Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Vatanseverlerle de karşılaşıyordum, vatan hainleriyle de; ama kimsenin alnında ne olduğu yazmıyordu."
Namaz sonrası annem, babam ve karımla yaptığım kahvaltı belki de son yirmi günde yaşadığım en huzur verici anları yaşamamı sağlamıştı. Herkesin seni tanıdığı ve olduğu gibi davranma hakkının olduğu böyle anlar tadına doyulmaz anlardı; açıklama yapmak zorunda kalmazdın, beklenmedik bir davranışla ya da tepkiyle karşılaşma riskin yoktu.
Ağustos aynın nadir karşılaştığımız serin sabahlarından biriydi. Annem stokta kalan son keçi kavurmasına yumurta kırmıştı. Mis gibi kokan çay ve mısır unundan yapılmış sac ekmeği. Ben diğer kahvaltılıklara dokunmadım bile.
Bu gün iyi başlamıştı ve iyi geçeceğini umuyordum. Bân’dan çıkarken güneş yükselmişti biraz, saat 6.45’ti, tarih ise 3 Ağustos 2019. Herkesin tatil yaptığı cumartesi ve pazar günleri benim seyahat ve iş günlerimdi. 9.45’te kalkacaktı uçak. Önce şirkete uğrayacak ve arabayı bırakacaktım, sonra 8.30’da orada olacak şekilde beni Şakir Paşa havalanına bırakacaktı bir arkadaşımız.
Ön pencereler açıktı ve sabahın serinliğini olduğu gibi yüzüme taşıyan rüzgarı okşayarak ilerliyordu araba. Ancak her Ankara yolculuğumun başlangıcında olduğu gibi içimde depreşen o sıkıntıyla başa çıkmak için yine çabalamam gerekiyordu.
Ankara ve diğer bütün başkentler insanların hayatlarını başladığı andan son ana kadar, hatta son andan sonra da kontrol etmek için kurulmuş merkezlerdi ve ben her bir parçası ayrı bir baskı aracına dönüşen devlet aygıtının damarlarında biriken her türlü kanla karşılaşmıştım.
Yıllardır gidip gelmeme, iş görüşmeleri yapmama rağmen hangi kuytuda ne tür tuzaklarla karşılaşacağımı asla tahmin edemiyordum Ankara’da. Vatanseverlerle de karşılaşıyordum, vatan hainleriyle de; ama kimsenin alnında ne olduğu yazmıyordu.
Ankara’nın o kurşundan da ağır olan atmosferinde, en küçük esnafından milyarderine kadar herkes, hizmetlisinden Cumhurbaşkanı’na kadar bütün devlet kademelerini temsilen bürokrasi dünyası ya da siyasî kurumlar, makamlar, büyükelçilikler, düşünce kuruluşları, dernekler binlerce hesabın yapıldığı ve bu hesaplara göre adımların atıldığı bir bilinmezler dünyası gibi görünüyordu bana.
Sadece devlet aygıtının merkezi olmakla kalmıyordu Ankara, aynı zamanda o aygıtın her yerine yerleştirdikleri truva atlarıyla çıkarlarını korumaya çalışan onlarca devletin, küresel şirketin, ABD ve Avrupa merkezli vakfın, legal ve illegal derneğin-yapının-örgütün gizli ve açık operasyonlarının yapıldığı mekanları barındırıyordu.
Herkes her şeye hükmetmek için yarışıyordu ve yine herkes hiçbir şeye tamamen hükmedemeyeceğini bile bile mücadele etmekten vazgeçmiyordu. Günü sonraki güne hazırlamaktı amaçları; devranın döneceği o gün, onlar için beklenen gündü ve o günün ne zaman geleceğini, her seçim döneminde ortalığı saran ve somut bir şekilde gözlemlenebilen hayaller havada uçuşsa da, hiç kimse bilmiyordu. Buna rağmen gece-gündüz her şeyi çıkarlarına göre yönetmek için çabalamaktan vazgeçmiyorlardı.
Beni en çok güldüren yanı da buydu Ankara’nın; diğer bütün başkentlerde olduğu gibi. Kendi bedenine bile hükmü geçmeyen insanın dünyaya ve evrene hükmedeceğine inanması kadar aptalca, cahilce, şeytanca bir şey yoktu. Neredeyse her şeye hükmetmeye çalışan herkesin güvendiği bir veya birkaç doktoru vardı.
Hiç kimsenin hiç kimseye güvenmediği yerlerde başka bir şeyin gerçekleşmesi de mümkün değildi zaten. İktidar partisinin muhalefet partilerine hiç güveni yoktu; kendi içlerinde hiçbir ortak noktaları olmamasına rağmen bütün muhalefet partileri en küçük bir sorunda bile, 2013 Gezi Terörü’nde gördüğümüz gibi, Marksist, Darwinist, ateist, özgürlükçü, liberal, Müslüman ‘sol’ ortak paydasında birleşiyor ve sanki düşman bir ülkenin iktidarı imiş gibi, Türkiye’yi askerî darbelerden, terörden kurtarıp, milyarlarca dolarlık alt yapı yatırımları yapan Erdoğan liderliğindeki İktidar Partisi aleyhine ittifak kurabiliyorlardı.
Erdoğan’ın, onbeş yıl önce, 2004’te, resmî-sivil bu entrika yatağının kullandığı çok yıldızlı bir aparatına karşı hakimiyet masasına sürdüğü keskin kılıç çok hoşuma gitmişti ilk duyduğumda: ‘Kes Ulan!’
Ankara günlerce, hatta aylarca çalkalanmıştı. Demokrasi eğer halkın seçtiği liderin iktidar olması demekse, Erdoğan, acımasız, vicdansız ve halk düşmanı resmî-sivil, legal-illegal bütün yapılara ‘kes’ diyebilme hakkına sahipti. ‘Ulan’ da bu milletin köprüden önceki son çıkış uyarısıydı.
Ankara’ya gidişlerimin tümünde depreşen sıkıntılarımı Erdoğan’ın verdiği bu güven gidermeye yetiyordu; onun vatansever olduğunu ve vatan hainlerinin izine rastladığında da onları hemen sistem dışına iteceğini biliyordum. Çoğunlukla savunma sanayi alanında çalışan şirketlerle iş anlaşmam vardı ve onların önüne konan bürokratik engellerin Erdoğan tarafından nasıl tek tek kaldırıldığına çok şahit olmuştum.
Şahit olduklarım yüzünden bekçilerin bana emanet ettiği her şeyin ne kadar önemli olduğunun, şahit olduklarıma rağmen bilmediğim, farkında olmadığım birçok şeyin de farkına varmıştım. Bütün bunlara rağmen, ne zaman neyle karşılaşacağımı bilmediğim bir başkentti Ankara. Erdoğan’ın her yere yetişmesi, her olan biteni bilmesi mümkün değildi.
Engeller sadece yerel ve sadece bürokratik değildi; ABD ve Avrupa merkezli ambargolar çerçevesinde yerel kurumlar ve şirketler aracılığıyla iç akışa müdahale eden küresel güçler vardı Yahudilerin veya masonların, daha doğrusu Samirîlerin başını çektiği.
Ve yine, Marksist, Darwinist, ateist, özgürlükçü, liberal, Müslüman ‘sol’ yerel medya. Ne kadar çok sıkıntıya sokuyordu ‘sol’ medya bizi ve vatan, millet ve İslam yararına tasarlanan ve yürütülen bütün işlerimizi. Küresel güçlerin bir tetikçisi olarak çalışan bu yerel ve küresel medya organlarının kasıtlı olarak yayınladığı bir haber ya da yorum önümüze sayısız engeller çıkarabiliyordu.
Soğuk Savaş süresince ABD-NATO tarafından düşman olarak tanımlanan, ancak bugün ABD dahil bütün dünyayı yöneten ve Türkiye’de de Müslüman görünümlü bazı yapıların ruhuna sızan ‘Sol’ neydi?
‘Perfectibilists: The 18th Century Bavarian Order of the Illuminati - Mükemmeliyetçiler: 18. Yüzyıl Bavyera İlluminati Tarikatı' (Paperback, 2009) adlı kitabın yazarı Terry Melanson'ın, küresel satanist ağın 'sol' şemasına odaklandığı ‘The Gatekeepers of the So-Called Left -Sözde Sol’un Kapı Bekçileri-adlı bir analizini okumuştum, çok açıklayıcı bir içeriğe sahipti ve Erdoğan’ın ‘Kes Ulan!’ dediği tarihlere dair arka plana erişmemizi sağlayan bilgiler veriyordu.
Henry Adams’tan "Basın, çıkarları söz konusu olduğunda bize yalan söylemekten başka bir amaç gütmeyen paralı bir sistemin kiralık ajanıdır." şeklinde bir alıntı yapmıştı Terry Melanson ve Charles Shaw’ın 16 Mayıs 2005 tarihli bir değerlendirmesini de yazısının girişine eklemişti:
“Geçtiğimiz Şubat (2005) ayında, Amerikan "savaş karşıtı hareket" içindeki en büyük temsili koalisyon olan Barış ve Adalet için Birlik, ikinci yıllık toplantılarından, savaş yanlısı Demokrat Parti ve onların Neoliberal şirket bağışçıları adına partizan amaçlara ulaşmak için "savaş karşıtı" tartışmayı sadece Irak çatışması içine etkili bir şekilde hapseden bir 2005 ‘eylem planı’ ile çıktı. ‘Eylem planları’, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ülkeyi ele geçiren yaygın savaş ve militarizm kültürünün temel nedenleri olan ABD Dış ve Savunma politikasının temel sorunlarından herhangi birini ele almayı reddediyordu.
Bu kararlar, daha geniş bir ‘düzenlenmiş direniş’ modelinin, muhalefetin dikkatlice yönetildiği ve öz, açık veya gizli sansür; inkara dayalı psikoloji, kişisel veya mesleki eleştiri ve misilleme korkusu; ve seçilmiş yetkililer ve kar amacı gütmeyen aktivist sektöre milyonlar akıtan kuruluş vakıfları da dahil olmak üzere yukarıdaki güçlerin baskısı ile kısıtlandığı bir sistemin parçasıdır.
Bu kuruluş parası ve sağladığı erişim, birçok görünürdeki direniş liderinin aniden ve dramatik bir şekilde uzun süredir devam eden ideolojik pozisyonlarını terk etmelerine ve davranışlarını, görüşleri ve değerleri tarih boyunca barış ve adalet hareketlerinin yerleşik adetlerine doğrudan aykırı olan iktidardakilerin emirlerini yerine getirme yönünde değiştirmelerine neden oldu.
‘Sol’un bu ‘direniş liderleri’, ‘savaş karşıtı’ ve diğer ‘ilerici’ hareketlerin tartışmalarını, taktiklerini ve söylemlerini düzenlemek için kaynaklarını ve görünürlüklerini kullanan ‘Kapı Bekçileri’ -etkili ‘ilerici’ figürler- olarak hareket etmektedir.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.