürdün, Allah sana ve ailene en güzel cennetten köşkler bağışlasın!’

Ben de gülümsemiş ve ‘Allah senden de Sabır Taşı’ndan da Lutfiye Abla’dan da razı olsun!’ demiştim. ‘Ben değil Sabır Taşı söndürdü içindeki cehennem ateşlerini. Onun bütün sabrı, şefkati, merhameti ve sevgisiyle sana açtığı kalbi bitmeyen azabını sona erdirdi. Bundan sonra da her şeyin farkında olan insanlar olarak Allah’ın çizdiği çerçevede yaşamak hepimize huzur vermeye devam edecek!’

‘İnşallah!’ demişti Sabır Taşı Cevval’e bakarak.

‘Okyanus Yazarı’nın bu ânı görerek umutlanmasını çok isterdim, elbette okuyacaktı ‘Sıkıntı’yı ve öğrenecekti, ama şu ânda olanları gözleriyle görmesi içinde büyüyen sıkıntılara çok iyi gelecekti.

Onun o derin acısını sade bir şekilde yansıttığı notlarının ne kadar önemli olduğunu görüyordum:

“Yaklaşık yüz yıldır Kuzey-Batı yörüngesinde olan Dünya büyük bir değişim içinde ve Türkiye de bu değişimi Batı'ya entegre kültürü ve algısı ile birlikte ruhunun bütün zerrelerine kadar yaşıyor. Ne yazık ki bu değişim değerler almaşığında iyiye doğru gelişmiyor.” diyordu ‘Okyanus Yazarı’. “Türkiye, Batı'ya rağmen, Batı'nın akış çizgisinden ayrışsa da, kültürünü ve inancıyla kültürü arasındaki bağı korumak konusunda kararlı bir tutuma sahip değil. Felsefemiz, bilimimiz, edebiyatımız, görsel ve işitsel sanatlarımız gibi gündelik yaşantımız, giyim-kuşamımız, evlerimiz, eşyalarımız, beslenme alışkanlıklarımız , 'moda' saplantısı içinde, ne yazık ki kendi doğal akışının dışında bir baskı altında kendi özelliklerini yitirmeye devam ediyor. Şu anda bizi kuşatan ve bize ait olmaktan çıkan kültürümüz görüntümüzle birlikte bizi Batı'nın köksüz, özelliksiz ve ruhsuz basit bir mukallidi olmaktan koruyacak bir güce sahip değil.”

Notlarında bilişsel farkındalık ekiyordu ‘Bekçi’:

“Herhangi bir Avrupalı'dan veya Amerikalı'dan bizi ayıran giyim-kuşamımız mevcut değil. Giydiğimiz, evimizde kullandığımız hemen her şey Batı kültürünün bir uzantısı; çok az şey var artık gelecekte çocuklarımızın evinde olacağından şüphe duyduğumuz... Seccadeler, namazlıklar, rahleler daracık kıyafetlerimizin ve metal-sunta-plastik karışımı eşyalarımızın kovacağı son nesneler olarak duruyorlar evlerimizde.”

İnsanlık için son bir fırsat olarak görüyordu Türkiye’nin yükselişini:

“Türkiye son dönemde ulaştığı küresel bilinirliği, etkisi ve stratejik yaklaşımı ile insanlık için, değerler için, kültürler için, cinsiyetler için ve dinler için son örnek olma fırsatına sahip tek ülke. İşte tam olarak bu yüzden kendi değerlerine, kendi kültürüne, kendi insanına ve kendi dinine ait olanları önemsedikçe ve hayatına yansıttıkça, dünyanın diğer ülkeleri, değerleri, kültürleri, insanları ve dinleri için önemsenecek lider bir ülke olacak ve değişen her şey bütün insanların hayatlarına yansıyacak. Ya da belki de Türkiye bütün bunlarla insanlığa yeni bir bakış açısı kazandıracak. Gerçek, insancıl bir teklifin sahibi olarak etkili bir güç olarak geleceği daha çok etkileyecek.” 


<<Önceki                      Sonraki>>


[18.08.2025, 12/53 (945))]


Seçkin Deniz, 24.08.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı




Takip et: Next Sosyal @seckin_deniz

Takip et: Next Sosyal @sonsuzark


Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı