5 Temmuz 2025 Cumartesi

SA11501/SD3530: Sıkıntı (Roman); 12. Bölüm-Okyanus 11

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Cevval oturduğu koltukta biraz daha toparlanmış, biraz daha mütevazı bir pozisyon almıştı. Sabır Taşı ise bir bana bakıyordu, bir de Cevval’e.


3 Ağustos Cumartesi günü birkaç dakika önce bitmişti, ama benim günüm henüz bitmemişti. Uyumam ve kalkmam gerekiyordu o günün bitmesi için.

Sabır Taşı’nın korkuları, Cevval’in onu, kendisini anlatamayacak hale getiren teslimiyeti... Bu gece biraz zor geçecekti her ikisi için. Ben her zamanki gibi sistemdeki arızaları tespit ederek ve çözüm önerileri ile yeni yollar açmaya çalışarak tamamlayacaktım görevimi.

Düğümü çözmeliydim, Cevval ipte sallanmakla tehdit edilen bir mahkûm gibi görünmemeliydi.

‘Cevval, abdest almayı unutmamış!’ dedim ayağa kalkarak bahçeye bakan büyük pencereye doğru ilerlerken. ‘Bugün öğle namazını birlikte kıldık!’

‘Ciddi misiniz?’ diyerek küçük bir çığlık atmıştı Sabır Taşı; şaşkın ve sevinçli bir çığlıktı bu. Korkularının, içindeki yangınların üstüne yağmış bir merhamet yağmurunu karşılar gibi heyecanla ve umutla kıpırdamıştı koltuğunda.

Pencereyi ortalayarak durmuş ve geri dönmüştüm. İkisine de dikkatle, ancak gülümseyerek bakıyordum. Sabır Taşı’nın yüzünü aydınlatan mimik değişimlerini, bakışlarında yükselen canlılığı, Cevval’in çektiği ruhsal işkencenin izlerini hızla yüzünden silişini izliyordum.

Bir cümle, birbirini tamamlayan ve açıklayan iki cümleden oluşmuş bileşik bir cümle algıları çok hızlı bir şekilde değiştiriyordu. Cevval’i ipten almıştım, ama onun Sabır Taşı’nın gözünde hâlâ mahkûm sandalyesinde oturduğu da bir gerçekti.

Uyanık Cevval, ikna kabiliyetimin etkisini gördüğü ve bildiği için beni işimdeki alışkanlıklarımla yürümeye zorlamıştı. Ayağa kalktığımda da derin bir nefes almıştı.

O ân küçük bir hareketlilik olmuş ve mutfaktan bize doğru gelen Hayri Abi’nin karısını görmüştüm. Kahverengi bir pantolon ve işlemeli krem rengi bir gömlekten oluşan kıyafeti, özenle toplayarak topuz yaptığı gri saçları ve gözlerindeki gözlük onu çocuklara masal okuyan televizyondaki teyzelere benzetmişti.

Pırıl pırıl bakan gözlerle biraz önce oturduğum koltukla Cevval’in oturduğu koltuğun arasında durmuş, Cevval’e, bana ve Sabır Taşı’na bakarak ‘Nasıl istersiniz?’ diyerek soruyordu.

Hayri Abi’nin karısı bir kurtarıcı gibi yetişmişti Cevval’e... Ya da artık Cevval nasıl bir iletişim sistemi kurmuşsa hemen görünüvermişti koltuğunun yanında. Taze sıkılmış meyve suyu ikram edecekti bize Cevval. Sabır Taşı hemen kendisini toparlamış ve nar, elma ve sarı havuç karışımı istemişti. Ben kararı Cevval’e bırakmıştım. 

Cevval de, ‘Bize de aynısından Lutfiye Abla!’ diyerek Sabır Taşı’nın istediği karışımın aynısını isteyince dördümüz de gülümsemiştik. ‘Lütfiye’ demiyordu Cevval, ‘u’yu kalın çıkarıyor ve t’yi Arap Alfabesindeki ‘tı’ harfinin mahreciyle vurguluyordu. 

‘Hayri Abi, ‘Allah’ın lutfu’ diyor, Lutfiye Ablama!’ demişti o yanımızdan ayrılırken ve hemen seslenmişti.

‘Yalnız...’ demişti Cevval. ‘Mühendisinkine bal da koy; o sever!’

‘Cevval, çok da dikkatli ve içten bir şekilde namaz kıldı!’ dedim Sabır Taşı’na bakarak. ‘Bunu ne benim teklifim ya da zorumla ne de başka bir şey için yaptı; kendisi istediği için yaptı. O burnundan kıl aldırmayan Cevval, bir inşaat işçisi gibi, herhangi bir insanın ayağını bastığı halıya alnını koyarak Allah’a secde etti!’

Cevval oturduğu koltukta biraz daha toparlanmış, biraz daha mütevazı bir pozisyon almıştı. Sabır Taşı ise bir bana bakıyordu, bir de Cevval’e.

‘Bu büyük bir devrim!’ dedim biraz yan dönerek pencereye bakarken. Birbirlerine baksınlar, bakışlarından yeni, yepyeni umutlar akan yollar inşâ etsinler istemiştim; o özel anlar onlara ait olmalıydı. ‘Bir insanın Allah’a boyun eğdiğini gösteren en büyük tavır namaz kılmaktır. Cevval bunu yaptı, umarım hayatı boyunca da yapmaya devam eder. Allah’ın diğer emirlerini de gereği gibi yerine getirir!’

‘İnşallah!’ dedi heyecanla Sabır Taşı. ‘Birlikte kılarız; çok isterim!’

Işıklarla aydınlanmış bahçede biraz göz gezdirdikten sonra onlara döndüm ve aralıksız bir şekilde düşündüklerimi anlattım. Herkes her şeyi biliyordu ve herkesin bildiği yerden yürümek aklın en çok sevdiği işlerden biri olsa da, o yolda ustalıkla yürümek gerekiyordu:

‘Çocukların birbirinin cinsiyetlerini anladığı zaman ne zamandır, bilir misiniz?’ diye sordum ve devam ettim: ‘Sırlarla saklanmış seslerinizi konuşacağız, çığlıklarınızın renklerine bakacağız. İster misiniz?’

İkisi de büyümüş gözlerle bana bakıyorlardı. ‘İsteriz!’ dediler çocuk korosu gibi aynı anda.

Lutfiye Abla meyve sularımızı getirip yanımızdan ayrıldıktan sonra da, meyve suyu bardağımı sağ elime aldım ve bir yudum içtim.

Artık ortam hazırdı, sıfırlanma tamamlanmıştı ve yeniden yapılanma başlayacaktı:

‘Her insanın mâni olamayacağı çığlıklar vardır içinde. Bazen duyar, peşine düşer çığlıkların; o çığlıkları susturana kadar koşar insan. Aklı başında değildir, aklı çığlıkların duraklarında değildir; haramı helali bilmez bu çığlıklar. Mahremi, arı heybesinde tutmaz!’ dedim gece dingin sessizliğini her yere yayarken.

Ve sorumu cevaplayarak anlatmaya devam ettim:

‘Çocuklar, yaşlılar gibi birbirlerine benzedikleri zamanlar bitene kadar birbirlerinin cinsiyetlerinden habersizdirler; hani baktığınızda ayırt edemezsiniz ya cinsiyetlerini. İşte o zamana kadar onlar da ayıramazlar erkekliğin ve kadınlığın ayrılıklarını. Beraber oynarlar, içlerindeki çığlıklar oluşana kadar bedenlerini beklerler; öyle kurmuştur Allah o zembereği.’

Cevval’in sırtındaki yükü hafifletmem gerekiyordu insanın genlerindeki kışkırtıya vurgu yaparak: 

‘Acıktığında bir bebek nasıl ağlarsa, nasıl yırtarsa yeri-göğü, bedeninin kıpırtılarını duymaya alışmış olan kadın ve erkek öyle duyar bağırtılarını içindeki kuşların. İnsan kıyısında durduğunda kendisinin, duyacağı çığlıklar hep aynıdır; mani olamayacağı çığlıklardır bunlar. Düşlerin, coşkuların, körlüğün karanlıklarında dışarıdan duyulmayacak kadar yüksektir sesleri…

İnsanın içi utanmaz. Utanmaz çığlıkların sesine kapılıp gittiğinde insan, karşı cinsinde aradığı ne varsa ona kapılmıştır; bedeninin dürtülerine sebepsiz yürümek istemektedir. Ne günah aklındadır, ne mahrem-namahrem. Uç uca eklenmiş isteklerin birbirine benzemesi bundandır. Kralların, sultanların şimdiki zaman hükümdarlarının bir kadının kucağında sönen ihtirasları, günahın çirkin kokusunda itibar kaybettirmiştir hep. Bu böyle olmuştur; böyle olacaktır.’ 


<<Önceki                      Sonraki>>


[04.07.2025, 12/23 (915))]


Seçkin Deniz, 05.07.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı