13 Eylül 2013 Cuma

SA407/ KY5-PT3: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 1/3 : Kumpas

Kiziroğlu Mustafa Bey



-3-
Subaşı Macit, has odada sıkıntılı bir gece geçirdiği her halinden belli olan Rıfat Bey’in huzuruna çıktı.

“Beyim!” dedi. “Seyfiye huzurdadır; haber vereyim dedim” 

Subaşı’nın yakınına gelmesi için işaret etti. Yanına oturttu:

“Otur hele.. beklesinler.. Bak a Macit yiğidim.. görüyorsun kendi evimde bile fısıltıyla konuşur oldum.. bizim casustan bir işaret yok mu? Kimdir bu hain? Ben Kiziroğlu’nun atı tarafından uyarıldığına inanmıyorum.. bunu çevremizden biri, bizim toplantımızdan konuşmalarımızdan haberdar biri yaptı.  Hem hatırla bir değil iki değil bu.. o itin inine kaç kez baskın yaptıysak kimseyi bulamadığımız gibi pusuya düşen biz olduk.. aramızda bir hain var bunun başka bir izahı yok..”

“Haklısın beyim.. sizi temin ederim ki yakalanacaktır.. eli kulağındadır..”

“Vaktimiz yok subaşı.. vaktimiz yok Macidim” diye sızlandı Sancak beyi. “Seyfiyeden eksik kimse var mı?” diye sordu.

“Herkes yerini aldı. Eşraftan da Sarı Fuat ile Murat geldi.. Bodur gecikeceğini bildirmiş..”

“Gece uyuyamamıştır deyyus.. ulan bir adam bu kadar salak olur.. ama neylersin işte.. uzaktan da olsa akrabamız sineye çekeceğiz.. E maruzatı olan kaç kişi var..”

 “Fazla değil beyim.. Sarı Fuat’tan şikayetçi yaşlı bir köylü var, değirmenci imiş.. bir iki de esnaf sanırım ekmeğe koyduğunuz narh ile ilgili..”

 “Gözleri doymaz onların.. ya bu Sarı Fuat’tan şikayetçi olan.. kimdir kimin nesidir hangi köydendir?”

 “Kizir köyünden.. Sarı Fuat suyu mu kesmiş ne öyle bir şey.. mühim bir şey değil.” diye cevapladı Subaşı.
Sancak Beyi Macit’in elinden tutup birlikte ayağa kalktılar.

Rıfat bey bıyıklarını burdu, Macit’e, “Kadı önünde bir pot kırmayalım.. bunun hakkında bir şeyler öğrenebildin mi evvelki yerinden?”dedi

“Erzurum’dan bir arkadaşıma mektup yazdım.. daha cevap gelmedi. Ama buradaki davranışlarından pek pek hoşlanmadım. Bu da önceki gibi baldırı çıplaklar ile fazla yüz-göz oluyor.”

 “Bizim ne kem talihimiz var be Subaşı.. desene bununla da işimiz var.. öncekini ne güç-bela hallettik.. desene bu da başımıza bela olacak.. iyice bir huyunu suyunu öğren.. bunun da başına bir şey gelirse payitaht epey şüphelenir. Derler eşkıya bir onlar da yok.. fakat gelgelelim onların kadıları eşkıyaya kurban gidiyor.. izah edemeyiz değil mi Macidim?”

“Doğru söylüyorsun beyim. Ben bu ilk huzurda bir falso olmasın diye gerekli tedbiri aldım. Esnafı ben çağırdım. Koyduğumuz ekmek narhını biraz yükseltmelerini talep edecekler. Biz de tebaanın menfaatine on para daha indirim yaparız.. göz dağı veririz, diye düşündüm. Değirmenci davasında haksız. Onun için ona fırsat verdim. Değirmenci suyu Sarı Fuat’ın kestiğini iddia ediyor. Oysa geçen selde dere yatağı bozuldu o yüzden değirmene su az gidiyor. Değirmenci bunu bir türlü kabul edemedi. Haksızlığı nasılsa gün yüzüne çıkar diye de mani olmadım huzura çıkmasına.”

“İyi düşünmüşsün.. güzel.. haydi bakalım..”

Odadan çıktılar. Huzur’un kapısına vardılar. Nöbetçiler kapıyı açtı. Sancak Beyi önde Subaşı arkada huzura girdiler. Seyfiye saygı ile yerlerinde kıpırdadı. Sancak beyi işaret edip kalkmalarına engel oldu. Baş köşeye geçip oturdu. Sağında yeni kadı Cemalettin Efendi onun sağında Alaybeyi oturuyordu. Solunda da Sipahi Kadir ve Subaşı. Onlardan az ötede geride Sarı Fuat ve Döngel Murat yerlerini almışlardı.

Sancak Beyi kadı Cemalettin’e:

“E.. kadı efendi Sancağımızı beğendiniz umarım.. pek hoştur. Gerçi siz sele denk geldiniz ama seveceksiniz.. eminim..” dedi.

Kadı Cemalettin Efendi genizden gelen bir sesle:

“Oldukça güzel.. yeşillik.. bakımlı bir yer.. gezip tozulacak bir mekan..” karşılığını verdi.

Sancak Beyi “ Tebaayı nasıl buldunuz? İnşallah onları ihmal etmemişsinizdir.” diye yokladı halkla konuştuğunu bilmiyormuşçasına.

Kadı duyup tanık olduklarını anlatmak, gerçekliklerini sormak için vakit erken diye düşünmüş, “ Eh işte her sancakta olan tebaa.. ya selden şikâyet eder, ya susuzluktan.. halinden memnun hiç kimseyi görmedim ki..” demişti.

Sancak beyi başını salladı:

“Haklısınız.. bu alemde halinden memnun birini bulsam secdeye kapanıp daha kalkmazdım.. nerde.. şükrü bilmez bir halkız vesselam! Hocam zatıalilerinizi bir kaç gün önce ziyaret etmeyi düşünmüş fakat fırsat bulamamıştım. Neylersiniz tebaanın işleri her şeyden önce gelir. Hem eşkıya ile uğraş hem sel felaketinden masun olanların dertleri ile uğraş.. inşallah kusurumuza bakmamışsınızdır.”

Kadı Efendi saygı ile:

“Aman beyim o nasıl söz.. siz payitahtı temsil makamındasınız.. söylediklerinizle beni mahcup ediyorsunuz?”

“Ben babamdan böyle gördüm Hocam.. ilmiyeye, ilim erbabına saygıda kusur etme ki iki cihanda da bahtiyar olasın derdi rahmetli babam..”

“Allah rahmet etsin.. mekânını cennet eylesin..” dedi Kadı.

“Cemi cümlemizin!” karşılığını verdi Rıfat bey.. diğer katılımcıları tek tek süzüp başıyla selamlaştı ve “Umarım herkes afiyettedir!” dedi. Hafif bir “Ömrünüze duacıyız beyimiz!” sesi yükseldi. “Eh artık maruzatı olanlar huzur alınsınlar Subaşı..”

Subaşı yerinden kalktı. Huzur’un kapısını açıp dışarı seslendi, “Maruzatı olan huzura gelsin!” diye yüksek sesle üç kere bağırdı. Bir süre sonra dört-beş esnaf ve Macit’in sözünü ettiği kizirli değirmenci başları önde huzura çıktılar. Subaşı kapıyı kapayıp bir adım ilerde yanlarında durdu.

Sancak beyi el edip:

“Ağalar yaklaşın korkmayın.. huzurdasınız.. öyle süt dökmüş kediler gibi de büzülmeyin! Söyleyin bakalım nedir muradınız!” dedi.

Esnaftan bir kişi ileri çıkıp:

“Beyimiz ömrünüze duacıyız.. Allah sağlık ve afiyet versin inşallah.. ağzınızın tadı bozulmasın.. sizden esnaf olarak bir istirhamımız olacak.. eğer lütfedip geçen ay ekmeğe koyduğunuz narhı biraz daha yükseltirseniz bizi mesut edersiziniz.. başkaca bir sıkıntımız yoktur. Ama ekmeğe konulan narh bizi bir hayli sıkıntıya soktu. Tüm esnaf beni bu isteği dile getirmem için aralarından seçtiler..” dedi, başını öne eğdi.

Sancak Beyi yapmacık bir hiddetle ayağa fırladı:

“Bakın a ağalar beni bilmez misiniz? Kendi şahsıma ait servetimi isteseniz kızmam.. öfkelenmem.. ama siz bana emanet edilmiş tebaamın rahatını, huzurunu bozmamı teklif ediyorsunuz.. el insaf.. sel beldemizi ve tabii tebaamızı müşkül duruma sokmuştur. Sizden vergi artırımı isteseydim vergiye itirazınızı anlardım. Hayır. Bu isteğiniz hiç makul değildir. Ve tayin ettiğimiz narhı da pek muhterem evvelki Kadımız uygun bulmuş teklif etmiştir. Size bir garezi olduğunu mu ima edersiniz rahmetlinin? Bunu duymamış olayım.”

Sancak Beyi, Kadı’ya dönerek:

“Bir okka ekmek yetmiş para idi, sizden evvelki Kadımız sizden iyi olmasın sel felaketinden mütevelli 60 para olsun diye teklif etmiş seyfiye de onaylamıştı.. bunda bir yanlışlık var mı hocam?”

Kadı önünde oynanan bu mizansene inanmış gibi yaparak:

“Pek münasip bir şey yapmışsınız.. pek takdire şayan bir teklif olmuş..” dedi.

Sancak beyi esnafa dönerek:

“İşte gördünüz.. yeni kadı efendi de bunda bir yanlışlık görmüyor.. siz ne aç göz insanlarsınız.. on para daha indirim teklif  ediyorum itirazı olan varsa söylesin.. hocam ne dersiniz?”

“Bence uygun..”

“Bizce de yuğun!” dedi seyfiye üyeleri.. esnaf temsilcileri hep bir ağızdan: “Aman beylerimiz ocağınıza düştük.. etmeyin eylemeyin..”

“Sızlanmayı kesin bir namertler.. tebaanın halini görmez misiniz? Subaşı! Toplantıdan sonra tellal çıkarılsın yeni narh duyurulsun.. uymayanı falakaya yatırıp elli değnek vurun! Başka diyeceğiniz yoksa çıkabilirsiniz.”

Subaşı esnafı dışarı çıkarıp kapıyı örttü. Sancak beyi yaşlı değirmenciye:

“E, baba senin derdin nedir? Az beri gel de söyle!”

İhtiyar ihtiyatla bir iki adım attı. Seyfiyedekilere tek tek baktı. Kadı’ya tebessümle baktı.

“Evet seni dinliyorum!” diye seslendi Sancak beyi..

“Allah sağlıklı ömürler ihsan etsin beylerimize.. ben Kizir köyünde değirmencilik yaparım.. Allah’a şükür bir sıkıntım yoktu. Ama selden sonra değirmenim dönmez oldu. Zira seli bahane edip suyun yolunu değiştirdiler.. güya dere yatağını sel değiştirmiş.. oysa suyun yatağını değiştiren Fuat Bey’dir.”

Sarı Fuat hışımla yerinden kalktı.

“Yalan söylüyor bu namert.. yaşından başında da utanmıyor!”

“Otur yerine!” diye ünlendi Sancak beyi.. “Huzurun huzurunu bozarsın.. sanki ilk kez böyle bir yerde bulunuyorsun.. destur almadan, kişi şikâyetini bitirmeden, sorulmadan nahak cevap verirsin.. yakışıyor mu sizin gibi bir Bey’e?”

“Ama beyim..” diye kekeledi Fuat..

 “Aması maması yok Fuat ağa.. aması maması yok.. ihtiyar diyeceğini desin.. sıra sana da gelecek elbet! Söyle baba Fuat ağa derenin yatağını nasıl değiştirir? Fuat ağa bir uğru mudur ki kamuya ait bir malı kendi menfaatine uygun hale getirsin? Bir delilin var mı?”

Değirmenci boynun biraz daha büktü. Dudakları kıpırdadı. Anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. Sancak beyi sesini biraz daha yükseltti:

“Baba dediklerini anlamış değiliz.. yutkunup duruyorsun.. bir şeyler geveliyorsun.. eşraftan muhterem birini mesnetsiz suçlayıp sonra da susuyorsun! Subaşı nedir işin gerçeği senin bu olup bitenlerden bir haberin var mı?”

Subaşı bir süre değirmenciye baktı:

 “Var Beyimiz!” dedi. “İlk önce bana iletildi durum. Değirmene öğütülecek hububat götüren köylülerden geldi şikâyet. Gittim durumu inceledim.. Fuat ağadan şikâyet olduğu için kendisini de alıp değirmenin olduğu dereye vardım. Ki hem sipahi Kadir Bey hem Alaybeyi Remzi bey de katıldı bizlere.. gittik gördük. Sel derenin yatağını tarumar etmiş. Dere yatağı değişmiş. Fuat beyin arazisinin içinden geçer olmuş. Kocaman kayalar düşmüş.. sele kadar Fuat bey o dereden çok cüzi faydalanıyordu. Şimdi değirmene çok cüzi su gider olmuş. O devasa kayaları değil Fuat bey ve birkaç adamı hindin bütün filleri bir araya gelse taşıyamaz bulundukları yere.. bu bir afettir.. hem Fuat bey elinden geldiğince değirmenin mağduriyetini gidermeye de çalışmıştır.. buna şahidim. Ama olmamıştır. Köylü mağdur olmasın diye Fuat bey yeni bir değirmen inşa etmeye başlamıştır. Hem değirmenci Yusuf ustaya kendisinin işletmesini dahi teklif etmiştir. Bunu kendisi de itiraf eder herhalde.”

Sancak Beyi kaşlarını çatıp:

 Ee.. Yusuf usta.. bu söylenenlere ne diyeceksin?”diye sordu.

Yusuf usta yutkundu. Rıfat bey Sipahi ve Alaybeyine hitaben:

“Ağalar siz de gidip görmüşsünüz.. söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? Değirmenci bir şey dedi Subaşı bambaşka bir şey.. sizin fikriniz nedir?” dedi.

Sipahi ile Alaybeyi birbirlerine baktılar.. Alaybeyi:

“Hem Kadir beyim hem ben Subaşı’nın dediklerine harfiyen katılırız. O kayaları sel getirmiş.. derenin yatağı insan eliyle değişecek bir yapıda değil.. hem Yusuf ustaya yeni değirmeni işletmesi için Fuat beyin teklifini biz dahi işittik. Ordaydık..”

“Bak a Yusuf usta ihtiyarlığına veriyorum.. büyüğümsün onun için fazla uzatmayacağım.. eh insanın yaşı kemale erdikçe hafızası çocuklaşıyor.. bir çok şeyi unutuyor, kurduğuna inanıyor.. sanırım senin halde o hal! Sel dereyi elinden almış, sen Fuat beyi işaret ediyorsun. Fuat mı istemiş su kendi arazisinden geçsin.. hem bak yeni bir değirmene kavuşacaksın.. eğer kabul edersen..”

“Benden uzak olsun..” dedi ihtiyar belli belirsiz.

“Ne dedin?”

“Benden uzak olsun.. görüyorum ki elbirliği çoktan yapılmış. Kimseyi suçladığım yok. Fuat bey beni değirmenine ırgat ister.. ben bu yaştan sonra el kapısında sürünecek, iş güveyliği yapacak durumda değilim. Aslında huzura çıkışım bu oyunu bozmak için değil methini işittiğim Kadı Cemalettin efendiye durumumu anlatmak idi. Sizlerden bir fayda gelmeyeceğini biliyorum.”

Öfkeyle ayağa fırladı Sancak beyi..

“Yaşından başından utan bir namert! Bire nankör.. tez bu melunu yıkın falakaya elli değnek vurun!”

Kkadı Cemalettin de ayağa fırlamış Sancak beyinin elini tutmuştu. Bir süre bakıştılar. Rıfat’ın gözleri çakmak çakmaktı. Kadı efendinin alaycı bakışlarında Döngel Murat’ı görür gibi oldu. Kolunu hırsla çekti.

Kadı kendinden emin bir sesle:

“Aman beyimiz.. öfke sizi esir almasın! Yaşına hürmeten affedin.. sizin de buyurduğunuz gibi yaşlılıkta kemale eren sadece yaş oluyor.. ne akıl ne hafıza bu kemaliyetten payını alamıyor!”dedi

Sancak beyi bir süre daha baktı Kadı efendiye. Elini indirdi. Subaşının yaka paça dışarı çıkarmaya çalıştığı değirmenciye dönüp:

“Verilmiş sadakan varmış ihtiyar melun.. kadı efendiye dua  et.. subaşı vazgeçin falakadan.. on beş değnek vurun evine gönderin.. belki aklı başına gelir de bir daha böyle bir densizlik yapmaz..” diye bağırdı.

Subaşı ,“Emrin başım üstüne beyim!” dedi, değirmenciyi adeta sürüyerek çıkardı dışarı.

Toplantı bitmiş herkes bey konağından ayrılmıştı. Döngel Murat atına binmek üzereyken subaşı nefes nefese kendisine yetişmişti.

“Murat Ağa beyimiz sizinle görüşmek ister. Eğer bir işiniz yoksa ikindi kahvesini kendisiyle içmenizi arzu ediyor.”

Murat başını sallayıp, “Eh madem öyle murat etti beyimiz gidelim. Benim için şereftir. Ha başka kimse olacak mı?” dedi merakını gizleyerek.

“Yok!” dedi subaşı.. “Sizinle baş başa görüşecek.. dün  geceden beri size muhabbeti oldukça arttı beyimizin. Ve hatta kendi kendine hayıflanıp durdu meğer bir sadık yaren varmış o da Murat bey.. bunca zaman niye ihmal etmişim.. niye görememişim böyle meziyetli birini, deyip durdu.”

Murat bey tebessüm ederek:

“İltifat etmişler.. gidelim bakalım.. ha Subaşı Hamza beyimiz niye gelmedi huzura.. rahatsız falan olmasın!” dedi

Dudak büküp başını salladı Subaşı:

 “Valla beyim benim de bir malumatım yok.. kahyası ile gecikeceğini bildirmişti ama niye gelmedi bir bilgim yok..”

 “Hasta olmasın!”

“Sanmam.. öyle olsa haber verirdi.. nasılsa öğrenirim!”

Konağa doğru yürüdüler.  Sancak Beyi has odada kendisini bekliyordu. Yalnızdı. İçeri girince kendisine doğru gülerek yürüdü. Sağ elini iki eliyle kavradı:

“Ne iyi ettin de geldin! Beni kırmadığın için ne kadar teşekkür etsem azdır!”

Murat saygı ile eğildi:

 “Aman beyimiz kulunuzu şımartıyorsunuz.. siz emrettiniz bize icabet etmek düşerdi.. biz de bize düşeni yaptık.”

“Hep böyle saygılısındır.. gıpta etmiyorum desem yalan olur.. buyur şöyle pencere önündeki kerevete oturalım..”

Pencere önünde karşılıklı oturdular. İki nargile hazırlatmıştı Rıfat bey. Murat pencereden dışarı baktı. Şehir gözleri önüne serilmişti. Hoş bir manzaraydı.

Rıfat Bey:

“Güneşin doğuşunu batışını izlemek hoşuma gidiyor.. o yüzden buraya böylesi bir kerevet yaptırdım. Ne zaman içim daralsa kendimi buraya atarım. Buyur nargile sönmesin..” dedi.

Mahcup tavırlarla nargileye uzandı marpucu eline aldı Murat. Rıfat Bey’in sipsiyi ağzına götürmesini dumanı dışarı üflemesini bekledi. Rıfat’ı böylesine aciz görmemişti Murat.

“Sizi böylesine sıkkın görmemiştim beyim!” diye merakla sordu. Beyin cevaplamasını beklemeden sürdürdü konuşmasını “Umarım hanede sıhhatle ilgili bir husus değildir sıkıntınızı sebebi..”

Rıfat bey başını dışarı çevirip ufka baktı. Derin bir nefes çekip Murat’a döndü.

“Şükür mü demeli.. başka şey mi demeli bilmem amma hanemizde sıhhat ile ilgili bir derdimiz yok.. gel gör ki durum ortada. Akıl sıhhatimiz bir kuş gibi uçmak üzere!”

“Aman Allah korusun beyimiz.. dünya dertleri çabuk geçer.. mutlak bir hal yolu bulunur.”

 “Bulunur elbet.. elbet bulunur.. aha işte huzurda gördün.. Beylerbeyinin payitahtın gözleri üzerimizde.. sadece gözleri üzerimizde olsa iyi.. Allah inandırsın ben yağlı ilmeği boynumda hisseder oldum şu Kiziroğlu eşkıyası yüzünden..”

“Siz güçlü kuvvetli birisiniz beyim.. ne vartalar atlattınız.. daha neleri de karşılayacak güçtesiniz..” dedi, derin bir nefes çekip dumanı aşağı doğru üfledi.

Rıfat bey marpucu kucağında tutmuş dalıp gitmişti.

“Beni sınıyor!” olmalı diye geçirdi içinden Murat. Böylesine kapıp koy verdiği görülmüş şey değildi.

“Bence huzurda olan büyütülecek bir şey değil. Yeni kadımız duyduğum kadarıyla hakkaniyetli biri imiş.. hem narh olayı bence beyliğinizi onun gözünde oldukça yüceltmiştir. Dedikodulara kulak asacak biri gibi gelmedi bana.”

“Bilmem.. bu adam geldiğinden beri sen de farkındasındır baldırı çıplaklarla haşir neşir.. mutlak onu buraya gönderenler sadece kadılık yapsın diye göndermemişlerdir. Besbelli bir şeylerden şüpheleniliyor.. Allah için şüphelenilecek neyimiz var..” dedi ve sustu.

Murat ağırdan alıp herhangi bir şey söylememiş, başını sallamakla yetinmişti. Rıfat’ın daha da açılıp saçılmasını böylece eline epey koz geçmesini umuyordu.

“Bir şey demedin Murat ağa.. dalıp gittin!” sözleriyle güya daldığı düşüncelerden sıyrıldı ve:

“Evvelki kadının Kiziroğlu’nun aveneleri tarafından öldürüldüğüne dair yeterli kanıtlar sunamayışımızın birilerini işkillendirmiş olması muhtemel..” dedi. “Ama yine de hem alaybeyinin hem subaşının, hem dizdarın kesin kanaatleri böylesi bir şüphenin yaşamasına manidir. Bence tasalanmamalısınız. Kadı’nın katlinden en fazla fayda bulan Kiziroğlu olmuştur. Böyle olduğunu görmeyenin gözü kör demektir. Bence kadı için fazla tasalanmayın.. ben Bodur Hamza’nın bir densizlik yapmasından çekiniyorum.”

Susup Rıfat’ın tepkisini görmeyi bekledi. Bibisinin oğluna toz konduracak mıydı acaba? Bakıştılar.

 “Hiç dertlenme Murat Ağa” dedi Rıfat Bey. “O ahmağı ciddiye bile alma!”

“Bugün huzura niye gelmedi.. bir delilik edip yaralı yılana saldırmaya kalkarsa büsbütün azdırırız. Bence bir süre suyundan gitmeli. Bak şu narh işi Kiziroğlu’nun da kulağına gidecek ve bir süre bizimle uğraşmayacaktır. Ne de olsa yaptıkları bütün işlerin tebaanın yoksulları için olduğunu işler durur. Bu narh işi bence çok güzel düşünülmüş yapılmıştır. Bize soluk aldıracaktır. Ama gelgelelim Bodur Hamza bu işi bozacak diye bir his var içimde.”

“Bir bildiğin mi var hele açık de Murat ağa!” dedi gözlerini belertip.

“Huzura gelirken uzaktan gördüm Hamza’yı on beş yirmi kadar atlı ile kizire doğru gidiyordu.”

“Bak a ahmağa.. dediğin doğru. Subaşıyı peşi sıra yollarım.. biz ne yapacağız Murat ağa.. böyle daha ne kadar bekleyeceğiz?”

 “Destur verirseniz benim bir planım var. Onu uygulayalım.” diye cevapladı Rıfat’ı.

Rıfat sevinçle:

“De hele Murat ağa.. de hele.. aklı başında bir insanla konuşmak içini ferahlatıyor insanın.” dedi.

“İltifat ediyorsunuz beyim. Şimdi ben diyorum ki sizin halayık Şehrinazı çaşıtlık suçundan suçlayıp idam kararı veriniz.”

Rıfat öfkeyle ayağa fırladı:

 “Ne.. Şehrinaz çaşıt mı? Vay melun karı!”

Hemen atıldı Döngel Murat:

 “Tövbe beyim.. kızcağızın bir günahı yoktur. Kumpas için. Siz güya çaşıt diye suçlayacak idamına hükmedeceksiniz ben aracı olup idamdan sizi vazgeçirmiş olacağım. Tabi siz Şehrinaz’ı kapı dışarı edeceksiniz. Hatta bana vereceksiniz gözüm üzerinde olsun diye. Ben de Şehrinaz’ı kızım Aysema’nın hizmetine vereceğim. Ve Aysema’nın Kiziroğluna kaçmasını sağlayacağım. Şehrinaz’la birlikte kaçacaklar. Bunu Şehrinaz ayarlayacak. Böylece ikisi birlikte kurdun inine girecek. Ve Şehrinaz Kiziroğlunu zehirleyecek.”

“İyi de Şehrinaz bakalım kabul edecek mi?”

“Ben ağzını yoklatmıştım.. bu plana sadık kalacaktır. Dediklerimizi harfiyen yapacaktır.”

Sustular. Nargilenin fokurtusu egemen olmuştu odaya. Rıfat batmaya durmuş güneşe baktı.

Bu hinoğlu hin acaba kendisi için ne planlar yapmıştır, yapıyordur kim bilir, diye düşünüyordu. “Bu adamın elinden ab-ı hayat bile içmem!” diye iç geçirdi.

“Sen bu zehir işine iyiden iyiye takmışsın be Murat ağa!” dedi mırıltıyla başını çevirmeden.

Murat omuzlarını silkti:

“Şimdilik başka bir yol aklıma gelmiyor. Kiziroğlu denen eşkıya ne cengâverleri sırt üstü yıktı. Kimini kendine ram etti, kiminin cendeğini yuvarladı bir hendeğe.. bunları Zatıaliniz de biliyor. Onun yanına sokulmadan alt edecek bir yol aklıma gelmiyor.. hoş bir başka planım da var ya.. o bu plan işlemezse devreye sokabiliriz. Amma biraz tehlikeli!”

Rıfat bey merakla sordu:

“Nasıl bir plan.. hele anlat!”

“Dedim ya biraz tehlikeli.. malum bolu taraflarında da Köroğlu namlı bir eşkıya vardır. O dahi baldırı çıplakların hakkını savunduğunu ilan etmiş, bolu sancağına eşrafına kök söktürür olmuştur. Biz bir hile ile bu iki eşkıyayı kapıştırıp ikisinden de kurtuluruz,  diye kuruyorum.”

“Nasıl kapıştıracağız.. dediğin gibi pek tehlikeli.. ikisi bir olup üstümüze gelirse Allah mahfaza..”

Murat tehlikeli olduğunun kendisinin de farkında olduğunu belirtti. Ama bu iki eşkıyayı kapıştırmanın pek kolay olacağını iddia etti.

“Beyim..” dedi Döngel Murat. “Köroğlu’na güya Susuz halkından bir temsilci göndereceğiz. Aklıma gelen sizin seyis Serdar. Niye dersen bu sizin seyisin babası Babür Köroğlu’nun babasının ahbabıydı sanırım. Malum Köroğlu denen eşkıyanın babası Deli Yusuf da bir at yetiştiricisiydi. Zaman zaman bizim buralara da gelirdi at için. Geldiğinde de herhangi bir hana uğramaz doğrudan Babür’e konuk olurdu. Beylere eşrafa selam vermez cıbılın kabadayısı, delinin tekiydi bu Yusuf seyis. İyi hatırlıyorum bir gelişinde oğlu Ruşen Ali’yi de getirmişti. Ben o sıralar Babür ile bir atın terbiyesi üzerinde çalışıyordum. O zaman gördüydüm şimdiki Köroğlu namlı veledi. Babür’ün oğlu Serdar ile güreşip dururlar, çayır da bayırda oradan oraya atlayıp zıplarlardı. Demem o ki Köroğlu Serdar’ı tanıyıp bildiğinden ilettiklerimizin doğrulundan şüpheye düşmez. Dolayısıyla Susuz temsilcisi olarak Serdarı göndermekle isabet etmiş oluruz, diye düşünüyorum. Göndereceğimiz nâmede birçok insanın parmak izi de olur. Bir an önce Susuz’a gelmesini isteriz. Nameye, Kiziroğlu denen bir namerdin türediğini, bu türedinin dağlarda padişahlığa kalkıştığını, aldığı haraca vergi deyip bunu da zenginlerden güçlülerden değil fakir-fukaradan garip-gurabadan aldığını yazarız. Bu eşkıyanın halka eylediği zulmün arş-ı alaya ulaştığını, bu hali ne Sancak beyinin ne Beylerbeyliğinin umursamadığına inandırdık mı iş tamamdır. Gerisi çorap söküğü gibi gelir. Duyduğum bildiğim kadarıyla Köroğlu namlı eşkıya da yiğitlik merakına pek kaptırmıştır kendini. Ben derim ki o halktan sandığı nameyi aldı mı soluğu belki de yalnız başına burada alacaktır. Hem bütün maiyetiyle buraya gelmesi akla yatkın değildir. İni Çamlıbel’i hepten sahipsiz bırakamaz. Dedim ya öyle umuyorum ki yalnız başına belki bir iki kişiyle buraya gelir. Buraya geldi de mi kapışmaları kaçınılmaz olur. Kiziroğlu’na da adı sanı belirsiz bir eşkıyanın türediğini halkı haraca bağladığını işleriz ki bu kolay. Kolaylığı o eşkıyanın yaptığı şeyleri kendimizin yapıp onun üzerine atmamız olacak. Ne Kiziroğlu Köroğlu’nu tanır ne de Köroğlu Kiziroğlu’nu. Böylece ikisini kapıştırırız. Onları kapıştırdık mı ikisinden biri değil ikisi de harap olacaktır. Birbirlerini öldüremeseler bile ağır yaralayacaklardır. Biz dahi bu durumda tepelerine biner ikisinden de kurtuluruz. Böylece olunca da hem bu baş belasından kurtuluruz hem payitahtın mazhariyetine kavuşuruz.” diye ballandıra ballandıra anlattı, şimdilik ilk planı devreye sokmalarının daha akıllıca olduğunu belirtip birkaç gün sonra başlamalarını teklif etti.

Rıfat Bey her iki plana da hayran kalmıştı. Utanmasa zil takıp oynamaya başlayacaktı. Sevinçle Murat’ın ellerine sarılıp:

“Tamam! Dediğin gibi hele ilkini bir oynayalım.. tehlikeli olsa da ben ikinci kumpası daha bir tuttum!” dedi göz kırparak.

Şehrinazı çağırtıp kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri bir bir anlattı Murat. Rıfat bey Şehrinaz’a bu konuda diline hakim olmasını, eğer boşboğazlık ederse hem kendisinin hem de koca karı ana-babasının canının yanacağını, canları yanmakla kalmayıp ibreti alem için meydanda başlarını kazığa vurulacağını belirtti. Ama görevi bihakkın yerine getirirse yedi sülalesinin ihya olacağını hem mala hem mevkie kavuşacakların vadetti.

Şehrinaz bütün anlatılanları can kulağıyla dinlemiş ve sonra destur alarak, “Bugüne kadar nasıl canı gönülden hizmet ettiğime beyimiz dahi şahitlik eder. Gözünüz arkada kalmasın. Bu işi bilmiş olun! Ser verip sır vermem Beyim!” demişti.

Murat:

“Haftaya cumaya kadar tebaanın kulağına beyin konağında bir çaşıt bulunduğu, bu çaşıdın da kuvvetle muhtemel Şehrinaz olduğu fısıldansın. Cuma günü de idam kararı verildiği ilan edilsin.. ondan gerisi tamamdır.”

“Tamam.. kararlaştırıldığı gibi olacak..  Kızım Şehrinaz sen gidebilirsin!” dedi Rıfat.

Kız çıkarken Murat ta ayağa kalkmıştı:

“Hayrola sen niye kalktın Murat ağa? Akşam yemeğini birlikte yerdik!”

“Şeref duyarım beyim.. ancak eve gidip hazırlıklara başlıyayım.. bu arada siz de subaşını gönderseniz Bodur Hamza bir delilik etmeden önün alsanız!” cevabını verdi.

“Tüh ben onu unuttum bile..”

Has odadan çıktılar. Turab kapının önünde bekliyordu. Turab’a:

“Turab tez bana Macidi bul.. yok.. söyle Bodur kizire doğru gidiyormuş, tez varıp önünü alsın! Sen de Murat ağana eşlik et!”

Turab başını eğip, “Baş üstüne..” dedi. Murat ağanın bir adım gerisinde çıkışa doğru yürüdüler.

Rıfat Bey has odaya güneşin batışını izlemenin keyfine koştu.


<<Önceki                  Sonraki>>




Puran Tilmiz, 12.09.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




Seçkin Deniz Twitter Akışı