13 Kasım 2022 Pazar

SA9927/SD2596: Sıkıntı (Roman); 4. Bölüm-Cehennem 16

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Ayaktaydım ve Poe poşetini elime henüz almıştım. Cep telefonuma yine bir mesaj düşmüştü. Mesajı açmadan önce İD’ye baktım. Başını eğmişti ve sağ eliyle kolyeyi okşuyordu. Ben onu eleştirmemiştim, yargılamamıştım, ben sadece kendi bakış açımı ve hayat algımı ona anlatmıştım. Ama o bunu kişiselleştirmiş görünüyordu."

Uykusuzluğun ağır etkilerini hissedebiliyordum. Ona gülümsedim, sonra dizlerimi saran kollarımı çektim, ayağa kalktım. Pantolonumu silkeledim ve cevap verdim.

‘Bu elbette hep böyle olmayacak!’ dedim. ‘Nasıl ahlâksız tüm medeniyetler yıkılarak yerlerine yenileri gelmişlerse, şu an ki ahlâksız medeniyetler de çöküp gidecek. İnsanlar gibi milletler ve medeniyetler de sınanır, ecelleri geldiğinde ölürler. İşte Batı medeniyeti tek başına yaşadıkları evlerinde hayvanlar gibi ölüp giden yaşlılarıyla çöküyor. Hayatları sona ererken onları koruyup kollayacak ahlakî değerleri miras bırakmamışlar çünkü. Her türlü ahlak dışılığı özgürce yaşarken ‘Tanrı’nın kendilerini sevdiğini düşünerek’ yaşamışlar. Ve yok olmuşlar. İnsan işte böylesine ahmak bir varlık olabiliyor.’

Öğle namazı gecikiyordu. İD’yi de daha fazla sıkmak istemiyordum. Ellerimi ceplerime sokmuş bir şekilde, öylece suya bakarak konuşmaya devam ettim.

‘Neslimizi korumak için, en azından balıklar kadar sürsün istiyorsak neslimiz, önce biz insanlar ahlâklı olmalıyız.’ dedim yorgun bir sesle. ‘Ahlâk derken nefsimize dur diyen ve her türlü inceliği içeren, kaynağını Kur’an’dan alan İslam Ahlâkı'ndan bahsediyorum. Diğer dinlerin ahlâk anlayışı yeterli olsaydı zaten Allah’ın son Elçisi Muhammed ve Kur’an gönderilmezdi. Allah’ın ölçüleri ancak ve yalnız biz insanlar huzur içinde doğalım, yaşayalım ve ölelim diyedir. Bunu reddedersek kaybeden biz insanlar oluruz, oluyoruz da. Ahlâk insanın dünya ve dünya sonrası için huzurlu olması için var; ahlâksızlık da huzursuz olması için... Geçici zevkleri, hazları, zenginliği, gücü huzur sanmamak gerek. Bir insanın sonsuz bir hayat için ahmak olma hakkı yoktur bana göre... Şems Suresi 7-10. ayetlerde Allah, ‘Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.’ der. Kendimizi arındırmaz ve kötülüklere boğarsak huzurlu olmamız imkânsız. Arınma ihtiyacı gittikçe artan günahkâr ve suçlu olan insanlık meditasyon bozgunu yaşıyor... arkaik döngülerden medet uman yirmi birinci yüzyıl modern insanı çaresizliğin en büyük kanıtlarından biri olarak ‘yoga’ ile somut bir tasarımın örneklerini sunuyor.’

‘Yoga’ya da mı karşısın?’ dedi İD şaşıran bir sesle.

İki elimi düzleştirerek avuç içlerimi ve parmaklarımı paralel bir şekilde birbirine yaklaştırdım ve birleştirdim.

‘Bu haliyle evet; Hinduizm, Budizm ve Jainizm'de var bu ibadet ritüeli. Sekiz basamaktan oluşan Yoga Sutra’nın üçüncü basamağı olan bedenin kontrol altına alınmasına yönelik ‘asana’lardaki ibadet ritüellerinden ibaret olan bu arkaik meditasyona bel bağlayarak yaygınlaşan somut tasarım, şeytanî bir tasarımdır ve Allah'ın yoluna oturmuş olan şeytanın insanları Allah'ın yolundan saptırdığının da ispatıdır.’ diye cevap verdim. ‘Oysa hazırlık basamakları olarak kabul edilen ilk iki basamakta, öldürmemeyi, yalan söylememeyi, hırsızlıktan ve zinadan uzak durmayı, dünya malına tamah etmemeyi şart koşan ‘yama’ ve dinin emirlerini yerine getirmek, düzenli ibadet etmek ve kutsal metinleri okuma alışkanlığı kazanmak, bedeni temiz tutmak gibi standartları olan ‘niyama’ var. Bütün dünyada yaygınlaşan hangisi sence? Diğer basamaklardan bahsetmeye gerek bile yok!’

‘İlk iki basamakta onlar mı varmış?’ diye sordu hayretle İD. ‘Bilmiyordum. Bir moda olarak hızla yayılıyor Yoga, ama bahsettiğin ilk iki basamak kimsenin umurunda değil!’

Saat üçe doğru akıyordu. Ayaklarım çoktan kurumuştu. ‘Gidelim mi?’ diye sordum terleyen İD’ye. ‘Artık çok sıcak ve namaz geçiyor!’

‘Gidelim!’ dedi neşeyle ‘Bu kadar felsefe yeter sanırım. Biraz da Richmond’u gezelim!’

O da ayağa kalktı ve Poe poşetini aldı, sekerek ağaca doğru gitmeye başladı. Küçük bir kız çocuğu gibi narin ve hareketliydi. Yerinde duramıyordu. Beyaz tişörtünün sarkık kolları ve etekleri kendi rüzgarıyla dalgalanıyordu. Kafamın içi karmakarışıktı.

Ben de ağaca doğru yöneldim. Çoraplarımı ve ayakkabılarımı giydim. İD ayakkabılarını çabucak giymişti. Ve beni bekliyordu sabırsızca.

‘Biliyor musun?’ dedi İD biraz da kırgın bir sesle. ‘Dün akşamdan beri, benimle ilgili eleştirmediğin hemen hiçbir şey kalmadı. Beni yargıladın, hayatımı yargıladın, kültürümü, ait olduğum toplumu yargıladın. Kıyafetlerimi yargıladın. Buna hakkın var mıydı, emin değilim. Bugüne kadar hiç kimseye beni böyle eleştirmeleri için izin vermedim. Haklı olduğunu ve samimi bir şekilde davrandığını bilmesem, bugün burada olmazdım. Bu kıyafetleri de senin için satın aldım. Kızma diye. Bunu niye yaptığımı da bilmiyorum.’

Ayaktaydım ve Poe poşetini elime henüz almıştım. Cep telefonuma yine bir mesaj düşmüştü. Mesajı açmadan önce İD’ye baktım. Başını eğmişti ve sağ eliyle kolyeyi okşuyordu. Ben onu eleştirmemiştim, yargılamamıştım, ben sadece kendi bakış açımı ve hayat algımı ona anlatmıştım. Ama o bunu kişiselleştirmiş görünüyordu.

Telefonu cebime koydum ve hiçbir şey söylemeden Chapel Island’ın çıkışına doğru yürümeye başladım. Bu sohbetin böyle bir sona ulaşmamış olması gerekiyordu. İnsan unsurunun herhangi bir sistematik çerçeveye uygun bir davranış sergilemesi fıtratına aykırıydı, ama bu durum kadınlar için daha inanılmaz bir fıtrat cazibesine dönüşüyordu; tahmin edilemez oluyorlardı. İçimi büyük bir sıkıntı kaplamıştı. Saatlerdir kendi kendime konuşuyormuşum diye düşünüyordum. Bu aptalca bir şeydi.

İD arkamdan seslendi: ‘Hey, beni bekleeee!’

Beklemeyecektim. Beklemek istemiyordum, buradan gitmek istiyordum. Zihnimde ilk kez kaymalar oluştuğunu fark etmiştim. Akıl yürütmelerime yönelik haksız herhangi bir basınç kendimi kapatmama neden oluyordu. Yine oluyordu bu; uzun süredir olmayan bir şeydi. Kendimi kapatmıştım. Susmuştum. Namazımı kılmalıydım, biraz uyumalıydım. İD’ye cevap vermeden yürümeye devam ettim.

İnsan, ben merkezcil saplantılarının oyuncağı olduğunu ve olacağını Allah’ın ‘yeme’ diye emrettiği, ancak Şeytan’ın ‘ölümsüzlük meyvesi’ diye tanıtarak kendisini aldattığı şeyi yediği anda kanıtlamıştı. Bu yaşadığı şey, bu ben merkezcil bakış tamamen yaratılmış olma sıkıntısından kaynaklanıyordu; iç içe geçmiş yaşantılar oluşsun diye yaratılıyordu her insan. Bir tek kişi yaratılmamış olsaydı hayatın tamamı yok olurdu işte; iç içe geçmiş yaşantılardan oluşan sistem eksik olurdu, her bir insan tarafından akacak olan sonraki zaman eksik olurdu, çocukları, torunları ve onlarla birlikte onların da sürdüreceği iç içe geçmiş yaşantılar olmazdı. Herkesten çok boyutlu ve çok karışık bir zaman akıyordu, sonra dünya hayatı oluşuyordu.

Ben hiçbir zaman ben merkezcil bakmamıştım hiçbir şeye. İD’ye anlattığım onca şey sonrasında beni kendisini yargılamakla suçlamasına çok kötü bir şekilde kırılmıştım, söyledikleri kafamın içinde yankılanıyordu: ‘Beni yargıladın, hayatımı yargıladın, kültürümü, ait olduğum toplumu yargıladın. Kıyafetlerimi yargıladın. Buna hakkın var mıydı, emin değilim. Bugüne kadar hiç kimseye beni böyle eleştirmeleri için izin vermedim.’

Hiç duraklamadan köprüyü geçtim… İD arkamdan geliyordu, ‘Heeey!!!’ dedi son kez ve olduğu yerde, köprünün öte tarafında durdu. 

<< Önceki                      Sonraki>>


[10.11.2022, (4/33 (357))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 13.11.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı