31 Mart 2024 Pazar

SA10666/SD3062: Sıkıntı (Roman); 7. Bölüm-Vadi 10

   Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Abdest aldığım su soğuktu; canlandırıcı ve uykunun artıklarını yok ediciydi abdest. Sabah namazının vakti yeniden doğuşu hatırlatıyordu her gün; umudu ve iyimserliği. İnsan için umuttan ve iyimserlikten daha iyi bir ilaç yoktu."


Hiçbirimiz içinde yaşadığımız hayatın bize yaşattıklarından muaf değildik; seçmediğimiz bir zamanda dünyaya gelmiştik ve doğduğumuz karmaşada yolumuzu aydınlatacak temel değişmezlere ulaşmaya çalışıyorduk. İyi ve doğru olanı yapmaya odaklanmak çoğunluğun seçtiği şeylerle karşıt oluyordu ve yorucuydu.

Bekçilerin benden beklediklerini bir romanla, kendi hayatımı da katarak yapmaya çalışıyordum; üstün bir insan değildim, doğal olarak insanın zaaflarına da sahiptim ve yazdığım romanı okuyacak olan insanların hayatlarından kopuk bir süreçten bahsetmek havanda su dövmek gibi anlamsız kalacaktı.

Yaşıyorduk ve yaşadığımız her ânın bize yaşattıklarını doğru sorgulamak adına o hayatın dışında imiş gibi yaparak değil içinden anlatmak zorundaydık. Böyle düşünmüştüm ve böyle bir karar vermiştim. Bir sistem analisti olarak kendimi ve ailemi uzak tutabileceğim bir hayatı yaşamadığımızın farkındaydım; ilkelerimizin, inançlarımızın örtüşmediği insanlarla ne kadar az etkileşimde bulunursak o kadar az zarar göreceğini düşünen insanlardan da değildim. Kendimize, ailemize olduğu gibi bütün insanlığa karşı da sorumluyduk.

Ben ve karım, etkileşimde bulunduğumuz iş ve sosyal çevremizin hayat denen kaosun zararlarından uzak kalabileceğini de düşünmüyorduk, önemli olan verdiğimiz kararlardı ve o kararlara uygun bir hayat sürebilmekti.

Sorgulanabilir olan her şeyi sorgulamalıydı insan bana göre. Çünkü cehenneme çevrilmiş bir dünyada yaşamanın umutsuz olmak demek olmadığını biliyorduk; umudumuz Allah’tı. Unutulmuş ve karanlık öğretilerin içine gömülerek etkisizleştirilmiş olan ‘Alemlerin Rabbi’ne karşı sorumluyduk.

Biz Müslümandık her şeyden önce, ama kafamız karışıktı. Öğretilerin çatıştığı, ilkelerin birbirlerini eksilttiği ağır ilerleyen karanlık bir çağda yaşıyorduk. İnsan zihni öğretiler savaşının her ân gerçekleştiği bir meydandı; er meydanı değildi bu meydan çoğu zaman. 

Öğretilerin insanın ilgisine ilk girişlerinde her kabul, retle başlıyordu. Reddin gerekçeleri açıklanırken de kabulün gerekçeleri anlaşılıyordu. Kabulün gerekçeleri anlaşılmadan ret mümkün olmuyordu çünkü. Bir süre sonra ret ile kabul arasındaki fark sistematiği önemini yitiriyordu; ret ve kabul aynı zeminde yaşamayı öğreniyordu.

Tüm öğretiler, açıklanmış ve insan tarafından ötelenmişti. Öğretilerin gelişleri açıklamaya muhtaçtı. Yeni öğreti için de öncekilerin ötelenmesi gerek şarttı. Ve artık hayat, ötelenmiş öğretilerden oluşan bir bütün oluyordu. İnsan hâfızası, ötelenmiş öğretileri insan ihtiyaç duyduğunda iradenin emrine sunuyordu; her öğreti için ötelenmenin kaybolduğu zamanlar mutlaka vardı.

İnsanlar güncelleşen öğretileri yaşamaya karar verdiklerinde hayatları değişiyordu. Ancak; öğretilerin ötelenmesi kaldırıldığında yeniden gelen -hafızadan çağrılan- etkin öğreti, ‘ilk öteleme zamanı’nı kabullenmeyecekti. Ve hayatımızın her anında var kalmaya çalışacaktı. Bu nedenle irademizin, hafızadan çağıracağı en büyük ‘hayat öğretisi’ için iyi karar vermeniz gerekecekti. 

Çünkü çağrılmış öğretileri, yeniden ötelemeye çalışmak insanı kaosa sürüklüyordu. Her öğreti ‘saygı’ bekliyordu. İlk algılandıklarında, hafızaya ötelenirken, insanın davranışlarını olağan karşılamışlardı; ama şimdi çağrıldıklarında insana kızabilir, insanı yıkabilirlerdi. İyi düşünmek gerekiyordu, çağrılmış öğretiler güçlüydü, acımasızdı. Biz İslam’ı yeniden hayatımıza çağırdığımızda artık ondan vazgeçemeyecek kadar bilinçli olmak zorundaydık.

Sabah namazı için kalktığımda, babamın ve annemin balkondan gelen seslerini duyuyordum. Namazlarını kılmışlardı, neredeyse fısıltı halinde sohbet ediyorlardı. Ben abdest alırken karım da kalkmış ve büyük oğlumuzu namaz için uyandırmaya çalışıyordu; küçük oğlumuz için namaza alıştırma Cuma namazlarıyla sürüyordu, vakit namazları için henüz erkendi. 

Yaz gecelerinin kısa boyu, bizi şahitli olan sabah namazı için gerçekten zorluyordu. Ama yenilmiyorduk nefsimize ve kısa gecelere. Bu bir direniş bilinciydi, her türlü engelleyici iç ve dış unsura karşı namazla güçlenme bilinci.

Abdest aldığım su soğuktu; canlandırıcı ve uykunun artıklarını yok ediciydi abdest. Sabah namazının vakti yeniden doğuşu hatırlatıyordu her gün; umudu ve iyimserliği. İnsan için umuttan ve iyimserlikten daha iyi bir ilaç yoktu.

Seyahatlerimin, iş görüşmelerimin ve İD’nin etkilerini zihnimden uzaklaştırmıştı namaz. Oğlum namazdan sonra yatağına dönerken karımla ben annemle babamın sohbet ettiği balkona çıkmıştık. Tan yeri henüz ağarmıştı, güneş kendisinden önce kızıl yansımalarını göndermeye başlamak üzereydi her ân.

Annem yine el örgüsüne dalmıştı; babam yavaş yavaş tespihinin tanelerini çekiyordu dudaklarını hafifçe kıpırdatarak. Selamlaştık, dualaştık kısa bir ân; divana oturduk. Karım mutfağa geçti biraz sonra. Elindeki tepsiye dizilmiş birer bardak sıcak sütle dönecekti; dört tatlı kaşığıyla bir kâse çam balı ve bir kâse dut pekmezi olacaktı tepside.

‘Limon sıkılmış zeytinyağı da getirir misin kızım!’ dedi babam. ‘Sen alıştırdın bizi bu nimete, bir parça da tandır ekmeği zahmet olmazsa!’

‘Hemen, Baba!’ dedi karım ve heyecanla seğirtti yine mutfağa doğru.

Hiç üşenmez ve şikâyet etmezdi; yaşlılara saygının insanın kendisine olan saygısı anlamına geldiğini söylerdi hep. Yaşlıları memnun etmek Allah’ı memnun etmek demekti. Ben de onun anne ve babasına aynı şekilde davranıyordum, kendi annem ve babamdan asla ayırt etmezdim.

Biraz sonra elinde limon sıkılmış soğuk sıkım yemyeşil zeytinyağının parladığı cam kâse ve ısıtılmış tandır ekmeğiyle balkona döndü karım. Yüzüne baktım; dün akşamın gerginliğinden herhangi bir iz yoktu yüzünde, dingindi.

Onun İD ile ne konuşacağını merak ediyordum. Bu gibi anlarda iki kadın ne konuşabilirdi ki? Ancak kendinden çok emindi karım ve rahattı. İD ile herhangi bir sorun yaşanmadan bu sürecin sona ermesini bekliyordum, sabırsızdım, ancak bunu yansıtmaya niyetim yoktu. 

Gün boyu işyerinde beni bekleyen işlerin ağırlığından dolayı da bu görüşmeyi unutacağımı biliyordum. Böyleydim ben; her işi kendi değer aralığında tutar, o işin etkilerinin diğer işlerin değer aralığına taşmasına izin vermezdim, ama bu bir iş değildi, ilk defa böylesine tedirgindim.

Küçük kahvaltıdan sonra ben Bân’dan ayrılmadan hemen önce karım İD’nin telefon numarasını istedi. Ona mesaj göndereceğini ve görüşmek için yer belirleyeceğini söyledi. ‘Emin misin?’ diye sordum tekrar. Karım, ’Endişelenme!’ dedi beni rahatlatmaya çalışarak. ‘İki kadın bir erkeği konuşacağız!’

İki kadın beni konuşacak ve ben endişelenmeyeceğim, öyle mi?

Güneş doğarken bahçe kapısından çıkıyordum arabayla. 1 Ağustos 2019 heyecanlı bir günle açılmıştı sonsuzluğa. ‘Vadi Yazarı’nın buyrukları çınlıyordu kulaklarımda.


<< Önceki                      Sonraki>>


[29.03.2024, (7/21 (647))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 31.03.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı