Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
Uykusuzluğun
ağır etkilerini hissedebiliyordum. Ona gülümsedim, sonra dizlerimi saran
kollarımı çektim, ayağa kalktım. Pantolonumu silkeledim ve cevap verdim.
‘Bu elbette hep böyle olmayacak!’ dedim. ‘Nasıl ahlâksız tüm medeniyetler yıkılarak yerlerine yenileri gelmişlerse, şu an ki ahlâksız medeniyetler de çöküp gidecek. İnsanlar gibi milletler ve medeniyetler de sınanır, ecelleri geldiğinde ölürler. İşte Batı medeniyeti tek başına yaşadıkları evlerinde hayvanlar gibi ölüp giden yaşlılarıyla çöküyor. Hayatları sona ererken onları koruyup kollayacak ahlakî değerleri miras bırakmamışlar çünkü. Her türlü ahlak dışılığı özgürce yaşarken ‘Tanrı’nın kendilerini sevdiğini düşünerek’ yaşamışlar. Ve yok olmuşlar. İnsan işte böylesine ahmak bir varlık olabiliyor.’
Öğle
namazı gecikiyordu. İD’yi de daha fazla sıkmak istemiyordum. Ellerimi ceplerime
sokmuş bir şekilde, öylece suya bakarak konuşmaya devam ettim.
‘Neslimizi
korumak için, en azından balıklar kadar sürsün istiyorsak neslimiz, önce biz
insanlar ahlâklı olmalıyız.’ dedim yorgun bir sesle. ‘Ahlâk derken nefsimize
dur diyen ve her türlü inceliği içeren, kaynağını Kur’an’dan alan İslam
Ahlâkı'ndan bahsediyorum. Diğer dinlerin ahlâk anlayışı yeterli olsaydı zaten
Allah’ın son Elçisi Muhammed ve Kur’an gönderilmezdi. Allah’ın ölçüleri ancak
ve yalnız biz insanlar huzur içinde doğalım, yaşayalım ve ölelim diyedir. Bunu
reddedersek kaybeden biz insanlar oluruz, oluyoruz da. Ahlâk insanın dünya ve
dünya sonrası için huzurlu olması için var; ahlâksızlık da huzursuz olması
için... Geçici zevkleri, hazları, zenginliği, gücü huzur sanmamak gerek. Bir
insanın sonsuz bir hayat için ahmak olma hakkı yoktur bana göre... Şems Suresi
7-10. ayetlerde Allah, ‘Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona
kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene
andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp
kirleten kimse de ziyana uğramıştır.’ der. Kendimizi arındırmaz ve kötülüklere
boğarsak huzurlu olmamız imkânsız. Arınma ihtiyacı gittikçe artan günahkâr ve
suçlu olan insanlık meditasyon bozgunu yaşıyor... arkaik döngülerden medet uman
yirmi birinci yüzyıl modern insanı çaresizliğin en büyük kanıtlarından biri
olarak ‘yoga’ ile somut bir tasarımın örneklerini sunuyor.’
‘Yoga’ya
da mı karşısın?’ dedi İD şaşıran bir sesle.
İki elimi
düzleştirerek avuç içlerimi ve parmaklarımı paralel bir şekilde birbirine yaklaştırdım ve
birleştirdim.
‘Bu
haliyle evet; Hinduizm, Budizm ve Jainizm'de var bu ibadet ritüeli. Sekiz
basamaktan oluşan Yoga Sutra’nın üçüncü basamağı olan bedenin kontrol altına
alınmasına yönelik ‘asana’lardaki ibadet ritüellerinden ibaret olan bu arkaik
meditasyona bel bağlayarak yaygınlaşan somut tasarım, şeytanî bir tasarımdır ve
Allah'ın yoluna oturmuş olan şeytanın insanları Allah'ın yolundan saptırdığının
da ispatıdır.’ diye cevap verdim. ‘Oysa hazırlık basamakları olarak kabul edilen ilk
iki basamakta, öldürmemeyi, yalan söylememeyi, hırsızlıktan ve zinadan uzak
durmayı, dünya malına tamah etmemeyi şart koşan ‘yama’ ve dinin emirlerini
yerine getirmek, düzenli ibadet etmek ve kutsal metinleri okuma alışkanlığı
kazanmak, bedeni temiz tutmak gibi standartları olan ‘niyama’ var. Bütün
dünyada yaygınlaşan hangisi sence? Diğer basamaklardan bahsetmeye gerek bile
yok!’
‘İlk iki
basamakta onlar mı varmış?’ diye sordu hayretle İD. ‘Bilmiyordum. Bir moda
olarak hızla yayılıyor Yoga, ama bahsettiğin ilk iki basamak kimsenin umurunda
değil!’
Saat üçe
doğru akıyordu. Ayaklarım çoktan kurumuştu. ‘Gidelim mi?’ diye sordum terleyen
İD’ye. ‘Artık çok sıcak ve namaz geçiyor!’
‘Gidelim!’
dedi neşeyle ‘Bu kadar felsefe yeter sanırım. Biraz da Richmond’u gezelim!’
O da ayağa
kalktı ve Poe poşetini aldı, sekerek ağaca doğru gitmeye başladı. Küçük bir kız
çocuğu gibi narin ve hareketliydi. Yerinde duramıyordu. Beyaz tişörtünün sarkık
kolları ve etekleri kendi rüzgarıyla dalgalanıyordu. Kafamın içi
karmakarışıktı.
Ben de
ağaca doğru yöneldim. Çoraplarımı ve ayakkabılarımı giydim. İD ayakkabılarını
çabucak giymişti. Ve beni bekliyordu sabırsızca.
‘Biliyor
musun?’ dedi İD biraz da kırgın bir sesle. ‘Dün akşamdan beri, benimle ilgili eleştirmediğin
hemen hiçbir şey kalmadı. Beni yargıladın, hayatımı yargıladın, kültürümü, ait
olduğum toplumu yargıladın. Kıyafetlerimi yargıladın. Buna hakkın var mıydı,
emin değilim. Bugüne kadar hiç kimseye beni böyle eleştirmeleri için izin
vermedim. Haklı olduğunu ve samimi bir şekilde davrandığını bilmesem, bugün
burada olmazdım. Bu kıyafetleri de senin için satın aldım. Kızma diye. Bunu
niye yaptığımı da bilmiyorum.’
Ayaktaydım
ve Poe poşetini elime henüz almıştım. Cep telefonuma yine bir mesaj düşmüştü.
Mesajı açmadan önce İD’ye baktım. Başını eğmişti ve sağ eliyle kolyeyi
okşuyordu. Ben onu eleştirmemiştim, yargılamamıştım, ben sadece kendi bakış
açımı ve hayat algımı ona anlatmıştım. Ama o bunu kişiselleştirmiş görünüyordu.
Telefonu cebime
koydum ve hiçbir şey söylemeden Chapel Island’ın çıkışına doğru yürümeye
başladım. Bu sohbetin böyle bir sona ulaşmamış olması gerekiyordu. İnsan
unsurunun herhangi bir sistematik çerçeveye uygun bir davranış sergilemesi
fıtratına aykırıydı, ama bu durum kadınlar için daha inanılmaz bir fıtrat
cazibesine dönüşüyordu; tahmin edilemez oluyorlardı. İçimi büyük bir sıkıntı
kaplamıştı. Saatlerdir kendi kendime konuşuyormuşum diye düşünüyordum. Bu
aptalca bir şeydi.
İD arkamdan
seslendi: ‘Hey, beni bekleeee!’
Beklemeyecektim.
Beklemek istemiyordum, buradan gitmek istiyordum. Zihnimde ilk kez kaymalar
oluştuğunu fark etmiştim. Akıl yürütmelerime yönelik haksız herhangi bir basınç
kendimi kapatmama neden oluyordu. Yine oluyordu bu; uzun süredir olmayan bir
şeydi. Kendimi kapatmıştım. Susmuştum. Namazımı kılmalıydım, biraz uyumalıydım.
İD’ye cevap vermeden yürümeye devam ettim.
İnsan, ben
merkezcil saplantılarının oyuncağı olduğunu ve olacağını Allah’ın ‘yeme’ diye
emrettiği, ancak Şeytan’ın ‘ölümsüzlük meyvesi’ diye tanıtarak kendisini
aldattığı şeyi yediği anda kanıtlamıştı. Bu yaşadığı şey, bu ben merkezcil bakış
tamamen yaratılmış olma sıkıntısından kaynaklanıyordu; iç içe geçmiş yaşantılar
oluşsun diye yaratılıyordu her insan. Bir tek kişi yaratılmamış olsaydı hayatın
tamamı yok olurdu işte; iç içe geçmiş yaşantılardan oluşan sistem eksik olurdu,
her bir insan tarafından akacak olan sonraki zaman eksik olurdu, çocukları, torunları
ve onlarla birlikte onların da sürdüreceği iç içe geçmiş yaşantılar olmazdı. Herkesten
çok boyutlu ve çok karışık bir zaman akıyordu, sonra dünya hayatı oluşuyordu.
Ben hiçbir
zaman ben merkezcil bakmamıştım hiçbir şeye. İD’ye anlattığım onca şey
sonrasında beni kendisini yargılamakla suçlamasına çok kötü bir şekilde kırılmıştım, söyledikleri
kafamın içinde yankılanıyordu: ‘Beni yargıladın, hayatımı yargıladın, kültürümü,
ait olduğum toplumu yargıladın. Kıyafetlerimi yargıladın. Buna hakkın var
mıydı, emin değilim. Bugüne kadar hiç kimseye beni böyle eleştirmeleri için
izin vermedim.’
Hiç
duraklamadan köprüyü geçtim… İD arkamdan geliyordu, ‘Heeey!!!’ dedi son kez ve
olduğu yerde, köprünün öte tarafında durdu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.