Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Derme çatma fikirler, eleştiri kabiliyetini kaybetmiş bir toplumun ruhunu eritmişti her türlü zulmün ürettiği cehennemde."
Bu sorgulamaya belki okurun da ihtiyacı vardı. Karakterlerden kendisine yansıyan her şeyi sorgulayan bir okur için o ânda bir sonraki sorgulama ânına kadar açık kalacak olan bir etkileşim kapısı aralanıyordu. Çünkü bir roman en çok okunduktan sonra ruhunun derinliklerine yapışan parçacıklarından sesleniyordu okura.
Ben de inmiştim arabadan, ikimizin de kapısı açıktı; arabanın üstünden birbirimize bakarak konuşuyorduk.
‘Sıkıntı, kadını ve erkeği genetik olarak korumayı amaçlıyor; karakterlerin hepsi gerçek hayatla doğrudan ve dolaylı olarak ilişkili, hayalî değil; okura dokunan, okuru yakasından tutup romanın içine alan bir kadın ya da erkek karakter okura kendi aslına uygun bir çağrıya kulak veriyor olduğunu hissettirecek!’ dedim arabanın üstünden gülümseyerek bana bakan Karıma. ‘Sence sen konuştuklarınla, yaptıklarınla özgür bir karakter olarak romanda yer alırken, bu romanı okuduğunda özgür bir şekilde kendini kiminle özdeşleştireceksin? Romanı yazan benim, ancak gerçek hayattan doğrudan ya da dolaylı olarak aldığım bir karakter özgürce davranıyorsa ve ben bunu olduğu gibi yansıtıyorsam, aynı karakter bir okur olarak da özgürce romandaki kendisini yansıtan karaktere bakıyorsa sence özgür olan kim? Yazar mı yoksa kendisi de okuduğu romanın bir karakteri olan okur mu?’
İkimiz de aynı anda kapılarımızı kapatırken karım biraz yüksek bir sesle, ‘Yazar, roman karakteri ya da okur, herkes işte bu araba kadar özgür!’ dedi. ‘İşte bak kapılarını kapattık ve onu kendi dünyasına hapsettik, onunla şimdilik işimiz bitti ve ona ihtiyacımız olana kadar da onu hatırlamayacağız!’
‘Haklısın!’ dedim ona keyifli bir şekilde. ‘Kitaplar da öyle; kütüphanelerde özgür yazarlar tarafından oluşturulmuş özgür karakterler içeren, ancak özgür okurlar tarafından terk edilmiş milyonlarca kitap var!’
‘İnanıyorum ki,’ dedi Karım. ‘Sıkıntı, öyle bir kitap olmayacak, Mühendis!’
‘Hiç sorun değil!’ dedim umursamaz bir şekilde. ‘Herhangi bir insana kendisi için iyi olanı ben seçtirecek değilim; dileyen okur, dilemeyen okumaz.’
‘Katılıyorum sana!’ dedi Karım ciddî bir yüz ifadesiyle. ‘Herkes kendi alacağı dersleri kendisi seçmediği sürece hiçbir çaba işe yaramaz. Terk edilmiş diğer ilahî kitaplara benzemedi mi senin üstüne titrediğin Kur’an? Allah’ın gönderdiği kitapları bile yaldızlı sözler söyleyen kitaplarla değişen insana ne söyleyebilirsin ki?’
‘Yirmi iki insanın bana yüklediği bir sorumluluk var!’ dedim içime çöken hüznün etkisini hissettirerek. ‘Sıkıntı, onların emeklerine saygıyı da içeriyor, bu yüzden o bir romandan daha fazlası.’
Karım, ‘Son bir soru soracağım?’ dedi konuyu değiştirmek istercesine. ‘Romandaki karakterler tamamen gerçek hayattan yansıma mı, yoksa değiştiriyor musun?’
‘Bütünüyle yansıma değil!’ dedim gülümseyerek. ‘Değiştiriyorum, yazarlık özgürlüğümü kullanarak; kim bilir belki İD’de de bulabilirsin senden yansıyan bazı şeyleri, İD gibi bazı karakterlerden de sen yansıyabilirsin!’
‘Eğlenceli bir şey bu sanat!’ dedi Karım yüzündeki sade neşeyi bana hediye ederken. ‘Sen yapınca mühendislik harikası gibi bir şey oluyor olacak!’
‘İltifat en çok sana yakışıyor Hanımefendi!’ dedim yüzüme vuran hararetli hava dalgasına kapılırken. ‘Burası yanıyor, otoparktan çıkalım!’
Cep telefonumun saati 16.22’yi gösteriyordu. Mühendis ve ustalar bizi bekliyorlardı. Güneş enerjisini elektrik enerjisine dönüştüren sistem bir haftadır çalışıyordu ve elektrik enerjisini depolayan pillerde de hiçbir sorun yoktu. Bugün gerekli olan bütün testler yapılmış ve teslimat aşamasına gelinmişti.
Mühendis ve ustaların eşliğinde karımla birlikte yaptığımız kontrollerde, şebekeden gelen elektriği kullanmadan her iki okulun -sonrasında eklenecek olan başka binaların da- bütün elektrik ihtiyacını karşılayabilecek güneş enerjisi siteminin çalıştığını gözlemlemiştim.
Başka bir şirkete de okulların yazın serinletecek, kışın ısıtacak ve sürekli sıcak su sağlayacak ‘Isı Pompaları’ sistemini yaptırmıştık. Bân’da da her iki sistemi kurdurduğumuz için yeterli tecrübeye sahiptik. Bir süre sonra her iki sistem de yüksek maliyetlerini finanse etmişlerdi ve biz kendi elektriğimizi ürettiğimiz için elektrik faturası ödemiyorduk. Bân’da kurduğum sulama ve sera sistemlerinin de elektrik ihtiyacını böyle karşılıyorduk.
İşimiz kısa sürmüştü, şirket çalışanları Kô’dan ayrıldığında saat 17.04’ü gösteriyordu. İkindi namazını kıldıktan sonra bütün işleri neredeyse tamamlanan İlkokul binasını gezdik. Karım keyifliydi. Öğretmen ihtiyacımızı belirlemiştik ve karım müracaat eden öğretmenlerle gerekli görüşmeleri de yapmıştı.
Bu işi tamamen ona bıraktığım için, sadece onun onayladığı personelin mâli hakları ile ilgili görüşmelere katılmıştım; henüz başvuruları da kapatmadığımız için sözleşmeleri de imzalamamıştık. Süreç devam ediyordu. Karım bütün işleri okul müdürüne bırakmayacak kadar heyecanlıydı, ama artık onun da takati kalmamıştı.
Yaptırdığımız müstakil evde ailesiyle birlikte yaşayan bekçimizle vedalaştıktan sonra Kô’dan ayrıldığımızda saat 18.00’a geliyordu. Böyleydi; tatil günü diye bir şey yoktu hayatımda. Her zaman çalışıyordum, yapmam gereken her şey bir işti benim için, profesyonel bir şekilde bakıyordum yapılacak her şeye. Ama bu iyi bir şey miydi artık emin değildim. Yorulduğumu hissediyordum ve karım da bunun farkına varmaya başlamıştı.
Bazen hayatımızın olağan akışının bir parçası olarak gördüğümüz şeylerin bir süre sonra ürettiği sıkıntıların farkına varamıyorduk; ancak herhangi bir sıra dışı olay yaşadığımızda fark ediyorduk, bizim yapmakta ısrar ettiğimiz bazı işlerin başkalarına devredilebilecek işler sınıfından olduğunu.
Oysa hayat bütünüyle çalışılarak geçirilecek kadar değersiz değildi. Ne var ki sıfırdan başladığımız bu yolculukta her şeyi kendimiz yaparak belli bir noktaya gelmiştik; bu da yatarak, tatil yaparak olmuyordu, fedakârlık gerektiriyordu. ‘Hiçbir şeyi hazır bulmamıştık’ demek babalarımıza haksızlık olabilirdi belki ama sıfırdan başlamak bir anlamda gerçeğin en net fotoğrafını çekmemizi sağlıyordu, göçü yolda düzmekten başka bir iş yapmış değildik yüzlerce yıldır.
Derme çatma fikirler, eleştiri kabiliyetini kaybetmiş bir toplumun ruhunu eritmişti her türlü zulmün ürettiği cehennemde.
Karım arabaya bindikten hemen sonra uyuyuvermişti yorgunluktan. Güneş, gözlerimi zayıflayan ışığıyla selamlarken ben de yorulduğumu hissediyordum. Bugün on dokuzuncu gündü aralıksız zihinsel devinimler yaşadığım; ama yapacağım daha çok iş vardı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.