Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
İD’nin de
benim gibi uykusuz olduğunu fark etmiştim. Az uyumanın getirdiği duygusal
bozukluklar yaşadığımı düşünüyordum; doktorların az ya da parçalı uyuduğumuzda
duygusal dengesizlik ya da coşku üzerindeki beynin prefrontal korteksindeki
baskılayıcı tavrın ortadan kalktığına dair iddiaları doğru olabilirdi.
‘Ne
derdin?’ diye sordu İD ısrarla.
Uykusuzluğa rağmen hafızam berraktı. Sözcüklerimi serbest bıraktım, güneşin ısrarla uzayan ve sertleşen dik bakışlarına aldırmadan.
‘Kim aşkın var olduğunu ve aşkı yaşadığını iddia ediyorsa, o önce hangi aşkı bildiğini ve hangi aşkı yaşadığını anlatmalı!’ dedim. ‘Zira hiç kimsenin aşkı diğerlerinin aşkıyla aynı değildir; eğer aşk varsa tektir; tekse, insan onu hangi hâlle yaşadığını bilemediğinden anlatamaz. Anlatıyorsa aşk o değildir. Herkesin yaşadığı farklıysa, yaşanılanların hiçbiri o değildir veya hepsi odur. İşte bu belirsizlik nedeniyle aşk yoktur. Anlatamıyor ve yaşayamıyorsan o yoktur. Seni her an düşüncelere sevk eden şey aşk değildir. Seni her an heyecanlara gark eden şey aşk değildir. Seni her an beklenemez özleme sürükleyen şey aşk değildir. İnsanın aşk dediği eşidir. Ruhunda büyüttüğün ve sana denk gelen kişide bulduğun senin isteklerine tamamen uyan kendindir. Kendinle bütünleşmek istersin ve sonra buna aşk dersin... Ya değilse nasıl yenilenir aşk dedikleri? Yenilenen şey nedir o vakit? Ve bir daha yenilenmeyecek midir? Eskisi değilse aşk, yenisi mi olacaktır ya da gelecekteki başkası? Aşk yoktur; insanın yaşadıklarının her biri sıradan ve basit şeylerdir, tutkulardır. Denemişsindir bir kez veya çokça kez; engel olduğun vakit kaçar gider aşk dediğin şeyler, hayatın kırmızı urgan ipi sırtından sıyrılarak. Habersizce kalır sende duygularınla yüzleşen kendin...Tek başına ve duygusal; hepsi o kadar!’
‘Ne kadar
karıştırdın aşkı ya?’ dedi İD, masum bir itirazla. ‘Bir kadın bir erkeğe âşık
olur ya da bir erkek bir kadına. Onunla bir arada olmak ister, onunla mutlu
olacağını düşünür. İyi vakit geçirirler, eğlenirler, hepsi bu kadar, sen neler
anlatıyorsun, anlamıyorum!’
‘Ben
karıştırmıyorum, bahsettiğin şey aşk değil, erkek ve kadın arasında olması
gereken temel şeyler, ama eksiği var; ritüellerle boğduğunuz ve var sandığınız
romantizm yok, bir ömür boyu sürsün diye beklemiyorsunuz, fedakâr değilsiniz, Allah
rızası merkezli bir duygu sistematiğiniz de yok. Siz Batılılar aşkı ‘birlikte
eğlenmek’ olarak tanımlıyorsunuz ve aşklarınız bir türlü yerinde durmuyor,
oradan oraya atlıyorsunuz, birinden ötekine geçiyorsunuz sıkıldığınızda.
Doğulularda da aşırı romantizm var, tanrısallaştırıyorlar aşklarını.’
‘Sana
inanamıyorum!’ dedi İD, sanki uzaylılardan bahsediyormuşum gibi. ‘Beni ta
buralara getiren şey nedir o zaman?’
Ona
anlatmalıydım, anlamasını sağlamalıydım.
‘Aşk'ın
parlak, cezbedici dişlerine takılır insanın aklı...’ dedim. ‘Ruhuna insin ister
parlak sivri dişler, uysal ve ihtiraslı. Neredeyse sonsuzca kez dişlesin
ruhundaki özlemi, ötekini dişleyerek birleştirsin kendisiyle. Mavi gök sıyrılır
sayrılarla, sağır, kör ve dilsiz iniltilerle tepesine iner insanın, aşk
deyince... bir kuytu köşede dişlenmek için, hazzın karanlık ışıldaklarında
raksetmek için. İçin için erimek için bir umutsuz derinlikte. Çağıldamak ya da
bir bütünün eş iki parçası gibi yalvarmak bir ötekine. Bir öteki yangın yeridir
ulaşılmayan, ötekinin içinden çıkıp kendine yansıyan aşk. Arsız bir karanlık,
arsız bir öfke, arsız bir teslimiyet; derinliksiz bir heyulâ... elleri,
dudakları, gözleri, saçları, endamı kendine gömen bir karanlık; körleştiren ve
eriten dişlerinde kıvranan tanrısız, pagan bir tutsağın arzusudur aşk.’
Çok hızlı
akıyordu düşüncelerim, aynı zamanda acımasız bir tonda çıkıyordu sesim,
yargılıyordum bütün insanlığın geçmişindeki, şimdisindeki ve geleceğindeki
aşkı.
‘Tanrısız...
tanrıların hangi birini seçeceğini bilemeyen tanrısız... seçimlerinde heyulâ
gezdiren bir tanrısız; heyulâyı insana indiren, insanda dirilten bir
tanrısız... tüm tanrısızların boğulduğu cehennemde aşkın parlak cezbedici
dişleri, ruhunun etini dişlesin isteyen bir sapkın... âşık. Dualarını aşkın
parlak dişlerine kurban veren bir kayıp ruhlu; dudaklarında inim inim inleyen
bir mazlum âşık. Diri tüm nefeslerini heyulânın eteklerinde diz çökerek
söndüren bir zâlim... dişlek bir sapkın; dişlerini aşkın dudaklarından ötekinin
ruhuna saplamak için nöbetler geçiren bir vahşi. Aşk ısırır ötekinin
dudaklarından uzanarak, aşk ısırır gözlerinden ötekini... aşk karanlığını
serper gökyüzüne, karanlıkta izlerini bırakmak için saplar sivri dişlerini. Heyulâ'da
ölür aşk, tutarken ötekinin ellerini; ötekinden fırlayan zıpkınlar bitirir azar
azar derinliğini... aydınlıklarda gezinen bir kör gibi karanlık bakar
hayâllerinden... dişlendiği yerden kanar; kanar kibrin ellerinden. İflahsız
kemirgenlerle bulaşan veba gibi tohum bırakır ötekinin ruhuna... aşk ısırır,
sivri, parlak dişleriyle; dişlerinin izi sonsuza dek derin kalır.’
‘Ama ben
buraya seni görmek için geldim, bu kadar karışık nedenlerim yok!’ dedi İD
yumuşak ve uysal bir sesle. ‘İstemezsen hiçbir şey olmaz. Aşk yok diyorsun,
sonra olmayan bir şey için o kadar çok şey söylüyorsun ki. O zaman aşk var diye
düşünüyorum. Neden bu kadar direniyorsun? Yaşamak senin de hakkın!’
‘Veba gibi
tohum bırakmasını istemiyorum ruhumda!’ dedim. “Parlak dişleriyle ısırmasın
beni, kanatmasın sonsuza dek. İnsanlar olmayan çok şeyi var sayıp onun
üzerinden birbirlerine o kadar çok şey söylüyor ve yapıyorlar ki, ben bütün
bunlara maruz kalan ne ilk insanım ne de son, ama o söyledikleri ve yaptıkları
şeyler yüzünden insanlık acı çekiyor, birbirini sevmekten korkuyor. Çünkü
sınırları koyan Allah’ı değil, Allah’ın koyduğu sınırları ortadan kaldırmaya
çalışan Şeytan’ı dinliyorlar ve birbirlerine zarar veriyorlar.’
‘Hiç böyle
düşünmemiştim!’ dedi İD. ‘Doğru, zarar veriyorlar çoğu kez.’
‘Senin istediğin
aşkı sana verseydim hiç düşünmeden, sence hangi insanlar zarar görürdü?’ diye
sordum cevap bekleyerek.
‘Karın
kıskanırdı, belki de boşanırdınız!’ dedi İD.
‘İlk
kurban karım olurdu, peki ya ben, bugüne kadar inşâ etmek için çok çabaladığım
ben?’ diye sordum. ’Âşık olduğunu düşündüğün, ilkelerimle, değerlerimle,
inancımla yaşamaya çalışan bana ne olurdu? Bir bütün olarak çökerdim. Sonra
çocuklarım, parçalanmış bir ailenin çocukları olarak, olmasını asla
beklemedikleri ve istemedikleri bir kaosa sürüklenirlerdi ve onlarla birlikte
sonsuzu etkileyen olumsuz olgular ve olaylar zinciri başlatılmış olurdu.’
‘Doğru!’ dedi İD hiç duraksamadan. Sonra biraz düşündü ve ‘Evlilik niye var, İslam’a göre rahat seks için. Çocuk yapmak için. Bence bu kavram hiç olmasaydı insanlar daha mutlu olurdu.’ dedi neredeyse fısıldayarak.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.