21 Ocak 2024 Pazar

SA10542/SD2989: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 40

     Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Köprünün ortasına yaklaşmak üzereydim. ‘Poe Kolyesi’ni elime aldım. Onu eve götürsem de, şimdi, burada baraj gölüne atsam da başıma dert olmuştu. Arabayı zaten dar olan kaldırıma çıkardım ve park ettim. Sağ elimde kolye sol elimde telefon vardı."

Yaşadıklarımın derinlerdeki anlamsızlığı, çekip gidebileceğim bir sadelikte değildi. Bir yerlerde aksama vardı ve ben nedenini bulmaya çalışıyordum. ‘Poe Kolyesi’ aksaklıkların düğümlendiği yerdi; ondan neden iki tane aldığımı henüz anlamış değildim. Biri karım içindi, ya diğeri kimin içindi? İD için mi?

Farkında olduğum zihinsel süreçlerimin hiçbirinde ikincisini İD için aldığıma dair bir işaret yoktu. Ne var ki Poe Müzesi’nde başlayan zihinsel kaosun beni nasıl etkilediğini bilmiyordum. Bilinçaltımın emirleri bana ikincisini İD için aldırtmış olabilirdi.

Böyle bir şey yaşamamıştım daha önce. Bilerek ve isteyerek bunu yapmış olsaydım, şu anda bunları düşünüyor olmazdım.

“Gerçek sizi her zaman incitiyorsa içinizdeki şeytanın çok güçlü olduğunu fark etmelisiniz.” diyordu ‘Bekçi’.  Bu da nefsimin ve İblis’in beni ikna etmeye devam ettiğini gösteriyordu. Zaten hep zihinsel kaos üretip o kaosta daha kolay ikna ediyordu insanları İblis.

Gecenin ışıkları geriye doğru akarken arabanın açık camlarından içeriye dolan nemli sıcak havanın da beni olumsuz etkilediğini hissettim. Bunalmıştım. Camları kapatıp arabanın klimasını açtım. Şirketin bulunduğu yer dağ havasını aldığı için serindi, ama şehir, beton yığınlarından ve asfalttan oluşan bir fırın gibiydi.

Klimanın etkisi ile biraz ferahladım. Bir flüt-piyano resitali açtım arabanın müzik sistemine takılı flash diskten. Tek enstrüman sesi istemiyordum. Notaların iki ayrı enstrümandan aktığı anlarda düşünmek daha az yorucu oluyordu.

Bir günahkâr olduğumu düşünmüyordum, ancak günahın kıyılarında neredeyse zorla tutuluyordum; iradem baskı altındaydı. İD’nin başlattığı şeyi durdurmakta zorlanıyordum. Nefsim ve İblis, İD’nin açtığı yolda beni ikna etmeye çalışıyorlardı.

Biz ayrık kümelerdik İD ile; onun kendisine göre masum iç güdüleri ile girdiği serüven, benim inanç kümeme göre yasaktı ve masum değildi. Onun zihnindeki özgürlük kümesi tutsaklarını sonsuza dek alıkoyan ve iradesini nefsinin ellerine veren bir yanılgılar evreniydi; ‘Ben’in merkeze alındığı yerçekimsiz bir yalnızlık cehennemiydi.

Ben ‘Ben’i merkeze alan hayat algılarından uzaktım. Bana bağlı ne kadar çok insan varsa onların hepsinin duygu ve düşüncelerini rahatsız etmemekle mükellef hissediyordum kendimi; böyle başlamıştım aklımın ilk erdiği anlarda hayata. Böyle de devam ediyordum, kurduğum işi yürütme biçimim de böyleydi, karıma, çocuklarıma ve ailemin diğer fertlerine yaklaşma biçimim de. Hatta İD’ye karşı da aynı sorumluluk duygusunu hissediyordum.

Araba koyu karanlıkların örttüğü baraj gölünün üzerindeki ışıklarla dolu köprüye girdiğinde ‘Peo Kolyesi’ düğümünü çözmüştüm. İkinci kolyeyi İD’ye karşı yükselen sorumluluk duygumun etkisi ile aldığımı anlamıştım. Diğer herkes gibi İD’nin de incinmesini istemiyordum; duyguları onun acı çekmesinin bir gerekçesi olmamalıydı; ancak aynı zamanda onun duyguları başkalarının acı çekmesinin de nedenleri olma hakkına sahip değillerdi.

İD’den etkilenmiş miydim? Şu anda cevaplamam gereken soru buydu. Bugüne dek böyle bir dalgalanmaya maruz kalmamış olan iradem için incitici ve huzursuz edici de olsa gerçeği net bir şekilde tespit etmeliydim. İçimde İD’den etkilenmediğime dair değil, belli belirsiz de olsa tam tersine dair kanıtlar vardı. Bunu karıma nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Hem zaten kim bilebilirdi ki?

Köprünün ortasına yaklaşmak üzereydim. ‘Poe Kolyesi’ni elime aldım. Onu eve götürsem de, şimdi, burada baraj gölüne atsam da başıma dert olmuştu. Arabayı zaten dar olan kaldırıma çıkardım ve park ettim. Sağ elimde kolye sol elimde telefon vardı.

Karımı aradım.

Karım telefonu açar açmaz hemen büyük bir endişeyle nerede kaldığımı sordu. Biraz daha gecikseymişim o arayacakmış. Yolda olduğumu, köprüde durduğumu ve bir elimde bir kolye diğer elimde de telefon olduğunu, kendisine anlatacağım şeyleri sessizce dinlemesini ve konuşmam bittiğinde soracağım soruya tek kelimelik cevap vermesini istediğimi söyledim.

‘Tamam!’ dedi heyecanla.

Olan biten her şeyi bir çırpıda anlattım. Nefes bile almadan dinledi. Onun adrenalinin yükseldiği anlardaki soğukkanlılığını çok iyi biliyordum.

Ben de soğukkanlı bir şekilde sorumu sordum: ‘Kolyeyi göle atayım mı, getireyim mi?’ dedim. ‘Bana tek kelimelik cevap verir misin: ‘At’ ya da ‘getir’!’

Sessizlik sürüyordu ve karım cevap vermiyordu.

Çok beklemedi ama.

‘Sana istediğin tek kelimelik cevabı vermeyeceğim!’ dedi soğuk, buz gibi bir sesle. ‘Kolyemi getir!’

Kahkaha atacaktım neredeyse verdiği ‘iki kelimelik’ cevabı duyunca. ‘İki kelime ama bu!’’ dedim sesimdeki neşeyi saklayarak.

‘Bu da senin cezan!’ dedi içimi dindiren sevgi ve merhamet dolu sesiyle. ‘Çabuk gel, annen-baban, erkek kardeşin ve ailesi buradalar; sana geç cevap vermemin sebebi de bu, mutfağa geçtim.’

‘Tamam!’ dedim, telefonu kapattım, arabama bindim ve hafiflemiş bir şekilde yola koyuldum. Hangi tür psiko-terapi bu düğümü çözebilirdi ki?

‘Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir. Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini va’detti. O, onlara yeter. Allah, onlara lânet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.’ diyordu Kuran, Tevbe Suresinin 67. ayetinde.

Karım da ben de münafık değildik. Allah çektiğim azabı nihayete erdirmişti. Kavram icat etmeye veya anlam kaymalarını düzeltmeye gerek yoktu, diğerlerini çöpe atmak ve ana kaynaktan, Kur'an'dan kavram taşımak gerekiyordu hayata. Konuşmak da yapmaktı, hayata dahil etmek de, yazmak da. Kur'an, insanı yaratan Allah'ın insan için tanımladığı ve kullandığı kavramların insan tarafından olduğu gibi hayata dahil edilmesini istiyordu.

Rûm Suresinin 21. ayeti düşünenler için kusursuz bir çerçeve sunuyordu: 'Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.'


<< Önceki                      Sonraki>>


[19.01.2024, (6/81 (606))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 21.01.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı