14 Mart 2022 Pazartesi

SA9589/SD2351: Sıkıntı (Roman); 3. Bölüm-Cennet 18

         Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Ne kadar zordu okullardaki ‘Tarih’ kitaplarında yazılanlardan ‘Tarih’ öğrenilemediğini anlamak. Hangi Tarih kitabı son iki yüz yıldır okullarda okutulan kitapların ve müfredâtın tasarımcısı olan Masonlar’dan ve yaptıklarından bahsedebilirdi ki? Hangi suç örgütü kendi suç tarihinin ve bu suçlardaki sorumluluğunun bilinmesini ister?"


‘Cennet Yazarı’nın yaptığı sosyolojik analiz, zihnimizdeki kırılganlıkların kaynağını sorgulamamız için önemliydi. Küstürmüş ve küstürülmüştük ya da küstürülmüş ve küstürmüştük. Barışmamız gerekmiyordu kırılganlıklarımızla; ancak herkesin gözü önünde gerçekleşen şeylerin sorumlusunu/ sorumlularını bulamadığımız ve hesap soramadığımız için 15 Temmuz’da yüzlerce yıllık öfkemizin ve adalet duygumuzun etkisiyle tanklara karşı çıplak ellerimizle direnmiş ve kazanmıştık. FETÖ Şeytan’ın son elçilerinden biriydi; Masonik organizasyonun kendileri açısından çok iyi tasarlanmış bir silahıydı; onu durdurmuştuk.

Cevval’in Amerikalılarla evlerinde yapacağımız görüşmeye dair rahatlığımın sebebini bir türlü anlayamaması normaldi; çünkü zihnimde olan bitenlerden habersizdi. Bu görüşmeye çok hazırlıklı gidiyordum. Belki de gereğinden fazla hazırlıklıydım, duygularımı kontrol etmem, öfkemi sakinleştirmem gerekiyordu; bunu geçmişte de çok defa yaşadığım için alışkındım aslında, sakin bir ses tonuyla mümkün olabilecek en sert eleştirileri her türlü ortamda rahatlıkla yansıtıyordum. Şu anda da çok fazla bir duygusal ritmim olduğu söylenemezdi.

Yapacağımız görüşmenin detaylarıyla ilgilenen Cevval’e, geçmişinde Mason yemini edip etmediğini sordum. Cevval, sorumu duyar duymaz işini bıraktı, başını sağa çevirdi ve bebekleri kararan gözleriyle bana baktı. Soğuk ve azarlayan bir ses tonuyla, “Eğer o yemini etmiş olsaydım, bu görüşmenin yapılması gerekmezdi ve sen şu an yanımda, en güvendiğim insan olarak benimle bu görüşmeye gidiyor olmazdın!” dedi. “Kafamı ütüleme de şu işi tamamlayayım.”

Onun o kızgın bakışlarına gülümseyerek cevap verdim. Bildiklerini bildiğimi biliyordu, şu an bize uygulanan ambargonun arkasında Masonların olduğunu da. Herhangi bir şehrimizin herhangi bir ticaret odasına üye olmak bir yana, stajyer olarak girip çalışmak için bile o binlerce yıllık ritüelleri yerine getirme zorunluluğunun olduğu yılları çok iyi biliyordum. Karşılaştığım görünmez duvarlarla ne kadar mücadele ettiğimi de. Erdoğan döneminin ilk on yılında da bu duvarların etkisini çok sık görmüştüm; ancak 2010 Eylül Referandumu sonrası çok şey değişmişti.

‘Bekçi’nin yaptığı sosyolojik analizin seslerini duyururken, eksik bırakmamalı ve acısının içimizdeki yankısını tamamlamalıydım, toplumumuza ekilen zehirlerin nasıl sonuç verdiğini görmek can yakıcıydı:

“Bugün devlet eliyle açılan yaraların tedavi günü; TRT bazı mahallelilerin diliyle yayın yapıyor. Devlet tarafından önemsendiklerini gören küçük mahalleliler kuşku türküleriyle sesleniyorlar her yere. Ve her an kendilerine verilen bu armağanın ellerinden alınacağından korktukları için sevinemiyorlar bile. Biz onları bizden birileri yapmaya çalıştık, tüm farklılıklarını tek tek yok ederek, onları İnönü raporuna binâen asimile ederek. Kendi dillerini bilmiyor olmakla övünen o uyduruk asimilasyon nesilleri, kendi ırklarından da utanıyorlardı. Bunu biz sağladık. Ayrışmayı hepimiz büyüttük. Bu ülkenin geçmişi, farklılıklarıyla birbirini sevenlerle doluydu. Belki de diğer ayrışmalardan farklı olarak daha kolay ortadan kaldırılabilecek tek ayrışma bu. Çocuklarımızı evlerimize tekrar çekemeyebiliriz, ama mahallelerimiz arasındaki sevgiyi yeniden doğurabilir ve büyütebiliriz. Belki de o günlerde çocuklarımız da evlerine dönmeyi seçecekler.”

‘Cennet Yazarı’ haklıydı. Birkaç yıl önce bir dostun yazdığı, benim de bazı yazılarımın yayınlandığı internet sitesinde yayınlanan analizi de tam olarak İnönü Raporu’na ve o raporun arka planındaki oyunculara ve Türkiye’nin sorunlarına dâirdi.

O dost şöyle yazmıştı:

“Türkiye’nin sorunlarının tamamı Masonik projelerin birer sonucudurlar. 12 Eylül 2010 referandumu kronikleşen iç ve dış sorunların (değişen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve yeni anayasa çalışmaları) teşrih masasına yatırılmasının önündeki tüm engelleri ortadan kaldırdı; referandumun en önemli sonucu masonların devletin derinliklerinden temizlenebilmesinin yolunun açılabilmesidir. Bu tespitten sonra, sorunlar düzleminde dalgalı bir analiz yapmak ve bu analizin kıvrımlarında gezinmek gerekecektir.”

Ne kadar zordu okullardaki ‘Tarih’ kitaplarında yazılanlardan ‘Tarih’ öğrenilemediğini anlamak. Hangi Tarih kitabı son iki yüz yıldır okullarda okutulan kitapların ve müfredâtın tasarımcısı olan Masonlar’dan ve yaptıklarından bahsedebilirdi ki? Hangi suç örgütü kendi suç tarihinin ve bu suçlardaki sorumluluğunun bilinmesini ister? Binlerce sayfa tarayarak, yalanların arasından gerçekleri ayrıştırmayı ve öne çıkarmayı başarabilenlere hepimiz teşekkür borçluyduk.

“Türkiye’nin Masonik iç sorunlarından en önemlisi Kürt Sorunu. Sorunun ortaya çıkışı Mason localarının kapatıldığı 1935 yılına kadar gider. İsmet İnönü’nün Kürt Sorunu’nu başlatan ünlü raporu 1935 tarihlidir. Bilinen süreci tekrarlamayalım. Gelinen basamakta durum şu: Devlet’in görevlileri ile müebbed hâpis cezası hükümlüsü PKK lideri arasında 90’lı yıllardan beri sürdürülen görüşmelerin Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından resmen kabullenilmesi ile ‘Devlet, teröristlerle görüşme/anlaşma yapmaz.’ anlayışının yıkıldığı bir döneme girildi. Bu yeni dönemden beklenen Kürt Sorunu’nun nihâî çözüme kavuşturulması gibi âfâkî bir sonuç değil; terör saldırılarının sona erdirilmesi gibi açık ve anlaşılır bir sonuçtur. 

Bu sonuç Kürt Sorunu’nun çözüm haritasının daha demokratik/daha kansız formatlarda tartışılabilmesini sağlayacak bir ilk adım olmaktan başka bir değere sahip değildir. Aksi görüşte; Devlet, ‘Kürt Sorunu’nun çözümünü terör örgütü ile görüşüyor olarak lanse edilecek, PKK’yı resmen bütün Kürtlerin temsilcisi olarak tanımış olacak ve PKK ile ilişkisiz, hatta PKK ile düşman diğer Kürtlerin gücendirilmesi gibi mevcutlara ek olarak yeni çözümsüzlük alanları üretilmiş olacaktı. Nihâî olarak da, İktidar Partisi tarafından kazanılmış ve korunmuş çözümcü oy oranları hızla azalacaktı. Bu siyâsî bir riskti ve çözüme katkısı sıfırdı.

Başbakan Erdoğan’ın yüksek perdeden görüşmeleri sahiplenmesi, ‘Bizim konuşmadıklarımızla başkaları konuşur’ ilkesini dillendirmesi ve ilgili suçlamaları kesin vuruşlarla kesmesi bu riski yok etmeye yönelikti. Başbakan haksız değildi. (“Türkiye de Yugoslavya gibi bölünmelidir”, Hans Genscher, Alman Dışişleri Bakanı, 1991 Nevruz’u)”

Ne kadar çok tartışılmıştı Erdoğan’ın terörü barış yoluyla bitirme projesi. Niye başarıya ulaşmadığının da belgesiydi bu tartışmalar.

“Başbakan’ın terör örgütünün temsilcileriyle yapılan görüşmelere sahip çıkmasının nedenleri açıktı. Daha önceki görüşmelerin, siyâsî erkin etki alanında olmadığı, şaibe ile malûl kliklerin söz konusu görüşmeleri kontrol ve koordine ettiği, görüşmelerin yapıldığı dönemde Başbakan’ın şikâyetlerinden anlaşılıyordu. Başbakan şikayetçi idi. Çünkü; devletin temsilcileri ile yapılan görüşmelere rağmen kanlı saldırılar durmuyordu; Ergenekon operasyonlarının ve yargılamalarının seyrine göre hız arttıran/azaltan bir saldırı formatının uygulandığı görülüyordu. 

Ergenekon’un, PKK, Hizbullkontr, Dev-Sol gibi örgütlerle kurduğu organik ilişkilerin medyada sıklıkla tartışılması, görüşmelerin içeriğinin Türkiye’deki tüm açılım söylemlerini sabote etmek amacına matuf olduğu şüphesini somutlaştırdı. 

12 Eylül Referandumu sonrasında Anayasa Mahkemesi ve HSYK gibi iki keskin kılıcın siyâsî otoritenin ensesinden çekilmesi, İktidar Partisi’nin devleti yönetme alanını genişletti. Siyâsî irade Milli Güvenlik Siyaset Belgesini reel temellere oturttu. Devlet tüm kurumlarıyla Kürt Sorunu’nu çözmeye karar verdi. Doğal olarak da eski görüşmeciler yenileriyle değiştirildi. Alınan olumlu sonuçlar görüşmelerin gözden ırak bir şekilde yapılmasını sağladı ve akan kan büyük oranda durduruldu. Kürt Sorunu’nun çözümüne olumsuz katkılarda bulunan AB ülkeleri Başbakan tarafından tazyik altına alındı ve süreç kendi normal tartışma alanına taşındı.”



<< Önceki                      Sonraki>>


 [(13.03.2022, (3/37 (261))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 14.03.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı