27 Ağustos 2013 Salı

SA374/BD2: Çağrı/ Roman 2

...umut yola çıkmıştı...


Silüet,  kararlı salınımlarla ışıklı okyanus şelalesinin tırnaklı kayalarına tutunarak aşağıya doğru inmeye başladı. Ay, şelalenin düştüğü yerde çatlayan kayalarda ışıldıyordu. Tatulaların kokusu burnundan ruhuna doğru akıyor, gerisingeri çağırıyorlardı silüeti.  Fakat o geri dönmedi; bir daha çıkmamak üzere, sarp kayaların kaygan yüzeylerine tutunarak indi. 

Şelalenin ucuna yüklenen suyun, göz alan rengine baka baka, kıyısına kadar yürüdü.  Eğildi, iki elinin parmaklarını uzattı ve parlayan suya dokundu. Tatulaların büyüsüne kapılmamış üç adama seslendi parmaklarıyla. Su ışıldayarak şelalenin düştüğü yerdeki göletten taştı ve çağıldayarak akıp gitti. Elçi sular kayboldular karanlığın derinliklerinde.

Ay, okyanusun duru parlaklığına baktıkça daha da parlayan bir ışık sütunu sarmıştı elçi suların kanatlarını. Silüet şelalenin ucundan okyanusa dökülen elçi suların parlayan kanatlarını gördü. Her bir elçi üç ayrı adamın gözlerine okuyacaklardı çağrıyı. Çok hızlıydılar; ay son ışıklarını salmadan mesaj ulaşacağı yere ulaşacaktı.

Silüet, büyük göletin kıyısında bir ağaç kütüğüne yaslandı. Sessiz bir bekleyiş dalgası sarmıştı gözlerini. Sabırla okyanus şelalesinin sesini dinliyordu. Üç adam ansızın gelebilirlerdi. Geldiler de.

Birdenbire göletin suyu kabardı; parmaklarıyla dokunduğu yerde üç süvari belirdi.

Ay, suların üstünde yan yana duran ve ışıl ışıl gözlerle silüete bakan üç süvarinin saçlarında soluyan elçi suların parlak kanatlarına akıyordu.

Soldaki ilk süvari siyah, kuzguni yağız bir ata binmişti; omuzlarından atının sağrısına dökülen simsiyah atlastan bir pelerin vardı sırtında. Siyah dalgalı saçlarını savuruyordu rüzgar.



İkinci süvari, beyaz atının yelelerine tutunmuştu. Bembeyaz atlastan pelerini rüzgarla dalgalanırken kahverengiye çalan kumral saçları, boynunun çevresinden pelerinine doğru sarılıyordu.


Üçüncü süvari, kahverengiden sarıya dönen rengiyle al bir atın sırtında, düz, sarı saçlarından akan pelerinini rüzgarın akışına bırakmıştı.


İlk süvari, diğer iki süvariye baktı ve silüete dönerek yumuşak ve doygun bir sesle selam verdi. Silüet selamı engin ve yorgun bir sesle aldı. Süvarileri gözleriyle kucakladı. Yaslandığı kütükten uzaklaşarak doğruldu.

“Hoş geldiniz!”, dedi şelalede yankılanarak berraklaşan sesiyle. “Çok uzun zaman oldu dostlarım, ruhunuzdan akıp geçenleri dinlemeyeli.”

Üç süvari gözlerini ve kulaklarını silüete dikmiş atlarının sırtında sessizce dinliyorlardı. Çağrı onlar içindi ve bu çağrının bir nedeni vardı. Öğreneceklerdi.

“İnsanlığı kasıp kavuran, zihinlerini uyuşturan ve zehirleyen Tatula’yı biliyorsunuz.” dedi silüet. “İnsanlar yorgun ve umutsuz, Tatula’nın büyülü kokusuyla besleniyorlar. Sizler Tatula’yı tanıyan ve ondan uzakta kalabilen üç kişisiniz. Güçlü ve bilgilisiniz. Zamanda yolculuk yapabiliyorsunuz.”

Sonra biraz soluklandı ve daha da genişleyen bir sesle devam etti:

“İnsanlara Tatula’yı anlatmanızı istiyorum. Okyanusta sonsuz bir yolculuğa çıkmanız ve bu yolculukta konuşmanız gerekiyor. Siz konuştukça, elçi sular seslerinizi okyanusa taşıyacak ve herkes sizi duyacak. Sizi duyan, duymak isteyen, Tatula’nın farkına varacak ve zehirlenmiş, uyuşmuş zihnini arındırmaya çalışacak. İnsanlığın buna, umuda ihtiyacı var!”

Ay, ışıklarını toparlarken gün ağarmanın eşiğine dolanıyordu. Silüet, göletin kıyısına doğru ilerledi ve üç süvariye doğru uzattı kollarını. İki elinin parmak uçları suların üzerinde birer heykel gibi duran üç süvariye dönüktü.

“Sizler, Kur’an’ın anlattığı hakikati, hikmeti, insanlığın geçmişinden bugüne gelen akıntılardan, kirlerden, yüklerden arındırarak anlatabilirsiniz. Tatula’nın büyüsü ancak bu şekilde ortadan kalkar. Şeytan Elması’nı yemiş edinmemiş olmanız, nefsinizdeki karanlık noktaları aydınlatmış olmanız anlattıklarınızı değerli kılacak. Diğer elçi suların taşıdığı mesajlarla savaşacak mesajlarınız.”

Sözlerini şelalenin sesine bırakarak yürüdü silüet; göletin süvarilerden uzak kısmına yürüdü. Abdest aldı.

“Gelin!” dedi süvarilere.”Tanyeri canlanıyor, sabah namazını kılalım.”

Silüetin kıldırdığı namazla serin bir rüzgar esti okyanusa doğru. Tatulalar namazın yaydığı güçten kaçarak kokularını geri çekmişlerdi.

Bembeyaz, sarışın, turuncu ve mor yapraklar güneşin ilk ışıklarıyla bütün renklerini üç süvariye gönderdiler hınçla. O tek gece sona ermişti ve dört insan tatulaların büyüsünden korunmuşlardı. Boşa geçmiş ilk geceleriydi bu.

“Sen!” dedi siyah atına tekrar binen ilk süvarinin koyu kahverengi gözlerine bakarak. “Güçlü, kararlı sesinle saraylarda gördüklerini anlatacaksın, gördüklerinle hakikat arasındaki farkı yükleyeceksin elçi sulara!”

Sonra beyaz atının üzerinde dimdik duran bal renkli gözleriyle ışıl ışıl gülümseyen süvariye baktı:

“Sen! dedi. “Tapınaklarda, sedirlere uzanıp yaldızlı sözler söylenen yerlerde gördüklerini yükleyeceksin elçi sulara. Hakikati saraylar için evirip çevirenler oralardakilerdir. Hakikatin nasıl giydirildiğini anlatacaksın!”

Üçüncü süvariye baktığında onun şen kahverengi gözlerinin kendisine gülümsediğini gördü, ona:

“Sen, sarı ruh!” dedi gülümseyerek. “Sirklerde gördüklerini, hileleriyle beraber anlatacaksın elçi sulara. Hepimiz duyacak ve dinleyeceğiz. Saray, tapınak ve sedir sahipleri sirkleri çok severler. Hakikat orada ters yüz edilir ve insanlara anlatılır!”

Üç süvari gülümseyerek kırkı aşmış bakışlarıyla selamladılar silüeti.

Sular dalgalandı. Okyanus şelalesi onları büyük bir coşkuyla okyanusa taşıdı. Arkalarından bir iz gibi sürüklenen elçi sular güneşin gür ışıklarıyla parlıyordu.

Silüet, ellerini göğe doğru uzattı; uzun uzun dua etti. Çağrı sahiplerine ulaşmıştı. Sabırla sonsuz okyanus yolculuğunun elçi sularını bekleyecekti.

Umut yola çıkmıştı.



<<Önceki                        Sonraki>> 


Billur Dağ, 27.08.2013, Sonsuz Ark, Roman 2/Çağrı

Seçkin Deniz Twitter Akışı