Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Ben de durdum, sadece o kadar; ne dönüp geriye baktım ne de bir şey söyledim. Çok hızlı nefes alıp veriyordu. Bana yetişmek için çabalamıştı ve durmadığım için de sinirlenmişti. Çok kötü bir kriz ânı geliyordu. Belki de bu kriz ânından kaçmak istemiştim, ama artık yapacak bir şey yoktu. Bu kasırgadan nasıl hasarsız çıkacaktık, onu düşünmeye başlamıştım.
“Ben
fahişe değilimmm!!!’ dedi İD sesinden kıvılcımlar çıkararak.
İnanamıyordum.
Aklım durmuştu. Bu saçma sapan çıkarıma nasıl ulaştığını anlayamıyordum. Şaşkın
bakışlarla geriye döndüm. Birkaç metre ileride köprünün karşı tarafında öylece
durup bana bakıyordu. Mavi gözlerinde birikmiş gözyaşlarının arasından bana binlerce
itiraz dalgası gönderiyordu. Öfkeliydi, titriyordu, bir elinde boş su ve soda
şişelerinin bulunduğu poşet vardı.
Davranışlarını
sorgular bir şekilde ona bakmaya devam ettim. Hiçbir şey söylemek istemiyordum,
ama bu öfkesinin de anlamsız olduğunu görmesi ve bilmesi gerekiyordu.
‘Köprünün
iki ayrı tarafındayız!’ dedim sakin bir sesle. ’Ve sen saçma sapan bir şeyler
söylüyorsun. Öfkelenmeni gerektirecek hiçbir şey yok. Seni yargılamadım; seni,
aileni ve ait olduğun Hristiyan kültürünü de etkisi altına alan satanist bir
saldırıdan bahsediyordum. Bu satanist saldırının İslam dahil, ilkelerden ve ahlâkî
değerlerden bahseden hiçbir dini birbirinden ayırmadan vahşice saldırdığını
anlattım. Ahlâkî değerlere önem vermediğini söyleyen sensin, ama yine ahlakî değerlere
göre ortaya çıkmış olan bir kavramla bana itiraz ediyorsun. Şeytan’ın seni ya
da herhangi birini, bir erkeği, bir insanı önemsediğini mi zannediyorsun? O
bütünüyle insanlığı hedef alan bir kötülük kaynağıdır, sen ya da başkası onun
istediği şekilde davrandığında fahişeden daha beter olacak; geçmişte belki bir
fahişenin ahlakî değerleri vardı, o değerlere göre fahişe olmaktan utanıyordu,
ancak şu anda insanlığa egemen olan dinsizliğin, değersizliğin, ilkesizliğin,
sefaletin ve ahlaksızlığın içinde ‘ayıp’, mahrem’, ‘utanmak’, ‘fahişe’ gibi sözcükler
yok, tıpkı ‘piç’ diye bir sözcüğün olmaması gibi. Sen neden ‘Ben fahişe değilim’
diye bağırıyorsun ki?’
Gözlerindeki
kıvılcımlar çözülmüştü, ama gerginliği sürüyordu. “Ben fahişe değilim!!!’ dedi
tekrar, ama bu kez sesindeki öfke gücünü yitirmişti. Gözleri dolu dolu
bakıyordu. Güneş sarı saçlarının arkasından ışıldıyordu; alnında birikmiş ter, bir
elinde poşet. Üzülmüştüm. Kolyesi beyaz tişörtünün üstünde belirgin bir şekilde
göze çarpıyordu.
‘Sen
içindeki iyi insanın sana, Şeytan’a ve her yere, her şeye yayılan bütün
kötülüklere itiraz ettiğini görüyorsun, asıl önemli olan bu!’ dedim acı çeken
ruhuna yumuşak bir el uzatarak. ‘İstediği insanla yatıp kalkan insanların iyi
kalmaları beklenemez, ancak sen direnirsen kendine saygını korursun, insanlık
direnirse kendisine saygısını korur. Ben direniyorum, herkesin neden
direnmediğini de anlayamıyorum. Mükemmel bir dünyanızın olmadığını hepiniz çok iyi
biliyorsunuz, o halde neden ısrar ediyorsunuz çıplaklık için, canınızın çektiği
herkesle seks yapabilmek için? Bu kadar zayıf olduğunuz halde, sizi koruyan,
koruyacak olan her türlü ahlakî değeri iterken, reddederken neye güveniyorsunuz?’
‘Dur!’
dedi İD öfkesini güneşe gömerek. ‘Dur artık, duygusuz adam!’
‘Duygu mu?’
dedim şaşırır gibi yaparak ve güldüm. ‘Şeytan’ın hükümranlığının sürdüğü mevcut
Batı ve Doğu kültüründe duygu mu var? Bu inanılmaz bir çelişki. Farkında mısın,
Batı ve Doğu şiiri kaybetti, şiir yazacak bir duyguya sahip değil; bir kadına
şiir yazacak erkek yok artık, kendisine şiir yazılacak kadın da yok. Çünkü
şiirin kaynağı ahlâktır, ahlâkın ürettiği duygudur, aksi halde yazılan şey porno
senaryosu olur. Duygu insanî bir olgudur, Şeytan’ın ve ona uyarak insanlıktan
çıkanların bununla bir ilgisi olamaz… Ben benim kadar duygulu başka birine
rastlamadım Hanımefendi! Ama aklını yitirenlerin ‘duygu’ karmaşasına çok şahit
oldum. Sen de aklını yitirmiş olmalısın.’
Köprünün
iki tarafında durmuş öylece konuşuyorduk. Daha doğrusu ben konuşuyordum, İD
derlediği, topladığı bütün kızgınlıklarını bir çırpıda üstüme dökmek için
çabalarken onu engellemeye çalışıyordum. Biraz komik görünüyordu durum, iyi ki
etrafta bizden başka kimse yoktu.
Alnından
ter akarken, gözlerinde biriken yaşlar kabarmaya başlarken sakinleşen İD yarı
gülerek, ‘Sen şiir yazamaz mısın, ben şiir yazılacak bir kadın değil miyim?’
dedi.
Allah
erkeği ve kadını yaratmıştı, onlara bütün özelliklerini bahşetmişti ve bu yaratılmış
iki temel unsurdan iki zıt örnek, bir nehrin kıyısında, bir adacığa bağlanan
küçük bir köprünün her iki yakasında karşılıklı durmuşlardı ve konuşarak
anlaşabileceklerini sanıyorlardı. Üstelik köprünün iki ayrı yakasında
durduklarının ikisi de farkındaydı.
‘Sen
aklını yitirmiş insanlığın bir parçasısın, aklını yitirmiş olan şiirden ne
anlasın?’ dedim dürten bir dille. ‘Şiir akıllı olanların akıllı olanlara
yazdığı bir şeydir.’
‘Öyle deme!’
dedi İD. ‘Çok acımasızsın.’
Hep
haklıydı, hep başkası suçluydu. ‘Acımasız, kendine bile acımadan, kendi ruhunu
ve bedenini başka insanların elinde paçavra haline getirip uyuşturucudan, alkolden,
antidepresanlardan medet uman ve kendisini ya da başkasını öldüren, doğmamış
çocuğunu bistürilerle paramparça ederek kendi rahminden çıkarttıran ve onu
oradan parçalayarak çıkaran bencil ve duygusuz olandır!’ dedim, geri adım
atmayacaktım. ‘Şimdi bana söyle, bir erkek bir kadına neden şiir yazar?’
‘Onu
sevdiği için!’ dedi İD, kısa, sade ve gerçekten samimi bir şekilde.
‘Evet;
sevdiği için!’ dedim. ‘Sevgi nedir peki?’
Şaşırdı birden,
ne diyeceğini bilemedi, sonra, ‘Bilirsin işte, bir erkek bir kadını nasıl
severse!’ dedi.
‘Sevgi
saftır, ortak istemez, sevdiğinin dokunulmaz olmasını ister, onun duygularının
kendisine yönelmesini ister. Bir erkek sevdiği kadının görülmemiş ve dokunulmamış
saçlarına şiir yazar, öpülmemiş dudaklarına şiir yazar, bin bir örtüyle kaplı
bedeninde salınan belki de bir ağaç gövdesi gibi kalın, ama ona ince gelen beline
şiir yazar, belki de kazara görünen ayak bileğindeki zarafete, narin ellerindeki
ve büyülü parmaklarındaki güle. Kendisinden başkasına bakmamış gözlerine şiir
yazar. Bizim kültürümüzde böyledir. Şimdi neden şiir yazsın ki bir erkek bir
kadına? Yemeğe çıkarlar ve sonra her ikisi de istediği her şeyi alır.’
‘Çok kıskanç,
çok çağdışısın!’ dedi İD gülerek. ‘Ama haklısın da!’
‘Cehennem Yazarı’nın
cümlesi yeniden yankılandı zihnimde: ‘Cehennem ise yaşanmamış olandır ve insan
yaşanmamış olana meyleder sürekli, kurduğu cenneti kendi elleriyle yıkar,
geride kalan cehennemi görmek ister.’ Cenneti yıkmamış ve geride kalan cehennemi
görmek istememiştim, İD kontrolünü kaybetmesine rağmen.
‘Şimdi,’
dedim ve cep telefonumun saatine baktım. ‘Eğer bilerek ve isteyerek çıkardığın
bu kavga bittiyse ve eğer tekrar kavga çıkarmayacaksan, köprünün karşı
tarafında durmaktan vazgeç, öğle namazım geçiyor, saat 15: 22. Ayrıca, Cevval
her an toplantı bitti diyerek haber verebilir, Richmond’dan ayrılabiliriz.’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.