29 Eylül 2025 Pazartesi

SA11635/KY20-MEK106: Öksüzlük Üzerine

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Böyle büyüdü beş oğlan çocuk. Öksüzlüğün ruhlarını kasıp kavuran acısını dindirmeyi asla başaramadılar."

Anne Beyaz’dı. Bembeyazdı hem. Tepeden tırnağa şefkat, tepeden tırnağa dikkat ve merhametti. Beş çocuğu hiç canından ayırmayan, hayatın bütün ritmini bu beş ciddi, sert erkek çocuğa göre ayarlayan bembeyaz bir yürekti anne.

Her tarafından onlarca sorumluluk ve görevle çevrelenmiş, ağır bir hayattı yaşadığı. Peş peşe avuçlarına sıralanan bu oğlanlar, bu zaten ağır hayatı biraz daha ağırlaştırsa da geleceğe daha bir kararlılıkla bakmasına, içinde yeni ve yabanıl umutlar yeşermesine sebep olmuşlardı. 

Hepsi de çok ciddi, afacanlıkları bile bir ağırbaşlılık taşıyan oğlanlar anneye yeni yüklerin yanı sıra yepyeni hülyalar da bağışladılar.

Upuzun boyu ile Beyaz, köyün sıra dışı kadınıydı şüphesiz. Sağdığı süt, sabah kaymağı, bastığı peynir, saldığı davarları bile bir başkaydı. Babanın kurbanlık İsmail misali müslim ve halim selim, iddiasız, bazen insanı rahatsız eden sükunetine karşın Beyaz ışıl ışıldı. Etrafa ışıyan sadece kendi değil, elinin işleyip eyledikleri, dokuyup eğirdikleri de ışıl ışıldı şüphesiz. Beyaz bir anneydi, her anneden biraz daha fazlaca, biraz daha derince, biraz daha dokunaklıca bir anne idi.

Her çocuğuna bir kralmış gibi davranan, her istediklerini bir emir gibi alıp ve ama derin bir içtenlikle yerine getiren bir eski zaman annesi idi Beyaz.

‘Böyle olduğu içindir kimden ne isteyecek olsam utanırım. İçtenlikle bağlanmanın insanı köle kılacağını bilmezdim, ama annenin bu her şeyi emirmiş gibi alıp büyük bir mutlulukla yerine getirmesi, hepimizi birer köle haline getirdi. Kendi arzularımı ifşa etmekte, isteklerimi dile getirmekte gittikçe daha tutuk oldum. Çünkü ne zaman bir şey isteyecek gibi olsam, anne etrafımızda pervane oluyor ve bu aşırı hassasiyet ve içten memnuniyet o istekleri adeta kursağıma diziyordu. Artık anladım ki her istek anneye yorgunluk olarak dönecek, O bunu saklasa da, hatta his bile etmese, bu böyle. Bu yüzden anne, artık kimseden bir şey isteyemez oldum, hepimiz zamanla sert bir gurura dönen bu tutuk hal ile sana yeniden bağlandık. Bu gurur, hayat ile arama sağlam duvaralar ördü zamanla. Ve yaşarken nerede ise insanlara değmeden, insanlarla karşılaşmadan yaşamanın yolu oldu hepimiz için.’

Bir sonbahar sabahı, İsmail’in kalabalık evinden feryatlar yükseldi. Ağlayanlar kadınlardı. Bir süre sonra Beyaz’ın öldüğü haberi, meşum ve yapışkan bir sis gibi yayıldı köye. 

Gece boyunca süren, vücudunu ateşler içinde kavuran ağrılar sabaha varmadan Beyaz’ı tüketmişti. Beyhude bir çaba ile sabaha kadar çırpınan Pakê, Fodê ve diğerlerinin gayretleri mukadder sonu etkilememiş ve Beyaz, Pakê’nin deyimi ile ‘ağrılar içinde, gözleri çok fazla arkada kalarak’ ölmüştü. 

Sürekli çocuklarını anmış, sürekli onlarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve adeta son sözünde şehadet yerine çocuklarını haykırarak teslim etmişti ruhunu. Nasıl etmesindi, en büyüğü henüz bıyıkları terlemiş, en küçüğü henüz göğsünde beş çocuk…

Gerisi merasim ve törendi. Ortanca ve büyükler saklanacak yerler buldu kendilerine, köşelerine büzülüp kendi içlerine çekip ruhlarını, bütün bedenlerini dağlayan bu sert acı ile yüzleşmenin huzuruna çekildiler. 

Yaşlar aktı uzun uzun, kimsenin duymaması için içe bastırılan hıçkırıklar günler boyu devam etti kesik kesik; insan içine fazla çıkılmadı, halalar, teyzeler ve diğerleri derin bir hüzünle haleli, ateşli şefkat gösterisinde bulundular, ama hayır, bu kesik kol, bu eksik göz, bu yaralı diz misali varlıklarının bir parçası olan öksüzlük gelip oturmuştu ruhlarının başköşesine ve bir yere gideceği de yoktu artık.

Altmış yıl sonra, Beyaz’ın torunlarından birinin düğün töreninde, Hüseyin’in anneyi anarken onca insan içinde çocuk gibi ağlaması ve o beş yaşlı, sert oğlan çocuğunu hüngür hüngür ağlatması bütün aleme gösterdi ki, evet Beyaz’ın açtığı derin yara asla sağalmamıştı, bıraktığı boşluk asla dolmamıştı, ne kadınlarla ne çocuklarla ne de torunlarla…

'Düğündü, dernekti, büyük küçük bütün aile bir arada, mutlu günümüzdü, ama hüzün her zaman olduğu gibi her anlarının, sadece onların mı, elbette hayır, bir ırsî uzuv gibi her birimize musallat, içeri girdim, Memedali’den başlayarak sıra ile ellerini öptüm, sarıldık uzun uzun mutad olduğu üzere, sonra gözleri doldu Hüseyin'in, hiç yeri değilken, hiç nedensiz gözleri doldu ve ‘senin gidecek bir anan/baban var ya biz kime gidelim’ dedi ve yürekleri zaten kor kıvamında beş yaşlı ama küçük, kocaman çocuğu ağlattı uzun uzun, teskin edecek bir tek cümle bulamadım, odadaki herkesin bir cenaze merasimindekinden daha içli ağladığını, hepimizin ağladığını görünce yeniden ve yeniden anladım Beyaz'ın bıraktığı boşluğun, yokluğu ile koyduğu yaranın nasıl süreğen, kanayan bir yara olduğunu.'

Küçükler aldırmamış görünmeyi tercih etti. Herkes ağlayınca onlar da ağladı, susunca etraf onlar da sustu. Her günkünden farklı olarak artan ikramları utana sıkıla kabul ettiler, biraz suskunlaştılar ama insanlara sığınmaktan çekinmediler. Nine'nin dizine uzanıp, yer altına kaçan ve orada yolunu yitirip uzun yıllar, nice ürkünç maceralar yaşayan Bığök İnsan masalı dinlediler, sarımsak sürülmüş sıcak ekmek yediler sık sık, ara sıra ağlayıp yer yer güldüler ve sonra onlar da suskunlaştı zamanla.

‘Muhittin’in başını kolumun altına altına alıp okşardım uzun uzun. İkimiz de birbirimizden kaçırarak bakışlarımızı, hıçkırıklarımızı sertçe, boğulasıya bastırarak ağlardık. Ağa böyle idi, Hüseyin en serbestimizdi, en rahat o ağlar, duygularını olduğu gibi orta yere koyuverirdi. Ramazan ketumdu, sert görünür ve işin doğrusu kendine zarar verecek denli sert de olurdu kendine karşı. Hülasa belki bu ağlamak krizlerine tutuluruz korkusundan gittikçe daha sert oldum hepsine, daha çok disiplin koydum, hepimizi yaşlarımıza göre epeyce abartılı bir şekilde sorumlu davranmaya zorladım. Hiç tavizsiz uyguladığım bu zorlamalar zamanla karakterim oldu ve bir daha hiç insan içinde ağlamadım.’

Tabi ki öyle olmadı. Memedali evet uzun yıllar ağlamadı, ancak altmışlı yaşlarının sonunda, daha yakından gözleme fırsatı bulduğum bu sert yüzlü ve ama şaşırtıcı derecede derin bir bilgeliğe sahip adamın, bu içli Kadirî sofisinin hemen her ruhuna dokunulduğunda nasıl çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağladığının şahidiyim.

İçi sonsuz bir labirente benzeyen bu çok büyük evin sakinleri olarak;

Baba, bir yalnızlık burcu gibi evin içine dikilen Baba.

Zaten az konuşan, Beyaz’dan sonra büsbütün suskunlaşan Baba, Şeyhlerin ayaklanması zamanı askerlerin, altınları var sandıklarından, sol kulağına odun kıymığı çakarak öldürdükleri ağabeyi masum Seyyid’in hanımı, hepimizin ninesi, köyün en bilgesi Seyrê, çocukları ve... 

Bu kadar evet, yalnızlık, hüzün ve yoksunluk, evin her tarafından siyah, sonsuz kıvrımlı yılanlar gibi çıkıp etrafımızı saran bunlardı. Bir kaç davar, bir kaç koyun, Memedali’nin hasta olduğu beyaz akıtmalı at ve Ramazan’ın siyah, çekirdeksiz üzümle beslediği beyaz akıtmalı at, hayır iki değil, bir at, ama iki kişilik sevgi ile sevilen, Beyaz gibi sevilen, sakınılan bir at.

İsmail, belki evde iyice anlamsızlaşan varlığından, belki Beyaz’ın yokluğunun verdiği acıdan, belki de evdeki yaşça kendinden epeyce büyük olsa da, masum Seyyid’in çocukları ve hanımına dair köyde çıkması muhtemel dedikodulara mahal vermemek için, daha kırkı çıkmadan Beyaz’ın, sırra kadem bastı.

Akşam davarı ahıra koydu, gece koyuna gidecek Ağa’yı iyice tembihleyip dua etti ardından uzun uzun. Ramazan’ı ve diğerlerini de çağırıp, beş büyük erkek, koca adam gibi oturdular sofraya, halbuki İsmail hariç hepsi henüz çocuk bile değillerdi.

Hepsi çok ciddi, yemeği bile çok önemli, ciddi bir iş olarak yediler altı büyük erkek, adam. Yemekten sonra, duvarda asılı ve en az üç günden beri küllerle sıvazlanıp sabunlu sularda bekletilmemiş olan şuşelüle gaz lambasının kirli, soluk, sarımtırak ışığında bir süre oturdular. 

İsmail’in kırk günlük sakalı, iyice zayıflayan yüzünde garip ve tehlikeli bir ihtişam var etmişti. Soluk ve olur olmaz her yerden uzun gölgeler yaratan lambanın ışığında bu ihtişam daha bir belirginleşiyor, aslında küçük bir çocuk yüreği taşıyan, içli ve suskun Kadirî sofisi İsmail’i ürkünç bir adam haline sokuyordu.

İnsanın çıplaklığı sanıldığının aksine dünün dünyasına ait bir şey değildir. Çıplak olan modern insandır aslında. Işıkları, renkleri, kumaşları, ahlak ve ilişkileri ile insan bedeninin üzerinde serpilip geliştiği algı denizi, hiç şüphesiz bu günün çıplak, zayıf ve güçsüz-korkak bedenlerinden, bu bedenlerin üzerinde kararsız ve korkakça geliştiği yapay algılardan fersah fersah daha giyinik, daha ihtişamlı ve daha güçlü idi.

‘Akşam olunca en çok Memedali’nin gölgesini beklerim, büyük odada, akşamın geç saatlerinde, ince-titrek, sonra parlak ışığı ile lamba asıldığında başka bir aleme geçeriz hepimiz. Her şey soluk meşin rengine, bütün yüzler melekutî bir belirsizliğe bürünür. Eşyalar, yastıklar, zil dolu sedirler, duvar halılarının her biri derin ve uzun bir masal anlatan resimleri, Muhittin’in minyon, sevimli yüzü, tatlı burnu, Baba’nın sert yüzü ve hülyalı, üzgün, sürekli üzgün, üzgünlükten başka bir şekilde var olur muydu o gözler, ondan asla emin olamadığım gözleri daha da derinleşir, bu soluk ışıkların gölgesinde her şey olduğundan bir kaç kat daha varlık ile dolar, yokluğun, ötenin, burnumun dibinde cilveleşip duran sonsuz derinlikteki alemin içinden, bu sefil dünyaya varlık boca edilir biteviye. Bütün gölgeler içinde Memedali’nin gölgesi bir başka gölgedir. Daha koyu ve geniştir. İnsanın üstüne tutulan şemsiye gibidir. Bir tür barınak gibi, tedirgin edici ama koruyucu bir gölge gibi, kapsamlı bir iktidar gibi, kıskandığımız, çoğun kızdığımız ama içtenlikle teslim olduğumuz bir güçlü baba gibi, Baba’nın da babası, hemen her zaman bütün odayı dolduran Memedali’nin gölgesi.’

Böyle büyüdü beş oğlan çocuk. Öksüzlüğün ruhlarını kasıp kavuran acısını dindirmeyi asla başaramadılar. 80’lerini devirdiklerinde bile hala o uzak, meşin gölgeler içindeki derin uzamlı odanın içinde, hıçkırıklarını birbirlerinden saklayan çocuklar olarak kala kaldılar.


Dr. Mustafa Ekici, 29.09.2025, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 




mustafaekici@hotmail.com


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı