26 Mart 2023 Pazar

SA10095/SD2708: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 4

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İD bir bağımlılık oluşturuyor muydu bende? Bilmiyordum; henüz iki gün bile geçmemişti bu travmatik heyelanda, alışkanlıklar oluşmamıştı aramızda ve birbirimizde. Ama çok iyi biliyordum ki insanlar arasında oluşan bağımlılıklar, alışkanlıklara dönüşen günahlarla ve aradaki bağlarla çok fazla ilişkiliydi."

Ama bir şey daha vardı; eğer İD işlek aklının ve kadınlığının verdiği sinerjiyi ve gücü kullanmaya kalksaydı benim için konu tamamen kapanacaktı ve İD sıradan bir iş arkadaşı seviyesine hızla inecekti. Bu konuda tereddütsüzdüm.

‘Bir şey sorabilir miyim?’ dedi İD biraz çocuksu, biraz kadınsı bir seslenişle. ‘Sen neden yiyecek içecek konusunda bu kadar titizsin? Tamam, domuz etini anlıyorum iğrenç, ben de sevmem, ama sen çok önemsiyorsun bu konuları. Neden? Tanrı neden bu kadar çok karışıyor insanların yediğine ve içtiğine, her şeyi Tanrı yaratmadı mı?’

Zihnimde olup bitenlerden haberi yoktu. ‘Sorabilirsin tabi!’ dedim dingin bir sesle. ‘Senden önce milyonlarca insan da sormuştur bu soruları. Abarttığın kadar çok karışmıyor Allah yediklerimize ve içtiklerimize. Her şeyi yarattığı için insana zarar verecek olanlarla ilgili uyarılarda bulunması onun tanrılık sorumluluklarından değil midir? Sana soruyorum; sen leş yer misin, akan kan yer misin, domuz eti yer misin?’

‘Yemem tabi, iğrenç bunlar!’ dedi İD heyecanla. ‘Ama yasaklananlar bunlarla sınırlı değil sanırım.’

‘Bir şey daha var!’ dedim sakince. ‘Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanın etini yememizi yasaklıyor Allah; hepsi bu kadar!’

‘Emin misin?’ dedi beni de şaşırtan bir şekilde. ‘Yahudilerin o kadar çok yasak yiyecekleri var ki, Müslümanlarınki de öyle sanıyordum ben!’

‘Yahudiler’e şımarıklıklarından dolayı özel yasaklar ve cezalar koymuş Allah, biz Müslümanlar için sınırlar o kadar dar değil! Âl-i İmrân Suresi’nin 50-51. ayetlerinde bu durum açıklanmış: "Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmekle beraber size yasak edilenlerin bir kısmını helal kılmak üzere, Rabbinizden size bir ayet getirdim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin; çünkü Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin, bu doğru yoldur" Bundan dolayı eminim, hatta insanlara gönderilen en son kitap olan Kur’an’ı okuyan herkesin on dört yüzyıldır bildiği, ama senin cevabını bilmediğin soruya En’âm Suresi’nin 145. ayetini okuyarak cevap vereyim: ‘De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yemek zorunda kalırsa yiyebilir. Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.’

‘Hepsi bu kadar mı yani? Ben çok daha katı sanıyordum!’ diye şaşırdı İD. Sonra hemen kızdı: ‘Ayrıca çok kötüsün; okumamış olamaz mıyım, görmemiş olamaz mıyım, niye öyle diyorsun?’

‘Ne yiyeceğini ve içeceğini bilmeyen bir insanın ben Müslümanım demesi çok tuhaf değil mi sence de?’ diyerek onu kızdırmaya devam ettim. ‘İnsan bu kadar iğrenç hale gelen gıda endüstrisinin kendisine dayattığı her şeyi sorgulamadan tüketme aptallığına nasıl itiraz etmez?’

‘Bir kere ben her şeyi tüketmiyorum, hatta hiçbir şey tüketmiyorum!’ dedi direksiyona küçük el hareketleri ile vururken. ‘Küstüm sana!’

‘Küs tabi!’ dedim gülümseyerek. ‘İnsana sorumlulukları hatırlatılınca kaçmayı çok sever. Sen neden farklı davranasın ki?’

Cevap vermedi ve gaz pedalına biraz daha bastı. Ben yine içime gömülmüştüm. Fakat biliyordum ki buna uzun süre izin vermeyecekti İD. İki insanın birbirinde ne bulduğunu hep merak etmiştim ve bu konuda çok kafa yormuştum.

Bağımlılıklardan ibaretti insan; suya, ekmeğe, eşe, arkadaşa, günahlara, Şeytan’a, hatta Allah’a bağımlıydı. Bağımlılıklar da alışkanlıklardan dolayı ortaya çıkıyordu. İnsanın hoşuna giden alışkanlıklar bağımlılıklara dönüşüyordu. Allah’a olan bağımlılığı da hoşuna gidiyorsa sürüyordu zaten insanın; aksi halde oluşmuyor ve sürmüyordu. Şeytan insanın hoşuna gitmeyen bir şey önermediği için insan büyük bedeller ödemeden bağımlılıklarını sorgulama gereği duymuyordu.

İnsan genel olarak bağımlılıklarından bıkmıyordu; bıktığı zaman da bunu gerçek bir farkındalıkla sorgulamıyor ve sınırsız, ölçüsüz, akılsız, aynı zamanda tamamen şiddetten oluşan tepkiler veriyordu. Belki psikolojik şiddet, belki fiziksel şiddet, belki de duygusal ya da ekonomik-ticarî şiddet; ama daha çok Şeytan’ı sevindiren tepkilerdi bunlar. Pişman olmak ve tövbe etmek, Allah’ın yoluna dönme kararı vermek çok az karşılaşılan bir durumdu.

İD bir bağımlılık oluşturuyor muydu bende? Bilmiyordum; henüz iki gün bile geçmemişti bu travmatik heyelanda, alışkanlıklar oluşmamıştı aramızda ve birbirimizde. Ama çok iyi biliyordum ki insanlar arasında oluşan bağımlılıklar, alışkanlıklara dönüşen günahlarla ve aradaki bağlarla çok fazla ilişkiliydi.

Biz insanlar günahlarımızdan kopamıyorduk, çünkü günahın ilk bedeli bağımlılıktı; kopmak istiyorduk, ama yeterince kopacak kadar içten olamıyorduk. Öfke yağmuru olup her an her yerde yağmamız bundandı; sıcak ve soğuk çatışıyordu ruhumuzda. Günahlarımız bizi geriye çekiyordu mevsimlerdeki geçişler gibi.

Çocukluğumuzdan ergenliğe geçerken ergenliğimizde aklımızı dürten o masum günahlarımız değil miydi? Ergenlikten gençliğe geçerken de aynı sıkıntılar vardı; gençlikten orta yaşa geçerken de.

Şimdi orta yaşların başındaydım, kafam karışıktı; bu yaşları anlamaya çalışıyordum. İD bu işleri hızlandırmıştı. Anlıyordum ki beterin beteri bir çalkantılı dönemdi bu dönem; ya azdıkça azıp gidiyor insan dibine kadar uçurumların ya da geçmiş her mevsiminde yaşadığı günahlara pişman olup ağlıyordu. Şükür ki uzaktım gençliğin heyecanlarından. Ama İD öyle değildi, hatta öyle bir sorunu ve gündemi bile yoktu.

Orta yaşlarda insanı en çok gençliğindeki günahlar sıkıntıya sokuyordu; onlar tatlı geliyordu yıllar sonra. Sonraki her mevsiminde o tatları yeniden tatmak istediğinde aklı insanı uyarıyordu, günahları ise dürtüyordu ve insan öylece kendi içerisindeki güçlerle çatışıyordu.

İnsanın geriye dönüp o tatlı anları yeniden yaşaması asla mümkün olmazdı, ama her insanın o tatları alabileceği başka zamanlar, başka insanlar vardı; her şey daha kolaydı, her şey daha ulaşılabilirdi ve insan her zamankinden daha zayıftı. Bağımlılıkları güçlüydü, kendisi zayıf...

Orta yaş delilikleri, bu yüzden insanların kendilerini zorlayarak kabul ettikleri, hoş görü bekledikleri günahlarla doluydu; herkes suç ortağınız olma ihtimalindeydi. Sizi onaylayan, size hoş görü gösteren, sizin onu onaylamanızı, hoş görmenizi beklemekteydi ya da az sonra bekleyecekti. Cevval'in ve Mahir’in yaşadıklarını daha iyi anlıyordum. Buradaki sorun anlamanın normal görmeye dönüşüp dönüşmeyeceği sorunuydu.

Oysa insan neyi normalleştirirse sonraki nesile de ister istemez onu miras bırakıyordu; nesiller bu yüzden daha hızlı çürüyorlardı. Çünkü sizin orta yaşta yaptıklarınız onlar için doğruydu ve onlar çocukluktan itibaren de sizin gibi öğrendiklerini tekrar ediyorlardı; sizin hoşunuza giden onların da hoşuna gidecekti. Çalıyorsanız, onlar da çalacaktı, zina yapıyorsanız onlar da yapacaktı. İnsan hangi güzel hasletini nefsinden fırsat bulup sonraki nesillere aktaracak kadar istikrarlıydı ki?

Orta yaş insanının yükü her yaş insanının yükünden daha ağırdı. O yaşta insanlar hem kendilerine mecburdurlar hem de kendilerinden öncekilere ve sonrakilere. Bilirlerdi, tatmışlardı; severlerdi, özlerlerdi. Gelgitleri çoktu, ama gelgitlerin bitmiş olmaları gerekiyordu. Tövbe etmiş olmaları gerekiyordu; huzuru hak etmek için bağımlılıklarından daha çok kopmalılardı. Halatlarını çözmelilerdi günahkâr kıyılardan. Demir attıkları günah çukurlarından çekmelilerdi demirlerini, tekneleri Allah'ın rahmet denizine doğru yelken açmalıydı.

İnsan günaha bulanmış ruhunu, bedenini ya da bir başka ruhu ve bedeni çekip alabilmeliydi düştüğü çukurdan; kirlerini yıkasınlar diye su taşımalıydı onlara, başka bir mevsime geçişlerine yardım etmeliydi.

İnsan zayıf bir varlıktı, onanmak ve anlaşılmak istiyordu; günahsız olmak istiyordu. Ondan daha çok yardıma muhtaç olan kim vardı ki? O yüzden insan kötülüğü değil iyiliği normalleştirmeliydi, sonraki nesile de ister istemez onu miras bırakacaktı; nesiller çürümesin diye. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[25.03.2023, (5/9 (433))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 26.03.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı