23 Haziran 2024 Pazar

SA10820/SD3157: Sıkıntı (Roman); 8. Bölüm-Dere 4

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Cinselliğini sergilemekten başka bir şeye odaklanmayan ve haz tetikleyicisi olarak düşünen ve yaşayan kadın bu cehennemin baş aktörüydü artık, erkek de tarih boyunca olduğu gibi onun ilk müşterisiydi."

Herkes için beğeni parametrelerini kuşanmak isteyenlerin iki yüzlü ya da ahlaksız olduğunu söylüyor ve soruyordu ‘Dere Yazarı’:

“Sonra? Kadın beğeni ihtiyacını genelleştirmeyi seviyor; herkes beğensin, peki herkes beğenince asıl beğenecek olan nasıl etkilenir bundan? Her beğeninin temel itici gücü arzudur; başka beğenenlerin arzularını tetiklediğinde kadın, erkeğin nevri dönüyor..."

Haksız değildi. 

“Erkeğin nevri döndüğünde neler oluyor? Düşman gibi davranıyor kadına. Bazılarınız bazılarınıza düşman olarak indiğiniz için ve bazı kadınlar bazı erkeklere karşı bir düşman olarak davrandıkları için, onları öfkeden ve kıskançlıktan deliye döndürdükleri için, erkekler de bu düşmanlığın karşılığını tam olarak veriyorlar. Allah'ın sizi nasıl tembihlediğini hepiniz çok iyi biliyorsunuz, sizi özgür bırakmış olması Allah'ın büyüklüğünden, özgürce düşmanlık etmemeniz de mümkün... Niye inatla kavga ediyorsunuz ki; iman etmemişler gibi arzuların kıskacında şeytanla dost olup, nasılsa ölüp gideceksiniz? Anne-babanız da ölümsüzlük arzularının kurbanı değiller miydi? Hem bu beğeniler ve arzular için yapılan şeyler ölümsüzlükle yakından uzaktan ilgili bile değil. Basit çok basit... avret yerlerinizi şeytanın istediği gibi açıyorsunuz sadece...”

Kaç kadın farkındaydı bunun? Herkes eş zamanlı olarak dünyadaki dengesizlikleri görüyordu: Batı’da ve Türkiye’de ve artık geçmişte geleneksel değerleri baskın olan Japonya ve Çin’de, Güney Kore’de erkekler giyinik, yanlarındaki kadınlar ise şeytanın istediği gibi neredeyse tamamen çıplak geziyorlar, çıplak kadınlara bakan erkekler ise ayıplanıyor ya da tacizle suçlanıyorlar.

‘Şeytan yok’ dendiğinde yok olmuyordu; neredeyse çıplak gezen kadınlar, olmadığını iddia ettikleri şeytanın istediklerini yapıyorlardı. Bu karanlığın sonu yoktu ve ne yazık ki aydınlanmış Batı’nın etki alanlarının tamamında din yok olduğu gibi dine bağlı olarak ahlak da algılar ve değerler çerçevesinden uzaklaştırılmış, insanlık sokaklarda olduğu gibi sosyal medyada da sıradan insanların ürettiği içeriklerle sınırsız bir cinsel cehennemle kuşatılmıştı. 

Cinselliğini sergilemekten başka bir şeye odaklanmayan ve haz tetikleyicisi olarak düşünen ve yaşayan kadın bu cehennemin baş aktörüydü artık, erkek de tarih boyunca olduğu gibi onun ilk müşterisiydi.

Fırtına, ikindi namazını kılıp odama geldiğinde ‘Sıkıntı’ ile ilgili çalışmalarımı tamamlamış ve bilgisayarımı kapatmıştım. 

Fırtına, büyük zorluklarla okumuş ve kendisini yetiştirmişti. Babası da ücretle çalışan düşük gelirli bir insandı. Bu çocuk, özellikle liseye geçtikten sonra inşaatlarda, tarlalarda ve kimi zaman da mağazalarda tezgahtarlık yaparak geçirmişti bütün yazlarını. Üniversiteyi bitirmek, iş bulmak ve evlenmek dışında bir amaç edinmemişti. Stajyerliği de bizim şirkette geçmişti, ona bildiğim hemen her şeyi öğretmeye çalışmıştım. 

Şimdi bir şirketi yönetecek becerilere de sahip olan, iyi derecede İngilizce ve Almanca bilen iyi bir bilgisayar mühendisi olarak hayatını sürdürüyordu; ancak yaşadığı bu travma ona bütün hayatını yeniden sorgulatmıştı.

Odama girerken selam vermiş ve ‘Abi iki de orta şekerli kahve söyledim’ demişti. Ben de selamını gülümseyerek almış ve ‘İyi ettin!’ demiştim.

Yarım saat aralıksız konuşmuştu Fırtına. Yükselen ve bazen fısıltıya dönüşen heyecanlı sesi, arada bir gözlerine yansıyan parıltılardan sonra ruhunu parçalayarak gözlerine yığılan karanlıkla boğuşuyordu. Umudu kırılmıştı her şeyden önce, hayalleri yıkılmıştı. Yaşadığı bütün zorlukların sonunda geldiği yerde bunları yaşamak onu çıldırtıyordu.

Annesinin yanında karısıyla her şeyi açık açık konuşmuş ve kararlı bir şekilde, eğer değişmezse, olacak olanları tek tek sıralamıştı. Annesi de onu desteklemiş ve ‘O taptığın Şeyh’in sana bir yuva ve çocuklar verir artık, ananla da babanla da konuştum, eğer aklını başına toplamazsan sana koca da yok çocuk da!’ diyerek kız kardeşinin kızını öfkeyle azarlamış ve tehdit etmişti. ‘Oğluma söyledim, seni boşayacak!’

Fırtına, karısının ilk defa yaptığı hataların sonucundan ürktüğünü söylemişti. Onu umutlandıran da bu değişiklikti. Çünkü karısı geçmişte yaptığı uyarıları hiç umursamamıştı. Artık bir yol ayrımında olduklarını anlamıştı; geri dönüşü olmayan iki yol vardı karşısında.

‘Çocukları Kô’dan almaktan vazgeçti!’ demişti Fırtına sevinçle. ‘Ona bunun yetmeyeceğini o tarikatla bütün ilişkilerini kesmesi gerektiğini söyledim Abi. Bir hafta da süre verdim. Bu süre zarfında çocuklarla beraber annemin yanında kalacak. Ben de pazartesine kadar evimizde yalnız yaşayacağım!’

Zor bir hafta olacaktı herkes için. Ortada masum iki çocuk ve inançları kullanılarak aldatılmış genç bir kadın, bir anne ve bütün bunlara maruz kalan, evine, eşine bağlı genç bir erkek vardı.

Kahvelerimiz gelmişti ve bu kez soğutmadan içiyorduk. Fırtına’nın yüzündeki yorgunluğu gördüğümde kendi yorgunluğum gelmişti aklıma. Kendime de haksızlık ettiğimi fark ediyordum bir süredir. Bu akşam erken uyumayı planlıyordum, ama planladığım bu tür şeylerin hiç de planladığım gibi gitmediğini çokça kez gördüğüm için pek de umutlu değildim.

Fırtına’ya sakin olmasını, iş seyahatini iyi değerlendirmesini söyledim. Çünkü farklı mekânlar, farklı insanlar, farklı meşguliyetler insanın boğulmuş dikkatini yeniden toparlamasını sağlayabiliyordu. Odak bozulmasını onaracaktı bir mühendis gibi; bilişsel yazılım hatalarını giderecekti yapabildiği kadar. Bana verdiği sözü tutacaktı.

Onun umut dolu cümlelerini dinlerken bu güzel ülkede ne kadar çok insanın çarpık eğitim süreçleri tarafından mağdur edildiğini düşünüyordum.

Maalesef ülkemizde çocuklar doğdukları andan bir yetişkin olana kadar geçen sürede aile, eğitim sistemi ve çevre üçgeninde iyi yetiştirilemiyordu; büyüyünce de bütün arızalar evliliğe doluşuyor, kadın ve erkek ruhlarındaki karanlıkları yavaş yavaş birbirlerine yansıtıyorlardı.

Karım bu tehlikeyi görmüş ve okula odaklanmıştı; o da kadındı, Fırtına’nın karısı da. Fırtına’nın karısı karımın iyi çocuk yetiştirmek için açtığı okula giden çocuklarını oradan alıp tarikatın kurslarına göndermek istiyordu. Ne kadar zıtlardı. 

Karım her çocuğun özgür ve iradesi gelişmiş bir şekilde yetişmesini istiyor, Fırtına’nın karısı ise kendi çocuklarının hakkı olan bu özgürlüğü ellerinden alıp bir şeyhin emrine vererek onları köleleştirmeyi düşünüyordu. 

Çıplaklık cehenneminden çıkıp geldiğimiz yerde karşılaştığımız şey aynıydı aslında; ruhunu ve özelini bir tarikata karşı savunmasız hale getirmek de bir tür çıplaklıktı. Tarikatların dayattığı üniforma tipi kara çarşaf bu çıplaklığın bir simgesi oluyordu bir bakıma; kadınların giyinme özgürlüğü ya da tesettür ile doğrudan ilgisi yoktu. Ama tarikat kadını kara çarşafını giyindiğinde cenneti garanti ettiğini düşünüyordu; peki ya eşi, çocukları, anne ve babası? Allah’ın rızası gerçekten bir kara çarşaf giyerek ve bir şeyhe itaat ederek mi elde edilecekti? Allah’ın açık emirlerine karşı ne kadar basit bir şekilde aldanıyordu insanlar…

Kahvelerimiz ve Fırtına’nın söyledikleri bitince ikimiz de ayağa kalktık.

Odasına geçen Fırtına şirkette kalacaktı bu akşam; ben çıkmak için hazırlık yapmaya başlamıştım, ama önce akşam namazını kılmam gerekiyordu. Ezan okunmuştu ve namazı evde kılma planım suya düşmüştü; akşam namazının vakti kısaydı. Mescide doğru yürümeye başladım. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[22.06.2024, (8/9 (696))]


Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 23.06.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı