9 Mayıs 2022 Pazartesi

SA9659/SD2402: Sıkıntı (Roman); 3. Bölüm-Cennet 26

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Çok kalabalıktı yarı resmî müzakere grubumuz, elçilikten gelen araçlara ek olarak Cevval’in temin ettiği araçlar VIP geçişin çıkışında bizi bekliyordu. Elçiliğin görevlendirdiği birçok güvenlik unsuru da sivil giyimleriyle etrafımızı kuşatmışlardı. Önce Washington’a gidecektik; elçilikte kısa bir toplantı yapılacaktı."

‘Bekçi’nin en büyük tufan olarak tanımladığı şey, gönderilen son elçinin ümmeti olan Müslümanların bütün olarak düştüğü sefil durumdu. Aklım çaresizlikle değil sabırla işliyordu. Çünkü; İblis’in askerleri bizden çok daha sabırla, büyük bir çabayla bugünü sağlamışlardı. Uçak inişe geçerken, o değerli adamın Kabasakal Mezarlığı’nda gecenin karanlığında bana bakarak söylediği cümleler hiç durmaksızın yankılanıyordu kulaklarımda:

'Tarihin karanlık derinliklerinden gelen şeytanî bir güce, bir klana, bir çeteye karşı dünyanın bütün halklarının aydınlanması gerektiğini düşündüğümüz için buradayız. Siz de bize yardım edebileceğiniz için buradasınız.'

Ne kadar azdık ne kadar güçsüzdük onların karşısında; en kötüsü ne kadar bilgisizdik ve darmadağınıktık. Allah’la olan bağımızı da koparmıştık. Allah’ın gönderdiği son kitabı okumaktan ve anlamaktan âcizdik; beyinsizler gibi davranıyor ve İblis’e karşı savunmasız kalıyorduk. Yüzbinlerce hâfız vardı dünyada, her an dünyanın her yerinde milyonlarca Müslüman Kur’an okuyordu, ama anlamak için değil, sevap kazanmak ve bunun bir ibadet olduğunu düşünerek rutin bir ritüel gibi okuyordu. Müslüman’ın aklı Kur’an’dı. Müslüman akılsız bırakılmıştı. Bundan daha büyük tufan olamazdı.

Zihnim büyük bir kasırgaya tutulmuş gibiydi. Cevval’in koluma dokunarak artık tamamen durmuş olan uçaktan inmemiz gerektiğini hatırlattığı âna kadar da o karmaşadan kurtulamamıştım. Ankara’dan ve İstanbul’dan aramıza katılanlarla birlikte uçaktan inerken, hepimizin Müslüman olduğunu düşünüyordum, ama nasıl Müslüman. Hiçbirimiz herhangi diğerimizle aynı zeminde düşünemiyor ve davranamıyorduk. Ötekileştirilmiştik aynı dinin inananları olarak; çok cahildik. Cahil bırakılmıştık ve buna itiraz edecek bir bilince de sahip değildik.

Hayır; bu bizim suçumuz değildi. Ben bile bütün farkındalığıma rağmen ailem dahil çevremdeki hiç kimseye doğrudan ulaşacak yollar bulamıyordum. Bütün yollar İblis’in çocukları tarafından inşâ edilen engellerle doluydu. Biz doğmadan önce kurulmuş mekanizmalar bizim için önem sıralaması yapmışlardı ve biz bizim kontrol edemediğimiz bir sistemde anne karnına düşüyor, doğuyor ve büyüyorduk.

Tırnaklarımla kazıdığım ve tozlarından ayıklayarak çıplak gözlerle görebileceğim hale getirdiğim her şeyin ne kadar değerli ve önemli olduğunu bilsem de benim harcadığım enerjiyi harcamayanlar için değer ya da önem açısından bulduklarım herhangi bir anlam ifade etmiyordu. Bu yirmi iki adamın da yaşadıkları benimkilerle benzerdi, onlar sabrın neden önemli olduğunu, kendilerinden önce mücadele edenlerin yaşadığı her şeyi bildikleri için biliyorlardı. ‘Erken öten Horoz’un başını kesiyorlardı.

Önemli olan böyle bir son değildi, önemli olan bu farkındalık zincirinin koparılmasıydı. Gizlilik bu nedenle önemliydi. Oysa şimdi her şey değişiyordu. İnternet vardı, herkes bilgiye hükmedemiyordu; merak edenler istedikleri her türlü bilgiye ulaşabiliyorlardı ve artık Horoz’un ne zaman öttüğünü denetleyecek herhangi bir merkezî güç yoktu.

Türkiye yükseliyordu ve yüksek bilgiye ihtiyacı vardı. Gizlilik artık ehemmiyetini bilginin doğrudan ve doğru bir yolla yayılmasını sağlamak için de gerekliydi. Beni bu yüzden bulmuşlardı; 15 Temmuz bir milletin farkındalığını bütün dünyaya, insandan ve cinden bütün şeytanlara ilan ettiği bir gündü.

Dulles Uluslararası Havaalanı’na inmiştik. Saatim 02:45’i gösteriyordu. Washington saati İstanbul’dan 8 saat gerideydi; burada saat 18:45’ti. Yine Pazar günündeydik. Tuhaf bir şeydi bu. Yola çıkarken ilerleyen zaman, geriliyordu; 3 saat 15 dakikada gelmiş oluyorduk İstanbul’dan. Tabi dönüşte alacağını yine tahsil edecekti zaman.

Çok kalabalıktı yarı resmî müzakere grubumuz, elçilikten gelen araçlara ek olarak Cevval’in temin ettiği araçlar VIP geçişin çıkışında bizi bekliyordu. Elçiliğin görevlendirdiği birçok güvenlik unsuru da sivil giyimleriyle etrafımızı kuşatmışlardı. Önce Washington’a gidecektik; elçilikte kısa bir toplantı yapılacaktı.

Cevval’le aynı araca bindik ve konvoyumuz hızla hareket etti. Dulles Uluslararası havaalanından VA-267 E ve I-66 E üzerinden yaklaşık 40 kilometrelik yolu 40 dakikada aldık. Potomac Nehri’nin üzerindeki Theodore Roosevelt Bridge köprüsünden geçerken, Allah’ın yarattığı bu güzelliklere kimlerin zorla el koyduğunu düşünüyordum. Yaklaşık beş yüz yıldır cehennem hayatı yaşayan buranın yerlileri için cennet gibi bir yerdi.

Washington’daydık. Washington Şehri’nin mimarı Peter Charles L'Enfant'ın orijinal planında görünen, Washington'un dörtte üçünden geçen tarihî Massachusetts Avenue Northwest bulvarındaydı tatlı bir kahverengi ile donanmış olan elçilik binamız. Bahçesindeki ceketi rüzgârda savrulan sağ elinin parmağıyla kalbini gösteren bacakları açık, Atatürk’e hiç benzetemediğim Atatürk heykeli bana hep tuhaf gelmişti.

Jet-Lag hep böyle mi yapıyordu, yoksa tarihi çağırarak yargılama alışkanlığım böyle mi düşündürtüyordu her seferinde bilmiyordum. Muhtemelen bu şekilde yapılan heykelin, yeniden yapılan elçiliğin 1999’da açılışını yapan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le bir ilgisi vardı.

Cevval’in heyecanlı hallerinden keyif alıyordum; elçilikte oradan oraya koşturuyor, arada bir yanıma uğrayıp beni tembihliyor, elime notlar tutuşturuyor, toplantıya hazırlığın son aşamalarını tamamlıyordu.

Gruptaki birçok kişiyi tanımıyordum, erkeklerin yanı sıra resmî yüzlü genç ve orta yaşlı kadınlar da vardı. Erkeklerden ben hariç herkes koyu takım elbise giymişti ve kravatlıydı. Üzerimde uçuk bal rengi ve krem karışımı spor bir gömlek, biraz daha koyu kahverengi pastel tonlu keten bir pantolon ve acı kahverengi spor deri ayakkabı vardı. Gözlüklerim her zamanki gibi çerçevesizdi. Dalgalı saçlarım parmaklarımla taradığım gibi duruyordu. Muhtemelen dışarıdan bir turist gibi görünüyordum. Bu durum pek de umurumda değildi, bu elçiliğe başka bir kıyafetle hiç gelmemiştim ve bundan sonra da aynı şekilde gelmeyi sürdürmeye niyetliydim.

<< Önceki                      Sonraki>>


 [(08.05.2022, (3/53 (277))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 09.05.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı