Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Ardıl bağları ortaya çıkarmak gerekiyordu. Sıkıntı’nın insanlığa kurulan en büyük komployu deşifre etmesi için bu gerekliydi. Özellikle satanizmin bütün aparatlarının kaynaklarını nesnel bir şekilde kullanıyordum; yaptıkları, yazılarında itiraf ettikleri gibi, kendi aleyhlerine birer kanıt oluyordu."
Ve hemen, kendisine benzer özel ajandalara sahip Batılı hemcinsleri gibi, Müslüman kadına yönelik şüpheli feminist faaliyetlerini aklama çabasına giriyordu:
“Pek çok kişi için bu durum içeriden ya da dışarıdan biri olarak konumlanmama ve buna bağlı haklar ve aidiyetle ilgili soruları gündeme getirecektir. Ben aidiyet ve hak sahipliği (haklar ve eşit muamele) konularını tek bir yere sabitlenmiş olarak değil, çoklu olarak görüyorum. Kendimi bir "sınır aşan" olarak görmüyorum, çünkü sınırları sadece geçilmesi gereken sabit varlıklar olarak görmüyorum. Benim için zaman ve mekanda akışkan yapılar olan sınırlar kavramı daha anlamlı, sınır geçişlerini ve müzakerelerini ise tekrarlanan ve döngüsel olarak görüyorum.”
Güney Amerika dahil dünyanın her yerinde milyarlarca Hristiyan, Hindu, Taoist ve Budist kadın aşağılanıp dururken; Hristiyan Batı’da kadın iş, sanat, sinema, porno, fuhuş, ticaret ve finans dünyasının temel bir kazanç nesnesi haline getirilmişken, sorunlarının tamamı sömürgeci emperyalist Batı tarafından üretilen Müslüman kadınların Müslüman erkekler karşısındaki konumu ile ilgilenmek saf bir aktivizmle veya akademik kaygılarla ya da sınırları ‘zaman ve mekanda akışkan yapılar’ olarak tanımlamakla açıklanamazdı.
Badran, satanist Yahudilerin bir projesi olarak feminizmi Müslüman kadınları ayartmak için yaymıştı:
“Feminist kimlikler tek bir yere sabitlenmiş değildir ve aslında İslami feminizm gibi bazı feminizmler tanımı gereği sınırlara meydan okur. Kimlikleri silinmez olarak değil, oldukça gözenekli olarak görüyorum ve aynı anda yaşadığımız çoğul kimliklere sahip olduğumuzun son derece farkındayım.” diyordu Margot Badran. “Ben de İslami feminist kimlik de dahil olmak üzere (ki bu kimlik toplumsal bir kimliğe değil, söylemsel bir konuma bağlıdır) çoklu feminist kimlikleri kabul ediyorum. Bu anlayışlarla ve çok katmanlı ve çeşitli konumlardaki deneyimlerimden yola çıkarak, ulusötesi İslami feminizm olgusuna ve bu olgunun küresel olarak insan hakları ve demokrasinin geliştirilmesine nasıl katkıda bulunduğunu araştırma görevime yaklaşıyorum.”
Direnişli tek kadın figürünün İslam’da olduğunu biliyordu Margot Badran ve küresel çürümeyi önce bu güçlü direnişte sağlayacaktı; ‘ulusötesi İslami feminizm olgusuna ve bu olgunun küresel olarak insan hakları ve demokrasinin geliştirilmesine nasıl katkıda bulunduğunu’ görmek istiyordu.
Ne yazmıştı kitaplarında?
Özetliyordu:
“Çalışmalarım ve süregelen kaygılarım üzerine kısa ve öz bir değerlendirme için iki kitabımdan bahsedeceğim. İslam'da Feminizm: Seküler ve Dini Yakınlaşmalar (Feminism in Islam: Secular and Religious Convergences, Oneworld Press, Oxford, 2008). Müslümanların tarihsel olarak ürettikleri ve seküler feminizm ve İslami feminizm olarak adlandırdıkları iki temel feminist paradigmayı teorileştirdiğim ve analiz ettiğim yirmi yılı aşkın bir süredir yaptığım akademik çalışmalardan bir seçkidir.”
Çok etkileyici bir itiraftı bu. Önemli olan feminizmdi; seküler ya da İslamî, hedefte sadece Müslüman kadın vardı:
“Doğu ve Batı'nın Ötesinde Feminizm: Küresel İslam'da Yeni Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları ve Uygulamaları (Feminism beyond East and West: New Gender Talk and Practice in Global Islam) adlı kitabım, geniş bir çevrimiçi okuyucu kitlesine sahip olan Mısır'daki Al Ahram Weekly'de yayınladığım makaleler başta olmak üzere, kamusal entelektüel çalışmalarımın bir derlemesini bir araya getiriyor. Uzmanlaşmış ve daha genel kitleleri hedefleyen bu iki farklı tür, seküler ve dini, Doğu ve Batı gibi geleneksel ikiliklerin hiçbir anlam ifade etmediği feminizmleri düşünme, yaratma ve yaşama biçimlerini tartışıyor. "Seküler feminizm" ve "İslami feminizm" terimleri, mantıksız olmayan bir şekilde, ikilikleri akla getirebilir, ancak bu terimlerin tarihselleştirilmesi ve yapısöküme uğratılması, her birinin ilk bakışta göründüğünden daha eksiksiz ve daha karmaşık olduğunu ortaya çıkarır ve bu iki kitapta yapılacak hem ortak hem de farklı çalışmalarla feminizmin son derece dinamik ve kesişen modelleri olduklarını gösterir.”
Otuz yılı aşan çabalarının sonucunu gururla anlatıyordu Badran:
“Geniş seyahatlerim ve devam eden araştırmalarım sırasında yakından tanık olduğum üzere, İslami feminizm, yirmi yıldan sonra, çeşitli yerel bağlamlarda insan hakları ve demokrasiyi geliştirme hedeflerini ilerletmeye hazırdır ve gerçekten de şimdiden önemli kazanımlar elde etmiştir, aynı zamanda önümüzde yapılacak çok iş vardır.”
İslam’ın direniş gücü kazandırdığı Müslüman kadın artık aldatılmış ve yenilmişti; feminizmin hazırladığı şeytanın yol haritasına hazırdı. Ancak yine de şeytanın işi kolay değildi; asaletinden sıyrılmış da olsa Müslüman kadının durmayı ve düşünmeyi tercih edeceği bir ruhu vardı. Yahudiler ve Hristiyanlar gibi kadının ruhunun olmadığını iddia eden kültürel şartlanmalarla büyümemişlerdi.
Eli, ‘Büyü, cadılık, moda, çıplaklık, herkese açık erotik danslar ve şarkılar, porno, uyuşturucu, içki, kürtaj, evlilik dışı cinsel ilişkiler, gibi yasaklanmış bütün kötülükler feminizm ve özgürlükler üzerinden din, dil, ırk ayrımı gözetmeden bütün kadınları baştan çıkarmak için kullanılıyor. Tek amaçları var şeytana tapmak ve bütün insanları taptırmak!’ demişti Sabır Taşı’na.
Ardıl bağları ortaya çıkarmak gerekiyordu. Sıkıntı’nın insanlığa kurulan en büyük komployu deşifre etmesi için bu gerekliydi. Özellikle satanizmin bütün aparatlarının kaynaklarını nesnel bir şekilde kullanıyordum; yaptıkları, yazılarında itiraf ettikleri gibi, kendi aleyhlerine birer kanıt oluyordu.
Yaptığım araştırmalarda, bizim dilimizde yayınlanmamış birçok içeriğe rastlamıştım. İnsanlığa kurulan komplo büyü olmadan gerçekleşemezdi.
The Guardian US gazetesinde köşe yazarlığı yapan, Public Intellectual adlı podcast'in sunucusu ve The Dead Ladies Project (Ölü Kadınlar Projesi) adlı kitabın yazarı Jessa Crispin, "Bazen cinsiyet eşitliğini sağlamak için biraz büyücülük gerekir." diyerek cinsiyet eşitliğini yaymak için büyücülüğün gerekli olduğunu yazıyordu, Daily JSTOR’da yayınlanan ‘Feminizmin Gizli Spiritüel Yönü’ (Feminism’s Hidden Spiritual Side) başlıklı yazısında ve "Cadılık ve feminizmin tarihi, hatta genel olarak okült manevi uygulamalar ve siyasi devrimciler, birbirleriyle yakından bağlantılıdır." diyordu.
Kim incelemişti ki bu süreci? Kim anlatacaktı? Din adamları mı, akademisyenler mi? Kimin alanıydı bu? Devletlerin doğrudan ilgilenmesi gereken, insanların bütün haklarına aykırı ve varoluşsal bir tehditti bu aslında.
Ama ya devletler de ele geçirilmişse?
Bekçilerin kaygılarının ne kadar büyük olduğu hiç kuşku duyulmayacak bir şekilde fark ediliyordu. Ben belki de hiç okunmayacak olan bir roman yazarak anlatıyordum olanları, ancak kaç kişi inanmak isteyecekti anlattığım bu gerçeklere?
Zihinsel yetenekleri bütünüyle köreltilmiş insanların sayısı hızla artıyordu. Gözleriyle gördükleri, ruhlarını tamamen kaplamış olan kötülüğü göremeyecek hale geldikleri için de umutsuzluk artan bir hızla yayılıyordu.
Vazgeçmeyecektim. Çünkü kötülüklerini itiraf ediyorlardı, ben onların anlattıklarını ışığın altına sürükleyerek inceliyordum. Hafızamda ayetler vardı, karşımda ise şeytanın bütün oyunları. Kur’an’ın ışığı bütün karanlıkları aydınlatacak kadar güçlüydü çünkü.
'Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise tağuttur (sahte tanrılardır); onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.’ diyordu Allah Bakara Suresinin 257. ayetinde.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: Next Sosyal @seckin_deniz
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.